25 Aralık, 2012

475 - Hayatımızdaki bencil insanlarla nasıl başa çıkarız?

Salı, Aralık 25, 2012 Gönderen Berna Arslan , , 8 yorum
Bu sıralar blogumu başka bir hobimle aldatıyorum: etamin. Kendimi iğne-ipliğe, işlemeye verdim. Bir süredir yazı yazmadığım için beni affedin. Bu yazıda bencil insanların özellikleri nelerdir, hayatımızdaki bencil insanlarla nasıl geçinilir gibi konular üzerinde durmaya çalışacağım.

Eminim çevrenizde bencil insanlar vardır. Bu kişileri çevrelerinin ilgi odağı olmak için çabalarken görebilirsiniz. Uç noktasında narsistliğe varan bencillik; anksiyete, depresyon gibi psikolojik bozukluklara ve sağlıklı ve mutlu bir ilişki sürdürememe gibi durumlara yol açabiliyor. 

Bencil insanların özellikleri şöyle sıralanıyor:

1. İmajlarını korumak için büyük dikkat gösterirler. Kendi dünyalarının diğerlerinkinden daha iyi olduğunu göstermek için çabalarlar ve bu imaja kanmazsanız sizden hoşlanmazlar.

2. Genelde çok arkadaşları vardır, ancak bu arkadaşlık ilişkileri yüzeyseldir. Çekici görünebilirler, ama gizli amaçları egolarını tatmin edecek birilerini bulmaktır. Kendini beğenmişliklerini besleyecek insanları dünyalarına çekmek için birçok yol bulmuşlardır.

3. Yetersiz hissederler. Bu eksikliği doldurmak için diğer insanları kullanırlar.

4. İçten içe kendilerine güven duymadıklarından dolayı kendilerini diğerlerinden üstün görerek bu açığı kapatmaya çalışırlar. Farklılıklara karşı hoşgörülü değildirler.

5. Uzun ilişkiler sürdüremezler. İnsanları kendilerine olan hayranlıklarına göre iyi ve kötü diye sınıflandırırlar. Dileklerini gerçekleştirdiğiniz sürece sizi hayatlarında isterler. Bu yüzden sizi seviyorken, bir anda sizden nefret edebilirler.

6. Gerçek anlamda empati duygusuna sahip değildirler. Empati göstermeleri empati gösterdikleri kişiden elde ettiklerine bağlıdır. 

7. Kendilerine güvenleri yoktur. 

8. Dışarıya karşı oldukça kendilerine güvenli görünürler. Benzer şekilde dışarıdan bakıldığında başarılı görünürler, çünkü kusursuz bir imaj oluşturmak için büyük çaba harcarlar. Ancak iç dünyalarına girildiğinde sorunlarla karşılaşırsınız.

9. Problemi genelde karşı tarafta görürler. Bu yüzden terapiden faydalanma oranları düşüktür.

10. Minimum çabayla maksimum fayda beklerler. 



Peki kendini beğenmiş, bencil insanlarla nasıl başa çıkacağız, onlarla olan ilişkilerimizi nasıl sürdüreceğiz? Aşağıda birkaç tavsiye bulacaksınız:

1. Kibirli görünümlerine kanmayın ve egolarını besleyecek davranışlarda bulunmayın.

2. Sabırlı olun. 

3. Grup içinde görüşün. Yanınızda bir kişinin daha olması tüm dikkatin bencil kişiye verilmesini engelleyecektir.

4. Bencilliğinin altında yatan asıl ihtiyaçlarını keşfedin. 

5. Konuyu değiştirin. Bencil insanlar bütün gün boyunca kendi sorunları ve hayatları hakkında konuşabilirler. 

6. Karşınızdakine bencil davranışının sizi nasıl etkilediğini anlatmaya çalışın.

Son olarak, bencil insanların neden bencil olduklarını anlamaya ve yapabiliyorsanız onlara karşı hoşgörülü davranmaya çalışın.



En iyi arkadaşının bencil olması nedeniyle şikayette bulunan birine verilen tavsiyeleri (İngilizce) buradan okuyabilirsiniz. Ebeveynlerin bencil veya narsist olması ise çocuklar için oldukça önem taşıyan bir konu. Yukarıda da bahsettiğim gibi narsistlerin iki yüzü olduğu söyleniyor: Maskelerinden birini dışarıda takarken, birini ise evde takıyorlar. Dışarıdaki herkes narsist anne veya babanın harika bir ebeveyn olduğunu düşünüp dile getirirken, çocuklar o anne veya babanın evdeki gerçek yüzünü görüyor ve hayal kırıklığına uğruyorlar. 

Narsist ebeveynler, çocuklarını kendilerinin bir uzantısı olarak görüyor ve hayallerini çocuklarında gerçekleştirmek istiyorlar. Çocuklarını bir birey olarak görmekten aciz olan bu ebeveynler ya çocuklarını tamamen görmezden geliyor ya da kendi isteklerini çocuklarında gerçekleştirmek istiyorlar. 

Narsist ebeveynlerin çocukları, ebeveynlerinin kendilerine olan davranışlarının çocukken veya ergenlikten önce daha iyi olduğunu söylüyor. Bu dönemlerde çocuklar daha kolay kontrol ve manipüle edilebildiğinden dolayı ebeveynler çocuklarına karşı daha iyi davranırken, ileriki yıllarda duygusal tacizde bulunmaya başlıyorlar.

Kaynak:
http://www.huffingtonpost.com/roya-r-rad-ma-psyd/dealing-with-arrogant-people_b_990331.html?utm_hp_ref=fb&src=sp&comm_ref=false
http://www.lightshouse.org/the-narcissistic-parent.html#axzz2G4tsDoJw
http://suite101.com/article/dealing-with-selfabsorbed-people-a141121

Resim kaynakları:
http://www.susanwhitcomb.com/wp-content/uploads/2011/08/self-centered.jpg
http://www.rottenecards.com/ecards/Rottenecards_60768893_p35d9pqtx4.png
http://www.transformedblog.com/wp-content/uploads/2011/11/me.jpg

14 Aralık, 2012

474 - İşleyen demir ışıldar: Boş durmak neden dayanılmazdır?

Cuma, Aralık 14, 2012 Gönderen Berna Arslan 1 yorum
Yapacak çok işim olduğunda stresli de olsam daha mutlu oluyorum. Bir süre boyunca yapacak bir şey olmadığında -tez öğrencileri beni anlayacaktır- hayatı tümüyle sorgulayıp depresyona girmem kaçınılmaz oluyor. Hobilerime bile yoğun olduğum dönemlerde daha çok vakit ayırırım.

Benim gibi meşgul olunca daha mutlu olan insanlar var mıdır diye internette bir arama yapınca karşıma 2010 yılında yapılmış bir psikoloji araştırması çıktı. Bu araştırmada doldurmaları için bir anket verilen katılımcılar, bir sonraki anket için 15 dakika bekleyeceklerini biliyorlar. Önlerine iki seçenek sunuluyor: İsterlerse doldurdukları anketi yakında bulunan bir yere götürüp geri gelerek kalan zamanda bekleyebilirler. Veya doldurdukları anketi kampüsteki daha uzak bir yere götürüp geri gelerek bu onbeş dakikayı doldurabilirler. İki türlü de anketi teslim ettiklerinde kendilerine şekerleme verileceğini biliyorlar.

Uzak mesafeyi yürümeyi tercih edenlerin sonuçta daha mutlu olduğu ortaya çıkıyor. Çoğunluk ise yerinde durmayı tercih ediyor. Fakat koşullar değişince kararlar da değişiyor. Katılımcılara kısa ve uzak mesafedeki iki yerde farklı şekerlemeler verileceği söylenince çoğunluk uzun mesafeyi tercih ediyor, çünkü uzun yolu katetmek için geçerli bir mazeret bulmuş oluyorlar.

Kısaca, insanlar boş durmayı sevmiyor. Zamanımızı anlamsız işlerle de olsa doldurduğumuzda daha mutlu oluyoruz.


Bunu destekleyen bir örnek de gerçek hayattan; ABD'deki bir havaalanından geliyor. Yolculardan bagaj bekleme sürelerinin çok uzun olduğuna dair şikayetler alan havaalanı yönetimi bu şikayetleri dikkate alarak bagaj kısmında çalışan eleman sayısını artırıyor. 8 dakikaya düşen bekleme süresi normal kabul edilirken yolculardan gelen şikayet sayısında azalma görülmüyor. 

Bunun üzerine daha detaylı bir analiz yapan havaalanı yönetimi yolcuların varış kapısından bagaj alımına bir dakika kadar yürüdüklerini ve bagaj alımında yedi dakika kadar beklediklerini görüyor. Yani yolcular zamanlarının büyük kısmını hiçbir şey yapmadan bekleyerek geçiriyorlar. 

Yönetim bunun üzerine akıllıca bir kararla varış kapılarını daha uzak bir noktaya çekiyor ve yolcuların bagaj alımına kadar daha uzun bir mesafe yürümelerini sağlıyor. Şikayetler neredeyse sıfıra iniyor.

Başta bahsettiğim bilimsel çalışmayı yürüten Christopher K. Hsee ise asistan öğrencilerine boş durmamaları için anlamsız işler verdiğini itiraf ediyor. Etik değil ama bu onları mutlu ediyor diyor. 

Dipnot: Ben bu konuya bir de toplu taşımadan örnek vermek istiyorum. İki yaka arasındaki metrobüs yolculuğu çok kısa -en fazla 15 dk. kadar- olmasına rağmen insanlar metrobüste oturmak için birbirini ezerken, 40-50 dakika sürecek bir otobüse binerken böyle bir arbede yaşanmıyor. Bence bunun sebeplerinden biri metrobüs yolculuğunda hiçbir şey yapmadan metrobüse binilen ilk noktada beklenilmesi. Ara duraklarda inen yolcu sayısı az, kimse metrobüste ilerlemiyor, hayat çok statik ve sıkıcı. Otobüste ise duraklarda inenler binenler var, bindiğiniz yerde durmanız neredeyse imkansız. Tabii oturma şansınız da mevcut, hayat o kadar sıkıcı değil, insanlar da o kadar mutsuz değil. Siz ne dersiniz? :)


Resim kaynak:
http://sayiyorum.com/wp-content/uploads/2012/01/kuyrukta-beklemek.jpg 
http://www.designofsignage.com/application/symbol/building/largesymbols/waiting.html

06 Aralık, 2012

473 - Pancar turşusunu evde yapın

Perşembe, Aralık 06, 2012 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok
Pancar turşusu yapmanın bu kadar kolay olduğunu bilseydim bu işe daha erken girişirdim. Aşağıda vereceğim tarifle alıştığınız pancar turşusu tadını kolayca yakalayacaksınız.

Gereken malzemeler:

4 pancar,
1.5 tatlı kaşığı şeker,
2 çay kaşığına yakın tuz,
4 yemek kaşığı sirke,
3-4 diş sarmısak,
su

Yapılışı:

Pancarları soymadan sadece saplarını ve ucunu keserek tencereye bütün halinde koyun. Üzerine gelecek kadar su koyarak haşlayın. Çatal batacak duruma geldiklerinde -ne çok yumuşak, ne de çok sert- tencereden alıp kabuklarını soyabilirsiniz. Bu arada haşladığınız suyu dökmeyin!

Pancarları istediğiniz gibi doğradıktan sonra büyükçe bir kavanoza koyup üstüne haşlama suyunu dökün. Kavanoza sirke, şeker ve tuzu ekleyin. Sarmısakları soyup bıçakla ezerek kavanoza ekleyin. Bir gece dışarıda, daha sonra buzdolabında bekletin. Damak tadınıza göre şeker, tuz veya sirke eklemesi yapabilirsiniz.

Afiyet olsun!

Dipnot: Pancarın boyama özelliğine karşın giysilerinize dikkat edin.

Resim: http://www.haberler.com/elbistan-da-pancar-alimi-basladi-3930180-haberi/

03 Aralık, 2012

472 - Nasıl açıklanabilir: Uzaylılar tarafından kaçırılma

Pazartesi, Aralık 03, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , 9 yorum
Uzaylılar tarafından kaçırılıp bilimsel amaçlı incelendiğine veya bir uzaylıyla cinsel ilişkiye zorlandığına inanan birçok insan var. Bu kaçırılma hikayeleri 1950'li yıllarda duyulmaya başlandı. En ünlü hikayelerden biri 1957 yılında Brezilyalı bir çiftçinin anlattıkları. Çiftçi Antonio Villas Boas, gökyüzünde kırmızı bir ışığın ardından tarlaya yuvarlak bir cismin indiğini gördü. 1 metre boyunda, gri kıyafetleri olan, mavi gözlü bir yaratık Boas'ı yakalayıp uzay gemisine götürdü. Boas'ın giysilerini çıkarıp üzerine jel sürdüler, kan örneği aldılar ve bir gaz sıktılar. Daha sonra uzun beyaz saçları olan dişi bir varlıkla cinsel ilişkiye girdi. Bu dişi varlık, karnına dokunup yukarıyı işaret etti. Boas, bunu çocuklarını uzayda büyüteceği olarak yorumladı. Uzay gemisi turundan sonra bırakılan Boas, toplamda dört saatini uzay gemisinde geçirdiğini iddia etti. İlerleyen günlerde Boas'ın ciddi bir şekilde radyasyona maruz kaldığı tespit edildi. Boas, bu hikayesini hipnoza başvurmadan anlatan nadir "kaçırılan" insanlardan biri. 


Yıllar boyu uzaylılar tarafından kaçırılma hikayelerini birçok insan anlattı. Bu hikayelerin ortak noktaları şunlardı:

1. Yakalanma: Kaçırılan kişinin zorla bir uzay gemisine bindirilmesi.
2. İncelenme: İnvazif girişimlerle vücudun incelenmesi veya zorla cinsel ilişki.
3. İletişim: Uzaylılar kişiyle iletişim kurar veya belli bireylerle iletişim kurmasını sağlarlar.
4. Tur: Uzay gemisinin kaçırılan kişiye gezdirilerek gösterilmesi. 
5. Zaman kavramının yitmesi: Kaçırılanlar deneyimlerinin büyük kısmını unutuyorlar.
6. Geri dönüş: Kaçırılanların dünyaya geri dönüşü. Giysileri bozulmuş ya da vücutlarında yaralanmalar olmuş olabiliyor.
7. Işığı görme: Mistik bir deneyim yaşadığına inanan kaçırılan kişi büyük bir sevgi veya Tanrı'yla bir olma gibi hisler yaşayabilir.
8. Netice: Kaçırılan kişi kaçırılmanın yarattığı fiziksel ve duygusal etkilerle başa çıkmaya çalışır.

3., 4., ve 7. adımların daha nadir yaşandığına dikkat çekiliyor. 

Peki bu ortak anılar nasıl ortaya çıkabilir? Uzayda yaşayan diğer varlıkların olabileceğine ama onların bizi kaçırıp incelemediğine inanan bir kişi olarak nedenleri özetleyeyim:

Hipnoz altında anlatma

Birçok kaçırılma hikayesi yalnızca hipnozdayken anlatılıyor. Bu da kaçırılma olaylarına gölge düşüren en büyük etken. Bugün biliyoruz ki, hipnoz altındayken anlatılan olaylar gerçek anılar olmayabiliyor. Psikanaliz yöntemi, hastalarda gerçek olmayan cinsel taciz anıları yarattığı için ciddi eleştiriye maruz kaldı. Psikanalistler tarafından uygulanan yöntemlerle çocukken cinsel tacize uğradığını veya hamile kaldığını hatırlayan kadınlar, bunun gerçek olmadığı ortaya çıkınca dava açarak oldukça yüklü miktarlarda tazminat elde ettiler.
Ayrıca, gerçek olmayan anıların gerçekmiş gibi zihne yerleştirilebileceği başka çalışmalarla ortaya çıktı. Bu konuda Elizabeth Loftus'un yaptığı çalışmalar oldukça yol gösterici. Örneğin çocukken bir alışveriş merkezinde kaybolduğuna inandırılan kişiler, böyle bir anıları olmamasına rağmen, buna kısa sürede inanıp anı hakkında detaylar vermeye başladılar. Bu sebeple, hipnoz altında anlatılan hikayelere şüpheyle bakmak gerekiyor.

Fanteziye eğilimli olmak
 
Bunun dışında, fanteziye eğilimli (fantasy prone) olan kişilerin hipnotize olma eğiliminin daha yüksek olduğu görülüyor. Bu kişiler, halüsinasyonlara karşı daha açık oluyor ve fantezi ile gerçeği ayırt etmekte zorlanabiliyorlar. Fanteziye eğilimlilik, bir kişilik özelliği olarak görülüyor ve bu kişiler incelendiğinde tamamen normal oldukları görülüyor. Ancak şu özellikleri konumuzla doğrudan ilgili olabilir: Çok canlı anılara sahip olmaları, psişik yeteneklere sahip olduklarını iddia etmeleri, kolayca hipnotize olmaları, spiritüel ve fantezi edebiyatı okumaları, beden dışı deneyim yaşadıklarını iddia etmeleri ve/veya uyanıkken rüya gördüklerini belirtmeleri, dinsel imgelemler gördüklerini söylemeleri.

Uykuda gelen kötü varlık

Astronom Carl Sagan'ın da belirttiği gibi uykuda kötü varlıklar tarafından taciz edilme veya kaçırılma tarih boyunca insanlarda görülen korkularla örtüşüyor. Batıdaki inanışa göre incubus adındaki varlık gece uyuyan kadınların üzerine gelip onlarla cinsel ilişkiye giriyor. Aynı şekilde succubus adında bir dişi varlık da uykudaki erkeklerle beraber oluyor. Bu korku bugün uzaylılarla ilişkilendirilmiş olabilir.
Karabasan

Uyku felci olarak da bilinen karabasan, odada başka bir varlığın olduğu hissini verirken, insanın hareket etmesini de engelliyor. İnsanların gördükleri rüyaya bedensel tepkiler vermemeleri için normalde uyku sırasında kaslar zayıflıyor. Karabasan ise kaslar zayıflamışken, ama beden tam uyku ile uyanıklık arasındayken -yani uyumadan veya uyanmadan hemen önce- gerçekleşiyor. Bu durum kültürlerde benzer şekilde ama başka varlıklar vesilesiyle tanımlanıyor: Hayalet, cadı, incubus veya iyi saatte olsunlar gibi örnekler mevcut (şuraya göz atılabilir). 20. ve 21. yüzyılda ise karabasanların uzaylılar olarak yorumlanması normal görülüyor, çünkü bugünün bilinmeyenini uzaylılar oluşturuyor.

Ailede var

Kaçırılan insanların birçoğunun ailesinde de kaçırılmalar görülüyor. Bu da aile içinde anlatılan hikayelerin bireyleri etkilemiş olma ihtimalini doğuruyor.

Ülkeler

Tahmin edin uzaylı tarafından kaçırılma hikayeleri en çok hangi ülkede yaygın? Doğru bildiniz, Amerika Birleşik Devletleri.

Dipnot: Uzaylılar tarafından kaçırıldığına inanan bir çocuğun yer aldığı House bölümü tavsiye edilir - Sezon 3, Bölüm 2

Kaynak: 
http://www.haktanir.org/ufo/kacirilma.html
http://en.wikipedia.org/wiki/Abduction_phenomenon#Demographics
http://faculty.washington.edu/eloftus/Articles/sciam.htm
http://lifepsychologyandalotmore.blogspot.com/2011/06/alien-abduction-or-false-memory.html
http://www.delusion-free.com/fantasy.html

Resim kaynakları:
http://www.agoracosmopolitan.com/news/ufo_extraterrestrials/2012/11/06/4782.html
http://beaut.ie/blog/2009/holy-hypnosis-batman/
http://cindypwofficialweb.blogspot.com/2010/06/sleep-paralysis-part-1-about-sleep.html

28 Kasım, 2012

471 - Amish'lerin Gizli Yaşamı

Çarşamba, Kasım 28, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , 6 yorum
Bu ara beni Amish'lere karşı bir merak aldı. Eminim Amish'leri duymuşsunuzdur. Çoğumuz onları elektrik kullanmamaları, basit bir yaşam sürmeleri ve tek tip kıyafetleriyle tanırız. Peki Amish'ler bir günlerini nasıl geçirir, toplumun kuralları nelerdir, dinlerini nasıl yaşarlar, nasıl evlenirler?

Amish'ler günümüzde ABD'de ve Kanada'da yaşıyorlar. Kanada'daki Amish'lerin sayısı oldukça azken, ABD'de nüfuslarının 300.000'e yaklaştığı düşünülüyor. 18. yüzyılda İsviçre ve Alsace'tan göç ederek Pennsylvania'ya yerleşmişler. Amish'lerin din anlayışı, 16. yüzyıldaki radikal reformist Hristiyanlar olan Anabaptistlere dayanıyor. Anabaptist liderlerden biri olan Jakob Ammann, Amish'lerin isim babası.


Amish'ler doğumda değil 16 ila 25 yaşları arasında vaftiz oluyor. Evlenmek için vaftiz olmak şart. Evlilik yalnızca Amish topluluğundan bireyler arasında gerçekleşebiliyor. Amish'lerin hayatları sıkı kurallara bağlı. Bu kurallar, ilk bakışta giyim ve dış görünüş konusunda kendini gösteriyor. Erkekler, üç düğmeden fazlasına sahip olmayan pamuklu gömlekler ve askıyla tutturdukları pantolonlar giyip şapka takarken; kadınlar kendilerinin diktikleri, kolları dirseğe gelen, belli uzunlukta elbiseler giyiyor ve İncil'de kadınların başlarını örtmesi gerektiği yazdığı için bone takıyorlar. 


Her Pazar bir ailenin evinde toplanıp dini ibadetlerini yerine getiriyorlar. Böylece her Pazar kilisenin yeri, bir ailenin evi oluyor. Çocukluktan itibaren İncil'in öğrenilmesine büyük dikkat gösteriyorlar. Yemeklerden önce ve sonra dua ediyorlar. Pazar günleri öğleden sonraları çalışmamaya özen gösterip çocuklarıyla vakit geçiriyorlar. Yasak olmamasına rağmen doğum kontrol vasıtasıyla aile planlaması yapmıyorlar. Ortalama bir Amish ailesinin yedi çocuğu bulunuyor. Kadınlar, topluluğun diğer üyelerinin çocuklarıyla da vakit geçiriyor.


Merkezi bir kilise yönetim sistemi bulunmuyor. Bu yüzden her bölgedeki kilisenin koyduğu kurallar farklar gösterebiliyor. Bu kurallar bütününe Almanca'da düzen anlamına gelen Ordnung adı veriliyor. Ordnung'a göre her Amish'in Tanrı'ya, aileye ve topluluklarına adanmış basit bir yaşam sürmesi gerekiyor.


Amish kurallarına karşı çıkanlar toplumdan dışlanma riski ile karşı karşıya. Dışlanma oldukça acı verici bir ceza, çünkü Amish'ler birbirine sıkıca bağlı bir toplum. Dışlanan bireylerin diğer bireylerle ilişkisi kesiliyor. 


Yapılacak işler konusunda katı bir kadın-erkek ayrımı var. Erkekler tarım, inşaat, ahır işleriyle uğraşırken; kadınlar bahçeyle ve evle ilgileniyor (yemek yapma, dikiş dikme, konserveleme, temizlik vb.) ve çocuk bakımıyla uğraşıyorlar. Genelde her Amish ailesinin bir çiftliği ve bir ahırı var. Amish'lerin ana geçim kaynağı süt ve süt ürünlerinin satışı. Ataerkil Amish toplumunda kadınlar kocalarına itaatkar olacak şekilde yetişiyor. Çalışma, güneşin doğumu ile başlayıp batışı ile son buluyor. Ailedeki gençler, evdeki veya dışarıdaki işlere yardım ediyor ve günler oldukça yoğun ve yorucu geçiyor. Bir yerden bir yere gitmek istediklerinde at arabalarını kullanıyorlar. Bazı durumlarda Amish olmayan tanıdıklarının otomobillerine de biniyorlar. Ayrıca bazen alışverişlerini "dış dünyada" gerçekleştiriyorlar.


Amish'ler, Marilyn Monroe'yu ya da John F. Kennedy'i tanımıyor. Gençler, İslam gibi başka dinler olduğundan da haberdar değiller. Dış dünyaya oldukça kapalı bir toplum olarak yaşıyorlar. Buna rağmen bazı Amish topluluklarında benim çok faydalı bulduğum bir adet var: Rumspringa. Bu adete göre ergenliğe erişmiş Amish gençlerine bir süreliğine modern dünyaya katılma izni veriliyor. Bu süreden sonra ise bu gençler, Amish toplumunda mı yoksa modern toplumda mı yer alacaklarına karar veriyorlar. Böylece dışarıdaki toplumu merak ederek yaşamıyor ve kararlarını kendileri almış oluyorlar. Büyük bir kısmı ise Amish toplumunu tercih ediyor. Amish'leri tercih etmeyenlerin, aile ve arkadaşlarını hayatları boyunca bir daha görmemesi yüksek bir ihtimal.


Amish'ler arasında şiddet olayları görülmüyor, oldukça güvenli bir toplum. Bunun sebebi İsa'nın öğretisini bu şekilde yorumlamış olmaları. Yani bir yanağına vurulursa öbür yanağını da çeviren, düşmanına şiddet göstermeyen bir topluluk Amish'ler. Orduya katılmıyorlar. Şiddet karşıtı bir toplum oldukları ise en iyi şu örnekten anlaşılabilir: 2006'da bir Amish okuluna saldırı olmuş ve vurulan on kızdan beşi ölmüş. İntihar eden saldırgan hakkında Amish topluluğun yanıtı ise çok çarpıcı. Ölen kızlardan birinin dedesi, genç akrabalarını katilden nefret etmemek üzere uyarmış ve şunları söylemiş: "Bu adam hakkında kötü düşünmemeliyiz. Bir annesi, bir eşi ve bir ruhu vardı ve şimdi adaletli Tanrı karşısında duruyor". Sonuç olarak katil, Amish topluluğu tarafından hızlı bir şekilde affedilmiş.


Eğitime gelince Amishlerin ilkokul dönemi için kendi okulları var. 13-14 yaşlarında eğitime son veriyorlar, kendi hayat tarzlarında daha fazla eğitimin gerekmediğini düşünüyorlar. Yüksek eğitimin bireyleri maddiyata fazla değer vermeye ittiğine inanıyorlar. Gururu ve kişisel egoyu besleyecek faaliyetlerden uzak duruyorlar. Konuştukları ana dil Pennsylvania Danca'sı. Okuma yazma için ve okullarda genelde İngilizce kullanılıyor. Kilisede ise Almanca'yı kullanıyorlar. 


Amish'lerin teknolojiyi reddetmesi onu şeytanın işi olarak yorumlamalarından değil. Altında anlamlı bir felsefe yatıyor. Amish'ler teknolojinin insanı açgözlü yaptığını düşünüyor. Örneğin, tarlası için son teknoloji ürünü bir traktöre sahip bir çiftçi, kısa zamanda daha çok tarlayı sürebileceği için daha çok toprak isteyecektir. Bu da topluluk içinde gerginliklere yol açacak ve topluluğu idealden uzaklaştıracaktır.




Amish'ler, 18. yüzyılda yaşamış aşağı yukarı 200 kişiden türedikleri için genetik hastalıklar toplumda tehlike oluşturuyor. Ancak sağlıklı yaşam tarzları onları kansere karşı koruyor. 


Amish'lerle ilgili çeşitli belgeselleri youtube'da bulmak mümkün. Benim en çok hoşuma giden, bir Amish ailesinin günlük hayatlarını ve Amish toplumunun kurallarını anlattıkları belgesel oldu. Burada bulabilirsiniz. Bu sevgi dolu aile, aslında Amish kurallarına karşı gelip filme çekilmelerine izin vermişlerdi. Bu yüzden dışlanma tehlikesiyle de karşı karşıyaydılar. Ancak dışlama kavramını dinin değil insanların ortaya attığını düşünüyor ve dışlanmış bireylerle de görüşmeyi sürdürüyorlar. Bu belgeselde yer alan ailenin babası, bazı insanların daha büyük bir ev alınca ya da Amish hayatını benimseyince mutlu olacağını düşündüğünü, ama mutluluğun bunda değil inançlı olmakta yattığını söylüyor.


Günümüzün hızlı tempolu yaşamına hayır demiş, kendi bildiği gibi yaşamayı beceren nadir, belki de tek toplum olan Amish'lerden öğreneceklerimiz var.


Kaynak: 
http://www.articlemyriad.com/amish-children-socialization-community/, http://en.wikipedia.org/wiki/Amish

Resim kaynakları: 
http://mjstevenson.blogspot.com/2008/07/amish-country.html, 
http://www.welcome-to-lancaster-county.com/amish-buggy.html

27 Kasım, 2012

470 - Tabii ki sağdaki!

Salı, Kasım 27, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Sağlakların her şeyin sağ, solakların da her şeyin sol tarafını tercih etmeye meyilli oldukları yapılan çalışmalarla bulundu. Eğer sağlaksanız, önünüzde duran iki kazaktan, iki özgeçmiş örneğinden hatta iki uzaylıdan sağdakini seçme ihtimaliniz daha yüksek.

Daha baskın ellerinin kontrolünü felç yüzünden yitiren hastaların zaman içinde seçme eğilimlerini diğer ellerinin bulunduğu tarafa kaydırdıkları gözlenmiş. Benzer şekilde domino taşlarını dizerken baskın ellerini kullanması yasaklanan kişiler, bu görevi bitirdikten sonra iki şey arasında seçim yaparken domino dizerken kullandıkları -yani baskın olmayan ve yasaklanmayan- ellerinin bulunduğu tarafı seçmeye eğilim gösteriyorlar.


Bu çalışmanın gösterdiği ise insanların ellerini kullanış biçimlerini değiştirmenin onların iyilik ve kötülük kavramlarının değişimine yol açması. Yani insanlar baskın olarak kullandıkları ellerinin bulunduğu tarafı daha iyi olarak algılıyor olabilirler.Kültürümüzde "sağ" tarafın ve elin daha iyi algılanması ve bir dönem solak çocukların sol ellerini kullanmasının engellenmesi belki biraz da bununla ilgilidir.

Kaynak çalışma: http://www.casasanto.com/papers/Casasanto&Chrysikou_2011.pdf
Resim kaynak: http://gdac-abc.blogspot.com/2010/12/left-and-right.html

26 Kasım, 2012

469 - Jane Austen ve aykırı kahramanı Emma

Pazartesi, Kasım 26, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , 2 yorum
Ünlü İngiliz yazar Jane Austen'ın "Akıl ve Tutku" (Sense and Sensibility) ve "Gurur ve Önyargı" (Pride and Prejudice) adlı tanınmış romanlarını okumuştum. BBC'de Emma adlı dört bölümlük bir mini diziye rastladım ve bu dizinin Jane Austen'ın Emma adlı romanından uyarlandığını öğrendim. Bunun üzerine öncelikle kitabı okumaya karar verdim.

Emma, yazarın yaşarken yayınlanmış son romanı. 1775-1817 yılları arasında yaşamış olan Austen, yaşamak için çalışmak zorunda olmayan, birbirine bağlı bir ailede yaşamış. Altı erkek ve bir de kız kardeşi bulunan Austen, eserlerinde genelde kadının evlilikle beraber elde ettiği toplumsal ve ekonomik güvenceyi işlerken, gerçek hayatta evlenmemiş. En iyi arkadaşı ve sırdaşı olan kız kardeşi Cassandra da hiç evlenmemiş.
Kız kardeşi Cassandra tarafından yapılmış olan Jane Austen portresi eskizi, 1810
Austen, yetişkin bir kadın olduğunda onun yaşındaki ve toplumsal statüsündeki kadınlardan beklenen işleri yaparak hayatını sürdürüyormuş. Bunların arasında piyano alıştırması yapmak, kız kardeşi ve annesine evin idare edilmesinde yardımcı olmak, çocuk doğumunda kadın akrabalarının ve ölüm döşeğinde yaşlı akrabalarının yanında bulunmak sayılıyor. Komşularla sosyalleşmenin genelde danslı toplantılarda bir araya gelmek anlamına geldiği o dönemde, kardeşi Henry'nin söylediğine göre, dans etmeyi çok seven yazar, bu konuda başarılıymış da.

Günümüzün en çok okunan yazarlarından biri olan Austen'ın yazarlık kariyeri ailesi tarafından desteklenmiş. Yazdığı romanları ailesine de okuyan Austen'ın ilk yazma denemelerinin 1787 gibi erken bir yılda başlamış olabileceği söyleniyor. Bu yıllarda yazdıkları, daha sonra Juvenilia adında bir dizide toplanmış. Yaşarken pek ünlü olamayan Austen, 1940'lara gelindiğinde büyük bir İngiliz yazar olarak kabul görüyor.

Yazar, Emma romanına başlamadan önce hikayenin kahramanını şöyle tanımlamış: "kendimden başka kimsenin pek sevmeyeceği bir kadın karakter". Emma Woodhouse, zengin, güzel ve akıllı olarak tanıtılıyor. Sınıf ayrımını gözeten ve kendisinden aşağıda gördüğü kimselere uzak duran Emma'nın en büyük zevki çöpçatanlık yapmak. Annesinin ölümünden sonra evin idaresini ele alan Emma, mantıklı bir kadın portresi çiziyor. Maddi durumu iyi olduğu ve kararlarını kendi verdiği için asla evlenmeyeceğini söylüyor ve bunun tek istisnasının aşık olmak olacağını belirtiyor. 

BBC'de yayınlanan mini dizi Emma
Bundan önceki romanlarında Austen, kadın karakterlerini maddi olarak ayakta durmak için evlenmesi gereken karakterlerden seçerken, Emma'da bir istisna yapıyor ve maddi olarak bağımlı olmayan, çevresindekileri yönetmeyi seven, iyimser ve neşeli olan ve pek de romantik olmayan bir kadın karakter yaratıyor. O dönem için oldukça ilginç bir karakter olduğunu düşündüğüm Emma, sanırım şimdiye kadar en çok sevdiğim Austen karakteri oldu.

Romanın 1996 yılında Gwyneth Paltrow'un Emma'yı canlandırdığı bir film uyarlaması bulunuyor, ancak pek başarılı olmadığı söyleniyor. BBC versiyonu mini diziyi ise kesinlikle tavsiye ederim. Emma'nın İngilizce sesli kitap versiyonu da ücretsiz olarak şurada bulunuyor.

Resimler:
http://www.thehindu.com/life-and-style/nxg/article396821.ece, http://en.wikipedia.org/wiki/Jane_Austen

468 - Çocuklara verilen anlamsız veya kötü anlamlı isimler

Birkaç yazı önce yıllara göre çocuklara en çok verilen isimlerden bahsetmiştim. Bir de çocuklara verilmesi anlamsız ya da uygun olmayan ama günümüzde popüler olan isimler var. 
http://www.etkinlikpaylas.com/indir/showthread.php?10024-anne-%C3%A7ocuk-sa%C4%9Fl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-dersi-slaytlar%C4%B1
Çocuğunuza isim vermeden önce şunları göz önünde bulundurun:

Aleyna: 'üzerimize/üzerinize' anlamında Arapça bir zarf olan aleyna, sadece Kuran'da geçtiği için verilen isimlerden biri.

Ceylin: Bu ismin kökü Arapça'da isim ve yengeç anlamlarına geliyor. İnternette aradığınızda ise anlamının 'cennetin kapısı' olduğu iddia ediliyor.

Ecrin: Bu kelimenin kökü de iki anlama geliyor: 1. Ücret, 2. Ahirete ait mükafat, sevap. İnternette aradığınızda anlamının 'Allah'ın hediyesi' olduğunu göreceksiniz.

Esila: Yine Kuran'da geçtiği için verilen isimlerden biri olan esilanın anlamı 'akşamüzeri, ikindi.'
http://www.lafsozluk.com/2010/11/kz-ve-erkek-icin-ikili-cift-isimler.html#axzz2Cs0NinGQ
Jülide: Anlamı 'karışık, dağınık'. 

Minel: 'Cennetteki inci tanesi' anlamına geldiği söylenen minel, Arapça'da yalnızca -den/-dan anlamında kullanılan bir ek.

Nilda: Anlamının 'cennet kapısındaki meleklerden birinin adı' olduğu söylenen nilda, İtalyanca kaynaklı bir isim ve 'savaşa hazır' anlamına geliyor.

Nira: 'Ancak rüyada karşılaşılabilen nadide, güzel' anlamına geldiği iddia edilen nira, İbranice bir isim. Anlamı ise 'dokuma tezgahı'.

İnternette çoğu ismin anlamı yanlış yazılıyor. Tuana'yı internette aradığınızda karşınıza çıkan ilk anlam "cennet bahçesine düşen ilk yağmur damlası" olacak. Ancak Tuana kelimesine Türkçe'de Levent Yüksel'in şarkısı dışında bir yerde rastlanmadığı ve uydurma bir isim olabileceği söyleniyor. Veya Farsça 'güçlü, kuvvetli' anlamına gelen Tuvana'dan dilimize geçmiş olabileceği söyleniyor.

Bazı kaynaklarda Kezban'ın anlamının 'yalancı' olduğu söylense de, Farsça'da 'ev hanımı' anlamına gelen kedban'dan dilimize geçtiği düşünülüyor. Eğer dini yönden çekincelerinizin olduğu isimler varsa, buradaki kaynaktan faydalanabilirsiniz.

Kıssadan hisse: Anlamının cennetle ilgili olduğunu iddia ettiğiniz bir isim uydurup internete yayarsanız, gelecek neslin isim annesi/babası siz olabilirsiniz!

23 Kasım, 2012

467 - Kıyameti bekleyenler

Bu sene içinde Sığınak (Take Shelter) diye bir filme gitmiştik sinemada. Oldukça boğucu bir atmosferi olan filmde rüyalarında yaklaşan kasırgayı gören bir adam kasırgaya saplantılı hale geliyor ve tüm yaşamını ailesini kasırgadan koruyacak bir sığınak yapmaya adıyordu.

ABD'de kasırga gibi diğer felaketleri, yani dünyanın sonunu bekleyen ve buna hazırlık yapan birçok insan bulunuyor. Hayatlarını bu işe adayan insanlar, bazen eşlerinden veya yakın çevrelerinden destek görürken, bazen bu savaşı yalnız tamamlamaya çalışıyorlar. Bu saplantıyı anlatan bir televizyon programını National Geographic kanalında izleyebilirsiniz, adı Kıyameti Bekleyenler (Doomsday Preppers).
http://www.poptens.com/2012/07/13/10-theories-about-the-end-of-the-world/
Kıyameti bekleyenlerin bir kısmı kıyametin sebebinin doğal afetler olacağını düşünürken, bir kısmı ise doların değer kaybedişinin veya başka siyasi nedenlerin ABD'nin felaketi olacağına inanıyor. Bu insanların çoğu sığınak hazırlama işine girişiyor ve öncelikle ailelerinin hayatta kalması için gereken yiyecek, içecek ve temizlik malzemelerini stoklamaya başlıyor. Maddi kaynaklarının oldukça büyük bir kısmını bu işe yatırıyor ve  kendi ailelerine odaklanıp kaynaklarını komşularından ve diğer insanlardan nasıl koruyacaklarının da hesabını yapıyorlar. 

Şurada bahsetmiştik bireysel kültürün ABD'de ne kadar yaygın olduğundan. Bunun yansımaları gerçekten de kıyameti bekleyen insanlarda görülüyor. Kimisi kendi kaynaklarından faydalanmaya gelecek komşularına karşı cephane hazırlarken, kimisi camlarını kurşun geçirmez ve darbelerle kırılmaz camlarla değiştiriyor. Ailesiyle içine binerek korumalı bir şekilde uzaklaşmayı planladıkları bir askeri tank satın alan bile var (bunun yasal olması da ilginç tabii).

2012'de kıyametin geleceğine inanan birçok kişi 21 Aralık'ı bekliyor ve Maya takvimine göre dünyanın sonunun geleceğine inanıyor. Teorilerden biri gizli gezegen Nibiru'nun Samanyolu takım yıldızına çarparak Dünya'yı ekseninden kaydıracağı. Kıyamet teorilerinin en çok tuttuğu yer ise ABD. Bu durum, 11 Eylül saldırılarına, ekonomik olarak gerilemeye, Irak ve Afganistan'daki savaşlara ve nükleer tehlikelere bağlanıyor.
2012 Kıyamet Günü
Yine de kıyamet hikayelerinin tüm kültürden insanları etkilediğini unutmamak gerek. Bunun sebebi dini öykülerin içinde kıyamet fikrinin olması olabilir. Ayrıca kıyamet fikri, sistemde ezilen bizlerin kaos yoluyla adalet bekleyen tarafına da hitap ediyor olabilir. (Son zamanlarda Batman gibi popüler filmlerin de bu konunun üzerine gitmeye başlaması dikkatinizi çekmiş olabilir)

Bu kıyamet senaryolarının yanında bir de zombileri bekleyenler var. Şaka değil, gerçekten zombi salgınının gerçekleşmesini uman insanlar var. Peki neden? Bu konuya birçok kişi kafa yormuş, gelin olası sebeplere göz atalım:

1. Zombi salgınını bekleyen ana kesim genç erkekler. Böylece suçluluk duymadan -filmlerde ve bilgisayar oyunlarında gördükleri gibi- şiddet uygulayabilirler.
http://openclipart.org/detail/33931/zombie-warning-road-sign-by-bnielsen
2. Amerikan filmlerinde ve bilgisayar oyunlarında kötü adamlar bellidir, eminim dikkatinizi çekmiştir. Bir numaralılar elbette Ruslardır, kötü adam Rus furyası maalesef hala bitmedi. Daha eski yıllarda Kızılderililer, Naziler, Japonlar varken elbette son yıllardaki favorileri Araplar. Ama gitgide kötü adam eksikliği çekilen Amerikan kültüründe zombiler mükemmel bir seçim. Zaten ölü oldukları için onları öldürmek ahlaken yanlış gelmiyor.

3. Zombi salgınıyla dünya çöktüğünde her şey bedava olacak. Şimdi para ödeyip aldığımız yiyecek ve içecekler ve tüm tüketim ürünleri parasız ulaşılabilir hale gelecek. Daha derinlemesine düşündüğümüzde zaten üretim duracak ve yeni şeyler üretilmeyecek, ancak zombi filmlerine dikkat ederseniz asla açlık çeken bir kahraman göremezsiniz. Bu arada zombileri sinemada ünlü yapan yönetmen Romero'nun onları aslında tüketim toplumunun eleştirisi olarak kullanması da bu noktada oldukça ironik kaçıyor.
Zombi kimlik tespiti
4. Zombi salgınıyla birlikte dünya ilk basit günlerine dönecek. Bugün çoğumuzu depresyona sokan modern ve hızlı hayat yavaşlayacak ve sadece hayatta kalmaya -sığınacak bir yer ve yemek bulmaya ve zombi öldürmeye- odaklı yaşanacak.

5. Kurallarla dolu dünya ve sosyal hayat bir kenara atılacak, herkes davranışlarında özgür olacak. Örneğin 'grand theft auto' gibi oyunların kullanıcılarına sağladığı asıl zevk, sokaklara çıkıp normalde yapamayacakları şeyleri yapmaları. Zombi salgını da bu kaos ortamını sağlayacak.

6. Güç dengelerinin alt üst olduğu kıyamet sonrası dünyada, artık zengin adamların üstünlüğü yok. Bu dünyada önemli olmak için hayatta kalmak yeterli. Yıllarca zombileri öldürdüğü bilgisayar oyunları oynamış bir kişinin gizlice zombi salgının beklemesi çok normal, çünkü yeni dünyanın kahramanı o olabilir.

Son olarak, eğer bir gün insanlık kendi kıyametini veya doğa insanlığın kıyametini getirirse tahmin edilen o ki, dünya insanlık olmadan kendini kısa sürede toparlayacak ve doğa ana yeniden doğacak. ("Life after people" belgesini izleyin).
Life after people
Kaynak:
http://news.nationalpost.com/2012/09/28/waiting-for-doomsday-our-apocalypse-obsession-likely-to-last-long-past-211212/, http://www.cracked.com/article/136_5-reasons-you-secretly-want-zombie-apocalypse_p2/