Feryal Çubukçu'nun yazısına kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bu bölümde televizyonun uzun süreli etkilerinden ve televizyon programlarında bazı karakterlerin veya sınıfların hiç temsil edilmemesinden bahsediliyor. Özellikle Türk dizileri bu yönden eleştiriliyor.
Yazının ilk bölümü için tıklayın. Diğer konuk yazarlarımızın yazılarına buradan ulaşabilirsiniz. Siz de konuk yazar olmak istiyorsanız, tıklayın.
Gerbner’in araştırmaları televizyonun anlık değil, uzun süreli ve birikimsel etkisini kendisine konu edinir. Gerbner, televizyon dünyası ile gerçek dünyanın farklılıklarını ortaya çıkaran sistemli bir araştırma yürütmüştür. Bu süreçte “sembolik imha” olarak adlandırdığı bir olgunun üzerinde durmuştur. Televizyonda temel sosyal gruplar yani yetişkin, beyaz, erkek, orta sınıf yoğun bir şekilde temsil edilmektedir ancak ötekiler yokmuş gibi davranılır. Televizyonun yarattığı böylesi bir çarpıtmanın izleyicilerin dünyayı algılamaları üzerinde nasıl etki yarattığı ölçülmek istenmiştir. Gerbner, çalışmasında günde uzun saatler boyunca televizyon seyredenlerin dünyayı televizyonun sunduğu biçimde gördüklerini ancak bu dünyanın gerçek dünyadan çok farklı olduğunu ortaya koyar.
Gerbner’in “sembolik imha” olarak adlandırdığı olguya Türk televizyonları açısından bakıldığında, televizyon dizilerinde türbanlı bayanların neredeyse hiç temsil edilmediği görülebilir. Türbanlı bayanlar, toplumsal yapıda geniş çapta varolurken, televizyon dünyasında neredeyse hiç yokturlar. Çok uzun zamandır, sözbirliği edilmişçesine türbanlı karakterlere dizilerde yer verilmemesi durumu sanki hayatın doğal bir gerçeğiymiş gibi benimsenmiştir. Bu anlayışa dur diyen, son dönem dizilerinden Behzat Ç’de, Harun adlı karakterin türbanlı bir sevgilisi olması dizinin fanatikleri tarafından hiç hoş karşılanmamıştır. Dizide türbanlı bir karaktere yer verilmesi büyük tepkilerle karşılanmış ve dizinin senaristi muhafazakârlık ve cemaatçilikle suçlanmıştır. Oysaki Behzat Ç, normal hayatta yaşanabilecek ve hiç de şaşılası olmayan bir durumu ekrana yansıtmıştır. Türkiye’nin toplumsal yapısı nesnel olarak değerlendirildiğinde, televizyonunun oluşturduğu algının gerçek dünyadan çok farklı olduğu görülmektedir.
Türkiye’deki ana akım televizyon yapımlarının geneli temsil etme sorunu sadece türbanlı bayanlarla sınırlı kalmamaktadır. Oruç tutan üst veya orta sınıf mensubu kişilere dizilerde hiç rastlanmamaktadır. Dizilerde oruç tutanlar, alt sınıfa mensup olarak yansıtılmaktadır. Genel olarak namaz kılmak, camiye gitmek ve dua etmek gibi dini ritüellere dizilerde hemen hemen hiç yer verilmez, verilmesi durumunda ise yine alt sınıftan karakterler aracılığıyla izleyicilere yansıtılır. Bu durum ise, Türk toplumunda aslında kayda değer oranda var olan “oruç tutan üst ve orta sınıf”ın televizyonda karşılığının bulunmadığını, bu sınıfın sembolik olarak imha edildiğini söylemek mümkündür.
Türk dizilerinde gerçekten dünyadan çok farklı yansıtılan bir diğer kültürel adet de evlerde terlik giyilmesi konusudur. Hemen hemen hiçbir yapımda kişiler ev içinde terlikle dolaşmamaktadır. Oysaki gerçekte, Türkiye’de evlerin neredeyse tamamında terlik giyilir. Terlik giyme adetine yer veren tek dizi, son dönemde “Yalan Dünya”dır, orada da bu adeti sonradan görme ve sınıf atlamış bir aile yerine getirmektedir. Dizide terlik giyme adeti sanki Türkiye’de sadece geleneksel kökenli aileler için geçerliymiş gibi hafif alaycı bir tonda aktarılmaktadır.
Gerbner’in çalışması çok fazla (günde 4 saatin üzerinde) televizyon seyretmenin, gelir ve eğitim düzeylerinden bağımsız olarak izleyicileri aynılaştırdığı, az televizyon seyretmenin (günlük 2 saatin altında) ise farklı görüşlere açık bir yapı oluşturduğunu ortaya koyar.
Araştırmanın en çarpıcı bulgularından biri toplumun sadece yüzde birinin suça karışmasına rağmen, çok televizyon seyredenlerin kendilerini bu rakamın çok üstünde suçun ve şiddetin varolduğu bir dünyada yaşadıklarına inanmasıdır.
Gerbner’in araştırmasının temel bulgusu televizyonun küçük, aşamalı, uzun dönemli ve birikimsel etkisi olduğu yönündedir. Gerbner, televizyonun izleyiciler üzerinde ölçülebilir, ani bir değişim yarattığını iddia etmez. Ona göre, uzun dönemli maruz kalmalar, birincil etkilere ( dünya hakkında karamsar düşünceler) ve ikincil etkilere (“kanun ve düzen” yanlısı olma gibi tutumlar) yol açar.
Gerbner, televizyon dünyasını oluşturan karakterlerin rollerini analiz ederek, toplumu oluşturan farklı kesimlerin nasıl temsil edildiğini incelemiştir. 1371 programın incelenmesi sonucu, fark edilir düzeyde tutarlı bir rol dağılımı dikkati çekmektedir.
Bulgulara göre:
· Gündüz kuşağı pembe diziler ve yarışma programları dışında kadınlar ekranda üçte bir oranında daha az görünmektedir.
· Yaşlı insanların televizyon temsilleri neredeyse yoktur. (Yüzde üçten daha az)
· Latin kökenli karakterler çok az görünür, sadece yarışma programlarında yüzde birlik oranın üstüne çıkar. Oysaki ABD’de Latin kökenliler nüfusun yüzde 9’unu temsil etmektedir.
· Prime time televizyon nüfusunun büyük kısmı orta sınıf üyesidir.
· Prime time televizyonda fiziksel engelliler ana karakterlerin sadece yüzde 1,5’idir.
· Prime time’da her 100 kahramana 43 kötü karakter düşmektedir.
· Kadınlar, erkeklere göre daha genç yaş grubunun üyeleridir.
· Kötü karakterler dengesiz bir şekilde erkek, alt sınıftan, genç, Latin ve yabancıdır.
· Genç ve yaşlı erkekler, genç ve yaşlı kadınlardan çok daha fazla başarı oranına sahiptir.
Söz konusu bulguları Türkiye’deki programlarla karşılaştırırsak temsiliyet ile ilgili benzer çarpıtmalar söz konusudur. Bahçeşehir Üniversitesi Gazetecilik Bölüm Başkanı Sosyolog Profesör Orhan Tekelioğlu Türk dizileri konusunda benzer saptamalarda bulunmuştur. Dizilerde azınlıkların neredeyse hiç yer almadığını, yer aldıkları tek tük rollerde de kötü karakter olarak yer aldıklarına değinmektedir. Lazların dizilerde varolsalar da komik karakterler olarak geçiştirildiklerini, türbanlıların ise hiç yer almadığına değinmektedir.
Kadın ismi taşıyan dizilerde kadın karakterlerine bakış konusunda Bilgi Üniversitesi’nde yapılan ve içerik analizi içeren bir çalışma da önemli bulgular ortaya koymuştur. 2002-2008 tarihleri arasında Türk televizyonlarında yayınlanan Aliye, Asi, Beyaz Gelincik, Gülbeyaz, Gümüş, Sıla adlı altı dizideki toplam 235 karaktere ait yaş dağılımına bakıldığında karakterlerin yüzde 78’i yetişkindir. Bebekler, çocuklar ve ergenler toplamda karakterlerin yüzde 14’ünü oluşturmaktadır. Öte yandan, Türkiye nüfusunun yüzde 31,2’sinin 18 yaşın altında olduğu bilinmektedir. Bu dizilerde kadın karakter sayısı da erkek karakter sayısından azdır, ancak hemen hemen eşit olarak dağıldığı söylenebilir. İncelenen 6 dizi Türkiye’nin farklı bölgelerinde geçse de yöresel şive farklılıklarına ve farklı etnik kimliklere rastlanmamaktadır. Dizilerdeki kadın karakterlerinin yaş ortalaması 20-35 arasıdır. Fiziksel olarak kusurları bulunmaz. Bu anlamda da, yine Gerbner’in belirttiği çarpıtmalara gidildiği görülmektedir. Gerbner, başrol oyuncusu bayanlar için eşik yaşın 35 olduğunu, bu yaştan sonra kadınlara yan roller veya annelik içeren rollerin verildiğini ifade etmektedir.
Dizilerde işlenen konular açısından bakıldığında da gerçek dünya ile televizyon dünyası arasındaki fark görülmektedir. Cinsel sağlık enstitüsü başkanı Dr. Cem Keçe ise dizilerde ensest, tecavüz ve taciz gibi cinsel travmalara bolca yer verilirken, Türk halkının gerçek cinsel sorunları olan iktidarsızlık, erken boşalma, vajinismus ve orgazm sorunlarına hiç yer verilmediğine değinmektedir.
Resim kaynak:
http://4.bp.blogspot.com/-HrQ0juqKPuw/UQrz4NNR_5I/AAAAAAAAAJg/cXqwG9teF2M/s1600/diziler+eski.jpg
http://uchaustin.files.wordpress.com/2012/12/tv4.jpg?w=300&h=207
http://blogs.longwood.edu/madisonturner/files/2013/01/watching-tv.jpg
0 yorum:
Yorum Gönder