09 Aralık, 2013

Konuk yazardan: "Orange is the new black"

Pazartesi, Aralık 09, 2013 Gönderen Berna Arslan , , 1 yorum

Bugün "Hayallerim, Delorean ve Sen" blogunun sahibesi bize konuk oluyor. Kendisine teşekkür ediyorum ve sizi yazısıyla başbaşa bırakıyorum.



Bunu Bugün Öğrendim’de konuk yazar olmak büyük mutluluk! Bu yazıda Orange Is the New Black adlı diziden bahsetmek istiyorum.

Arrested Development’ı dördüncü bir sezon ile sevenleriyle buluşturan Netflix’in bu senenin Temmuz’unda izleyiciyle kavuşturduğu Orange Is the New Black zeki ve kadın elinden çıkma bir komedi-drama. Dizinin yaratıcısı Jenji Kohan. Kohan, başrolünde Mary-Louise Parker’ın olduğu Weeds adlı Showtime dramasının da yaratıcısıydı ve bir dönem Gilmore Girls’de yapımcılık yaptı. Kadın gözünden kadınlarla ilgili cesur ve çok katmanlı bir diziyi izlememek olur mu?

Orange Is the New Black, bir anı kitabına dayanıyor. Piper Kerman’ın hapishanedeki deneyimlerini anlattığı aynı adlı anı kitabına. Başrol Piper Chapman, Taylor Schilling’e emanet edilmiş. Chapman, otuzlarında, toplumun yüksek orta sınıfından nişanlı bir kadın. Yirmili yaşlarının başında, üniversite sonrası deneysel evresinde tanıştığı ve aşık olduğu uyuşturucu karteli çalışanı kız arkadaşına hizmetinde ufak bir yardımda bulunuyor. Yıllar sonra işlediği bu ufak suçtan ötürü hapishanede 15 ay geçirmesi gerekiyor.

Chapman’la beraber içine girilen bu hiç de tanıdık olmayan mekânda seyirci de onunla beraber düzeni kavramaya çalışıyor.  Adalet sistemi, suç ve suçlu kavramları, hapishanede mahkûmiyetlerinin bitişlerini bekleyen kadınlar üzerinden kurcalanıyor. Hem de olabilecek en eğlenceli ve mizah dolu şekilde. Ayrıca kendini bulma ve sorgulama hakkında insani ve samimi biri dizi oluşuyla da dikkat çekiyor.

Orange Is the New Black, sadece ana karakterlerine yatırım yapan ve  yan karakterleri onları beslemek ve onların etrafında dönmesi için bir çeşit “uydu” anlayışında kullanan dizilerden değil. Dizi, karakterlerinin hepsinin hikâyesine uğruyor zaman zaman. Mekân hapishane olunca, izleyici yollarının sonu buraya açılan kadınların hikâyelerini merak ediyor. Bu merakı karşılıksız bırakmayan Kohan, güzel ve kalp kıran yaşam öykülerini romantik bir realizm ile anlatıyor. Her bir bireyin üzerinden toplumsal eleştirisini de yapıyor.  Binlerce yıldır süren cinsiyet ayrımcılığı sık sık masaya yatırılıyor. Yer yer dolaysız olarak kadınların hikâyeleri üzerinden, yer yerde kök salmış, çürümüş zihniyetlerin hareketleri üzerinden.



Sisteme yapılan eleştiriler ise Orange Is the New Black’i çok değerli bir esere dönüştürüyor.  Dizinin LGBT bireyleri barındırması –Laverne Cox’un (kendisi de bir transseksüel) canlandırdığı transseksüel karakteri sosyal medyada oldukça ses getirdi-  ve onların hikâyelerine yer vermesi, diziyi hem hapishane duvarları ardında toplumdan izole edilmiş her kadın mahkum, hem de her gün toplum içinde soyut duvarlarla dışlanılmaya çalışılan diğer kadınlar için bir tür sözcü konumuna  getiriyor.

Oyuncu kadrosunun başarısının da altı çizilmeli.  Aktrisler rollerinde çok başarılılar. Bütün karakterler bu inanılmaz başarılı aktrislerin elinde unutulmazlaşıyor. Ödül törenlerinde unutulmamaları dileğiyle…



Orange Is the New Black 2014’te ikinci bir sezon ile geri dönecek. 

1 yorum:

Tamilya dedi ki...

Sizin tavsiyenizle izledim ,ilginç bir dizi olmuş.eğer asla yaşamak istemediğiniz size iğrenç gelen durumları izleyip ne kadar güzel bir hayatınız olduğunu görmek isterseniz gayet başarılı bir dizi.ve bazende insanlar ne kadar kötü durumlarda bile mutlu olabiliyorlar diye şaşırabilirsiniz