29 Eylül, 2012

447 - Duvarınızı Kendiniz Dekore Edin

Cumartesi, Eylül 29, 2012 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok

Odanızın duvarlarından birini farklı bir renge boyamayı veya duvar kağıdıyla kaplamayı düşünüyorsanız, sizin için yeni bir önerim var. Hazır desen şablonlarından satın alıp istediğiniz renk ile duvarınızı süsleyebilirsiniz. 

Bu şablonlara Etsy'de rastladım, "wallpaper stencil" diye arayarak çeşit çeşit desenlere ulaşabilirsiniz. Bu desenleri duvarınıza uygulamak için gereken malzemeler ise şöyle:
  1. Desen için kullanacağınız renk (veya renkler)
  2. Bu rengi uygulayacağınız küçük bir rulo fırça
  3. Boyanın fazlasını sileceğiniz rulo kağıtlar
  4. Desen şablonunu duvara yapıştırmak için ve süpürgelikler ile tavanın boyanmasını engellemek için koli bantı
  5. Tavana ve süpürgeliklere yakın yerleri boyayabilmek için küçük fırça
 Deseni nasıl uygulayabileceğinize dair faydalı bir videoyu şu adreste bulabilirsiniz.


28 Eylül, 2012

Konuk yazardan: "Tutumlar ve İkna"

Cuma, Eylül 28, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , , 1 yorum
Arabanızı satmadan önce potansiyel alıcıya deneme sürüşü yaptırmak işe yarar mı? Birinden bir şey yapmasını istemeden önce ona bir iyilikte bulunmak şansınızı artırır mı? Bu soruların cevaplarını ve altında yatan nedenleri öğrenmek için, konuk yazarımız Duygu Biricik'in yazısına buyrun.

Diğer konuk yazarlarımızın yazılarına buradan ulaşabilirsiniz. Siz de konuk yazar olmak istiyorsanız, tıklayın.


Tutumlar, psikolojinin en çok çalışılan konularından biridir. Özetle bireyin herhangi bir objeyi, kişiyi ya da olayı olumlu ya da olumsuz değerlendirmesidir. İnsan aklı ve hisleri, hızlıca yaptığı bir hesapla çevresinde bulunan her şeye olumlu ya da olumsuz bir not verir ve bu notu yeri ve zamanı geldiğinde çıkarılmak üzere hafızasında bir yere yazar. Birtakım bilim insanları, kişide bulunan bu hızlı değerlendirme yetisini hazır yardım paketi olarak değerlendirir. Temelde duygusal, bilişsel ve davranışsal olmak üzere üç bileşenden oluşur. Yani bir nesneye dair değerlendirmemizin içine duygularımız, düşüncelerimiz ve de davranışlarımız dâhil olur.
 
Tutumların dört işlevi vardır:


  1. Uyum İşlevi: Tutum sahibi olmak insanların kişi, nesne, olay ve yerleri “olumlu” ya da “olumsuz” olarak sınıflandırmasına yarar. Bu sınıflandırma olmasaydı insanlar iyi olarak nitelendirdiği kişilere yaklaşırken kötü olarak nitelendirdiklerinden de uzaklaşmazdı. Tutum sahibi olmamız sebebiyle biz insanlar hoşlandığımız şeylere yaklaşırken, hoşlanmadıklarımızdan kaçınıyoruz.

  1. Ego-koruma İşlevi:  Adından da anlaşılacağı üzere tutumlar kişinin kendisini dışarıdan gelen saldırılara ve hayatın gerçeklerine karşı koruma görevi üstlenmiştir. Örneğin, çok gürültü yapıyoruz diye bizi uyaran komşularımıza bizi uyardıkları için kızarız. Oysa ki yanlış bir şey yapmıyor, bizi doğru bir davranışa yönlendiriyorlardır. Yine de bu hareketi egomuza ve dolayısıyla benliğimize yapılmış bir saldırı olarak gördüğümüz için komşularımıza karşı iyi bir tutum sergilemeyiz.

  1. Değer ifadesi İşlevi: Beğendiğimiz ya da beğenmediğimiz şeyleri -diğer bir deyişle tutumlarımızı- dile getirmek, aslında sahip olduğumuz değerleri ifade etmemizdir. Bugün sosyal medyanın en aktif sitelerinden biri olan Facebook’ta bile bir “beğen” seçeneğinin bulunması, tutumların değer ifadesi işlevinin bu sitenin yaratıcıları tarafından bilinmesi sebebiyle oluşturulmuştur. Hepimizde doğuştan gelen bir değer ifadesi ihtiyacı bulunmaktadır. Bu sebeple giydiğimiz giysilerden, tuttuğumuz spor takımlarına hatta yediğimiz yemeklere kadar değerlerimizi yansıtırız.

  1. Bilgi İşlevi: İnsanlar doğası gereği düzen severler ve bu sebeple de yaşamlarında düzenli ve tutarlı olmayı tercih ederler. Bu ihtiyacın bir sonucu olarak -istisnai durumlar dışında- kişiler hayatlarında ilgi duymadıkları alanlarda fazladan bilgi sahibi olmak istemezler. Bu “fazladan bilgi” bir nevi evde yeri olmayan eşyalar gibidir beynimizde. Ait oldukları bir yeri ve dolayısıyla da gerekleri yoktur. Biz insanlar, psikolojik yapımız gereği yalnızca ilgilendiğimiz ve sevdiğimiz konularda bilgi sahibi olmak isteriz. Tutumların bilgi işlevine en güzel örnek çekişmeli geçen bir futbol maçı sonrasında televizyonda yapılan yorum programlarını yenen takımların taraftarlarının seyretmesi ve yenilen takım taraftarlarının bu yorum programlarından kaçmasıdır. Çünkü yenilen takım olumsuz tutumunun olduğu bir durumla karşı karşıya kalmıştır ve bu durumun kendisinde yarattığı olumsuz etkiyi azaltmak için elinden geleni yapacaktır.

İkna, kişilerin tutumlarını değiştirmek üzere girilen bilinçli çabaya verilen isimdir. Reklamlar ve pazarlama kampanyaları, bizlerin ikna uygulamalarını çok sık gördüğü alanlardan biridir. Bilinen birkaç temel ikna taktiğinden bahsedeceğim.

  1. Kapıdaki Ayak Tekniği: Büyük bir şey istemek için önce küçük bir istekte bulunmak taktiğidir. Adını kapıyı tamamen açmadan önce ayağı eşiğe yerleştirmek, böylece kapının tamamen yüze kapanmasını önlemek benzetmesinden almıştır. Önce küçük isteğinizi yerine getirir, sonra da büyük istekte bulunursunuz.

  1. Yüzdeki Kapı Tekniği: Bu teknikte, istekte bulunulan kişinin öncelikle büyük bir isteği reddederek suçluluk hissetmesi sağlanır. Bu suçluluk hissiyle asıl olumlu yaklaşması beklenilen daha küçük isteği yerine getirecektir. Örneğin, bir çocuk babasından karne hediyesi olarak bisiklet istesin. İsteğini yerine getirtmek için babasından önce bisikletten daha pahalı olan bilgisayar talebinde bulunur. Baba bilgisayar almayı reddedince “en azından bisiklet alması” istenir ve baba bu şekilde çocuğun isteğini yerine getirebilir.

  1. Fiyat Kırma Tekniği: Seyahat acentelerinin bu tekniği çok sık uyguladığı gözlemlenir. Örneğin giyim firmalarında indirim yapılmıştır ve çok ucuz bir fiyata giysiler satışa sunulmuştur. Siz bir giysiyi almaya kalkıştığınızda beklenmeyen başka masraflar eklenir ve giysiniz size sunulan fiyatın daha üstüne mal olur.
 

Bizi başka neler ikna edebilir?
Yıllarını ikna taktiklerini keşfetmeye adamış olan Robert Cialdini’ye göre “etkinin 6 silahı” vardır. Bunların başında karşılık beklemek gelir. Eğer birine önce bir iyilikte bulunur, ardından bir şey isterseniz, kişinin istediğiniz şey konusunda tutumu olumsuz olsa dahi iyiliğinizin altında kalmamak isteği çok daha güçlü gelecektir ve kişiyi istediğiniz davranışı yapmaya ikna edebileceksinizdir.  


Bağlılık ve tutarlılık ikinci etki silahıdır. Araştırmalar gösterir ki, insanlar davranışları ve tutumlarının birbirleriyle tutarlı olmasına programlı yaratıklardır. O sebeple bir tutuma sahip olmadan yapılan bir davranış, o davranış hakkında olumlu tutum sahibi olmakla sonuçlanır. Örneğin bugün birçok araba satıcısı araçlarını satmadan önce insanların deneme sürüşünde bulunmasını sağlıyor. Bu deneme sürüşlerinin bir amacı aracı tanıtmak iken diğer bir amacı da araç hakkında hiçbir tutumu olmayan insanlara o araçla sürüş deneyimi yaşatmaktır (bir davranışa yöneltmek). Kişi daha sonra kendi davranışıyla tutarlı olmak adına sürdüğü araca karşı olumlu bir tutum sergileyecektir.  

Sosyal delil Cialdini’nin üçüncü etki silahıdır. İçinde bulunduğunu davranış başkaları tarafından da yapılıyorsa siz de o davranışı gerçekleştirmeye devam edersiniz. Beşinci etki silahı otoritedir. Otorite figürü olarak benimsediğimiz kişilerin verdiği mesajlara ikna olmamız çok daha kolaydır. Reklam filmlerinde konunun uzmanlarının ve doktorların oynatılmasının sebebi budur. Son etki silahı ise yokluktur. Eğer bir ürüne talep çok, ama ürünün arzı azsa insanlar ısrarla o ürünü isteyeceklerdir. Bazı mağazalarda kalan son birkaç ürün olduğu söylentisi de bu etki amacına hizmet etmektedir.
 
Özetlemek gerekirse, günlük hayatta varlığının farkında bile olmadığımız tutumlarımız bizim davranışlarımızı yönlendirir. Önemine ve günümüzde gelinen noktaya rağmen, tutumlar psikoloji bilimi tarafından tam olarak çözülmemiş ve önemini hiçbir zaman yitirmemiş bir konudur.

20 Eylül, 2012

446 - Renk Analizi: Size yakışan renkleri belirleyin

Perşembe, Eylül 20, 2012 Gönderen Berna Arslan , , 2 yorum
 Takım elbise adamı giyiyor                     Adam takım elbiseyi giyiyor
Herkese yakışan belli renkler vardır, eminim hepimizin bu renkler konusunda aşağı yukarı bir fikrimiz vardır. Renk analizi, kişilerin hangi renklerde giyinmeleri ve kadınların hangi makyaj tonlarını kullanmaları gerektiğini bulan bir yöntem. Bu yöntemle kişiler öncelikle dört mevsim grubuna ayrılıyor. Her mevsim içinde üç tane alt grup bulunuyor. Ten, saç ve göz rengi gibi özelliklere göre her bireyin ait olduğu grup bulunuyor.

Siz de kendi renk analizinizi yapmak için aşağıdaki adımları izleyin:

Öncelikle bu diyagramı takip edip mevsiminizi belirleyin:

Mevsiminizi bulduğunuza göre ikinci adıma geldiniz. İkinci adımda her mevsimin içinde yer alan üç gruptan hangisine ait olduğunuzu bulacaksınız.

Ait olduğunuz gruba en yakışan renkleri paletler halinde göreceksiniz.

1. YAZ

a. Hafif Yaz:

  • Gözler: mavi, gri, yeşil
  • Saç: açık veya orta küllü sarı, açık veya orta küllü kahverengi
  • Ten: açık bej, porselen, fildişi veya pembe tonlu bej





b. Yumuşak Yaz:

  • Gözler: gri-mavi, ela, turkuaz
  • Saç: açık veya orta küllü kahverengi, içinde altın tonlar olabilir
  • Ten: hafif veya orta bej, fildişi





c. Serin Yaz:

  • Gözler: gri, mavi
  • Saç: orta veya koyu küllü kahverengi, çok az kızıl tonlar olabilir
  • Ten: fildişi, pembe bej, gri bej, nötr bej






2. KIŞ

a. Koyu Kış:

  • Gözler: siyah, siyah-kahve, koyu ela
  • Saç: siyah-kahverengi, orta kahverengi, gri, siyah-beyaz
  • Ten: orta bej, koyu kahverengi, yeşilimsi ten rengi (pembe veya şeftali alt tonları içermeyen)






b. Berrak Kış:

  • Gözler: açık mavi, ela, yeşil
  • Saç: siyah, kestane, orta kahverengi, koyu kahverengi
  • Ten: koyu kahverengi, nötr bej, açık yeşilimsi ten rengi, süt beyazı






c. Serin Kış:

  • Gözler: gri, mavi, koyu kahverengi
  • Saç: siyah, gri, siyah-beyaz, kızıl tonlar olmamalı
  • Ten: soğuk kahverengi, yeşilimsi ten rengi, nötr bej







3. İLKBAHAR

a. Hafif İlkbahar:

  • Gözler: mavi, yeşil, açık ela
  • Saç: altın sarısı, küllü sarı ya da açık kumral
  • Ten: şeftali alt tonlu fildişi, açık bej





b. Berrak İlkbahar:

  • Gözler: koyu mavi, yeşil, açık kahverengi
  • Saç: orta ve koyu kahverengi, ya da kahverengi-siyah, kızıl tonlar içerebilir
  • Ten: bronz, açık fildişi, açık şeftali, koyu kahverengi, porselen







c. Sıcak İlkbahar:

  • Gözler: zeytin yeşili, açık ela, sıcak mavi
  • Saç: açık altın tonlu kahverengi, kızıl, koyu altın sarı
  • Ten: bronz, altın bej, fildişi, porselen, çiller olabilir







4. SONBAHAR

a. Koyu Sonbahar:

  • Gözler: koyu kahve, koyu ela, siyah, koyu yeşil
  • Saç: orta kahverengi, orta veya koyu kestane, siyah 
  • Ten: sıcak bej, nötr bej, altın kahverengi, koyu kahverengi, yeşilimsi ten rengi






b. Yumuşak Sonbahar:

  • Gözler: açık kahverengi, ela, mavi, gri-yeşil
  • Saç: altın sarısı, orta kahverengi, altın veya kızıl tonlar içerebilir
  • Ten: fildişi, nötr bej, sıcak bej, altın bej





c. Sıcak Sonbahar:

  • Gözler: kahverengi, zeytin yeşili, ela
  • Saç: orta altın kahverengi, kızıl, kestane, altın sarısı
  • Ten: bronz, altın kahverengi, altın bej, fildişi, nötr bej







Umarım hoşunuza gitmiştir!

Renk analizini profesyonel olarak yapan kişiler de var. Bu deneyimin nasıl olduğuna dair bir yazıya buradan ulaşabilirsiniz.

Kaynak: http://www.collegefashion.net/fashion-tips/how-to-find-your-perfect-colors/

14 Eylül, 2012

445 - Özgüvenli Çocuk Yetiştirme Saplantısı

Cuma, Eylül 14, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Günümüzün şehirli ve eğitimli anne-babalarının en büyük isteklerinden biri özgüvenli çocuk yetiştirmek. Bunu ben biraz Amerikan kültürünün etkisine, biraz da kişilerin kendi yetiştiriliş tarzlarından memnun olmamalarına bağlıyorum. 

Eminim anne-babaların çoğunun "çok bilmiş" diye tabir edebileceğimiz çocuklarıyla gurur duyduklarını ve çocuklarının bu tip davranışlarını desteklediklerini farketmişsinizdir. Özgüvenin nerede bitip kendini beğenmişliğin nerede başladığını kestirmek her zaman çok kolay olmuyor. Özgüvenli çocuk yetiştirme saplantısı, ABD'de tartışılan bir sorunken, bu tartışma henüz ülkemize yansımadı. 

Dikkat ettiyseniz anaokullarının bir kısmı, isimleriyle zeka gelişimine ve dehaya atıfta bulunuyor, "minik dahiler" gibi. Zekaya ve çocuklarının ne kadar zeki olduğuna fazlasıyla değer veren anne-babalar çoğunlukta gibi görünüyor. Kendilerine devamlı ne kadar zeki oldukları hatırlatılan, yani bu şekilde övülen çocuklar ise çabanın ve çalışmanın önemini kavramakta zorlanıyorlar. Örneğin, bu çocuklar hatalarıyla nasıl başa çıkacaklarını bilemedikleri için kopya çekmeye yöneliyorlar. Ayrıca, bu çocuklar üzerlerine yüklenen zeki imajını bozmamak için riskten kaçınmaya yönelik davranışlarda bulunuyorlar. Uzmanlar, zekanın övülmesi yerine çocuğun gösterdiği çabanın övülmesini tavsiye ediyor.
 

ABD'de özgüvenli çocuk yetiştirmeye vurgu en az 10 yıldır yapılıyor. Yapılan araştırmalara göre, bu eğilim çocukların okul başarısında olumlu bir etki oluşturmuyor. Bugün, en çalışkan öğrenciler bile 1960'lı ve 70'li yıllara göre daha az çalışıyor. Ama A notlarında iki kat artış görülüyor. Bu da günümüzde daha az çabayla daha yüksek notlar alınabileceğini gösteriyor.

"Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu" (ADHD) tanısını birçok çocuğa koyan ve ilaç reçete eden bir psikiyatrist, ebeveynlerin çocukların özgüvenleri konusunda saplantılı olmalarının çocuklar için çok zararlı olduğunu belirtiyor. Ebeveynlerin, çocuklarının iyi ve özgüvenli hissetmelerini istediğini, ama bazen bu isteği uç noktalara taşıdıklarının altını çiziyor. Çocukların davranışlarındaki ve okul başarılarındaki en küçük oynamaların bile ebeveynleri rahatsız ettiğini, ADHD açısından endişelendirdiğini ve ilaç kullanımına yönelttiğini belirterek anne-babaları uyarıyor.

ABD'de genç yetişkinlerde yapılan bir araştırma ise çok ilginç bulguları ortaya çıkarıyor: Üniversite öğrencilerinden çeşitli maddeleri bunları ne kadar çok yapmak istediklerine göre puanlamaları isteniyor. Bu maddeler arasında "bir arkadaşı görmek", "sevdiğin bir yemeği yemek" ve seks, alkol ya da para kazanmak gibi zevk veren maddelerin yanında "iyi not almak", "iltifat duymak" gibi özgüven yükseltici maddelere yer verilimiş. Öğrenciler ise özgüven yükseltici maddeleri daha çok tercih ediyor! Araştırmanın yürütücüsü, Amerikan toplumunun özgüveni her derdin devası olarak gördüğünü belirtiyor. Şiddetin, genç yaşta hamileliklerin, kötü notların sorumlusu olarak özgüven eksikliğinin görüldüğünü -burada Amerikan kültürünün aşırı bireysel yapısı ön plana çıkıyor sanırım- ve özgüven kavramına yanlış ve gereksiz bir şekilde yüklenildiğini söylüyor.

Bence ülkemizde bu konudaki en büyük yanlış anlaşılma, özgüven ve şımarıklık kavramlarının iç içe geçmiş olması. Şu adresteki "Özgüven mi? Şımarıklık mı?" yazısında bu konunun daha ayrıntılı bir incelemesini bulabilirsiniz.

Kaynak: http://seattletimes.com/html/opinion/2011259500_will05.html, http://www.sfgate.com/opinion/article/DON-T-DRUG-THEM-Parents-obsession-with-their-2545971.php

13 Eylül, 2012

444 - Depresyona yatkın mısınız?

Perşembe, Eylül 13, 2012 Gönderen Berna Arslan , , 1 yorum
Bazı kişilik özellikleri, depresyona ne kadar yatkın olduğumuzu belirlemede önem taşıyor. Bu özelliklerimiz hakkında düşünüp, bazılarını değiştirmeye çalışarak depresyona karşı daha korunaklı hale gelebiliriz. Peki nedir bu özellikler?

1. İlk olarak olumsuz mükemmeliyetçilikten bahsetmek mümkün. Bu konuyu detaylı olarak bir yazı serisinde incelemiştim, bu yazılara göz atmak için tıklayın: 1. bölüm, 2. bölüm ve 3. bölüm.

2. Sorunlarınızı geride bırakmayı beceremiyor, bunlar üzerinde fazla kafa yoruyorsanız, bu sizi depresyona eğilimli hale getiriyor. Yaşadığınız sorunları bazı zamanlarda kenara bırakıp hayatınızın diğer yönlerine odaklanabiliyorsanız, huzurlu olmak için adım atabiliyorsunuz demektir.

3. Diğerlerinin hakkınızda ne düşüneceğine dair gerektiğinden fazla endişe ediyorsanız, bu durum yaşadığınız sorunlar hakkında kendinizi daha kötü hissetmenize neden olarak sizi depresyona yatkın hale getiriyor.


4. Hayatı siyah-beyaz ayrımlarla görmek yerine, gri alanların da farkına varmak gerekiyor. Hayata karşı olumlu bir bakış açısı kazanmak, depresyona karşı önemli bir kalkan. Durumlara siyah-beyaz bakan kişiler, umduklarını bulamadıklarında fazlasıyla hayalkırıklığına uğradıklarından, bu bakış açıları onları depresyona sürüklüyor.

5. Başınıza kötü bir şey geldiğinde bunun dünyanın sonu olduğunu düşünme eğiliminiz var mı? Herkesin başına gelen olumsuz olayları kendiniz deneyimleyince fazla dramatize ettiğinizi düşünüyorsanız, bu eğilimden kurtulmak için çaba göstermek gerekiyor.

6. Olumlu olaylardan çok olumsuz olaylara odaklanmak da depresyona yatkınlık açısından bir zaaf olarak görülüyor. Örneğin yaptığınız bir işten sonra çoğunluk sizi tebrik ederken, bir kişinin eleştirileri aklınızda kalan tek şey oluyorsa veya mutludan ziyade mutsuz yüzlere odaklanıyorsanız, dikkatinizi daha çok olumsuzlara veriyorsunuz demektir.

7. Sizi amacınıza ulaşmaktan alıkoyan engelleri veya zor yaşam koşullarını genelde kendinizden hariç değişkenlere bağlıyorsanız, doğru yapıyorsunuz. Her şeyi kontrol etmek mümkün değil, sadece gerçekten değiştirebileceğimiz koşulların sorumluluğunu üstlenebiliriz.

8. Son olarak hataların, engellerin ve zor koşulların geçici olduğuna inanmak ve bunların bir gün sona ereceğini düşünmek çok önemli. 

Herkese şikayetsiz ve depresyonsuz mutlu günler!

443 - Kayaköy Sanat Kampı

Perşembe, Eylül 13, 2012 Gönderen Berna Arslan , , 1 yorum
Bu yaz bir haftamızı Fethiye'deki bu ilginç kampta geçirme planımız vardı, ama maalesef imkan olmadı. En azından bilmeyenleri bu konuda bilgilendireyim dedim, belki gitmek isteyenler çıkar.

Fethiye'nin Kayaköy ilçesine kurulmuş olan bu kampta çeşitli sanatsal aktiviteler düzenleniyor. Bunların arasında fotoğrafçılık, kilim dokuma, ebru, ritim, batik sayılabilir. Kamp, bir haftalık süreler boyunca Nisan'dan Aralık'a kadar düzenleniyor. Kamp dönemlerini öğrenmek için buraya tıklayın.


Kayaköy, Fethiye ile Ölüdeniz arasında yer alan terkedilmiş bir Rum köyü. Kampta yaşam şöyle özetleniyor: Sabah kahvaltısından öğle yemeğine kadar sanat aktiviteleri düzenleniyor. Daha sonra kamp çevresinde doğa yürüyüşlerine çıkılıyor. En son olarak da denize giriliyor. Geceleri de fotoğraf, film gösterileri ve müzikle sonlanıyor.

Umarım seneye gitme fırsatı buluruz. Eğer ilginizi çektiyse çeşitli bilgilere buradan ulaşabilirsiniz. Katılmış olanlarınız varsa da yorumlarını beklerim.

12 Eylül, 2012

442 - Sevdiğim bir ressam: John William Waterhouse

Çarşamba, Eylül 12, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Waterhouse (1849-1917), tablolarına bakmaktan zevk aldığım İngiliz bir ressam. İlk olarak çok sevdiğim The Lady of Shalott tablosunu görüp (ve puzzle olarak tamamlayıp) tanıdığım ressamın tarzı, Rafael öncesi olarak nitelendiriliyor. Rafael öncesi akım, 15. yüzyıl İtalyan resim tekniğini övüyor ve özellikle ön planda olan nesnelerin fotoğrafa yakın bir ayrıntı içinde tasvir edilmesini savunuyor. Bu akımda Rafael'in tarzına karşı çıkılıyor.
The Lady of Shalott
Waterhouse, çağdaşları olan empresyonistlerden de etkilenmiş ve onların tekniklerini de tablolarında kullanmış. Sanatçı, genellikle mitolojiden ve Arthur efsanesinden kadınları işlemeyi tercih etmiş. Eserlerinde işlenen kadınlardan bazıları Ophelia (4 ayrı eserde), The Lady of Shalott (3 ayrı eserde), Lamia (2 ayrı eserde), Kleopatra.

Ressamın bazı tablolarını aşağıda görebilirsiniz:

Gülün Ruhu

Ophelia
Denizkızı
Hylas and the Nymphs

09 Eylül, 2012

441 - Gerçek Barbie

Pazar, Eylül 09, 2012 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok
Nip/Tuck'ı takip etmiş olanlar bir bölümde görünüşünü tamamıyla Barbie bebeğe benzetmek için göğüs uçlarını aldırmak isteyen bir kadını hatırlayacaklardır. Ancak Barbie bebeğe benzeme takıntısını yaşayan sadece bir kurgu kahraman değil. Gerçek hayatta da böyle bir kadın var. 


Ukraynalı Valeria Lukyanova, bir dizi estetik ameliyat sonrası Barbie bebeğin ölçülerine ulaşmış durumda. Görüntüsünü saç ve makyaj yardımıyla da destekleyen Lukyanova, aşırı ince beli ve vücuduna göre oldukça büyük göğüsleriyle adeta Barbie bebeğin ne kadar yanlış bir forma sahip olduğunun canlı kanıtı.


Lukyanova'nın dönüşümü ise şöyle:


08 Eylül, 2012

440 - İstanbul Oyuncak Müzesi

Cumartesi, Eylül 08, 2012 Gönderen Berna Arslan , , 1 yorum
Peşpeşe gezi yazıları oldu, ama bir süre önce gezdiğimiz yerleri ancak yazma fırsatı buldum. İstanbul Oyuncak Müzesi, şair ve yazar Sunay Akın tarafından 2005 yılında kurulmuş. İstanbul'un Göztepe ilçesinde bulunan müze, Göztepe tren istasyonuna yakın bir yürüme mesafesinde.

Müzenin kurulduğu bina, Sunay Akın'ın ailesine ait olan beş katlı eski bir konak. Müzenin böyle eski bir binanın içine kurulmuş olması ziyaretçiler açısından hoş bir sürpriz. Ancak içinde asansör bulunmaması engelli ziyaretçiler için sorun teşkil edebilir.

Müzede dünyanın çeşitli ülkelerinden birçok oyuncak bulunuyor. Genelde oyuncaklar sınıflara ayrılmış şekilde sergileniyor. Örneğin uzay ile ilgili oyuncaklar bir odada sergilenirken, trenler ile ilgili başka bir bölüm bulunuyor. Kovboylar ve kızılderililer ile ilgili bölüm oldukça ilgi çekici, burada elle yapılmış birçok küçük insan modeli bulunuyor.

Müzeyi gezerken dikkatimizi ülkeler arasındaki farklar çekti. Örneğin Almanya'da üretilen oyuncaklar, aynı dönemde diğer ülkelerde üretilen oyuncaklara nazaran çok daha gerçek hayata yakın ve ayrıntılıydı. Almanlar gerçek hayatta kullanılan tren gibi nesnelere yönelmeyi tercih etmişlerdi. Bunun yanında içinde mobilyaların ve insanların olduğu ev veya işyeri kesitlerinin (bebek evleri) en çarpıcı örnekleri de Almanlara aitti. Japonlar ise o zamandan teknolojiyle iç içe olduklarını gösterircesine daha teknolojik oyuncaklara yönelmişler. Örneğin ilk robot oyuncağını Japonlar imal etmiş. Müzede Türk oyuncaklarından da birçok örnek bulunuyor. Ziyaretçiler yaşlarına göre kendi dönemlerinin oyuncaklarına rastlayabilirler.

Elbette müze çocuklar için çok ilgi çekici. Bir gününüzü çocuğunuzla bu müzeyi gezmek için ayırabilirsiniz. Müzenin bilet fiyatları ve ziyaret saatleri için buraya tıklayıp, İletişim bölümünü inceleyebilirsiniz.

07 Eylül, 2012

439 - Rahmi Koç Müzesi

Rahmi Koç Müzesi'nin adını uzun zamandır duyuyoruz, ama gitme fırsatını ancak geçen haftasonu bulduk. Klasik araba koleksiyonuyla açılan koridoru takip ederek Karayolu Ulaşımı, Trenyolu Ulaşımı gibi kısımlara varılıyor. Müzede Rolls Royce, Bentley, Cadillac gibi klasik arabaları görmek mümkün. Özellikle şeker pembesi Cadillac canlı bir şekilde aklımda kalan arabalardan biri oldu.


Öğrenciler için faydalı bir müze olabileceğine inanıyorum, çünkü fizik kurallarının bazılarını deneyerek gözlemek mümkün (moment gibi). Daha küçük yaştaki çocuklar için de -örneğin ilkokul öğrencileri- özel yapılmış bir alan bulunuyor. Müze, çeşitli eğitim paketleri de sunuyormuş, bunlara şuradan ulaşabilirsiniz.

Teknoloji meraklıları ve bence özellikle de makine mühendisleri müzeye büyük bir ilgi duyacaklardır, çünkü tek bir düğmeye basarak günlük yaşamımızda kullandığımız çamaşır makinesi, elektrikli süpürge gibi aletler ile araba ve uçak motorlarının çalışma prensiplerini izleyebiliyorsunuz.

Müze geniş bir alana yayılmış. Uçakların, gemilerin ve tramvay/trenlerin yer aldığı açıkhava bölümleri var. Müzenin içinde gemiciliğe ayrılmış bölümler bulunuyor. Bu kısımlarda deniz ulaşımında kullanılan çeşit çeşit aracı ve elde yapılmış yelkenli modellerini görebilirsiniz. Buhar makineleri, küçük çaplı bir zeytinyağ fabrikası ile hayata geçirilmiş. Müzede ufak bir matbaacılık bölümü de bulunuyor. Eski zamanlara ait gökbilimde kullanılmış aletler ile gezegen ve uzay fotoğraflarının da sergilendiği bir bölüm de karşınıza çıkacak. Eski fotoğraf makineleri, televizyonlar, bilgisayarlar da müze boyunca rastlayacağınız teknolojik aletlerden bazıları.

Bunlar dışında bazı aktivitelere de katılabiliyorsunuz. Mesela biz gerçek bir denizaltının içine girerek denizaltılarda görev yapmış emekli bir askerden denizaltının özelliklerini ve orada geçen hayatı dinledik. Görülmeye değerdi. Bu arada denizaltı girişinde 15-20 dakika bizi denetim var diye oyaladılar, ama aslında içeride torpilli misafirler varmış, bunu yakıştıramadık. Bu torpillilerden biri de her bileğinde 5'er 6'şar saat bulunan, görünüşüyle insanı sinir eden bir adamdı.
Titanic'in menüsü (elbette 3. sınıf menüsü farklı)
Denizaltına girmeden önce Fenerbahçe Vapuru'nun içinden geçiyorsunuz. Burada da Titanic'e ait küçük bir sergi alanı düzenlenmiş. Planetarium (Keşif Küresi) denilen gökyüzü cisimleriyle ilgili kısım kapalıydı, maalesef oraya girme fırsatımız olmadı. Bir de küçük bir tren seyahati ile kısa bir mesafeyi hoş bir tren ile gidip geldik.

Müzede bir de Atatürk bölümü bulunuyor. Burada Atatürk'ün bazı kişisel eşyalarını görebilirsiniz. Son olarak Rahmi Koç'a ait ödüllerin ve bazı tabloların sergilendiği bir kısım da bulunuyor.

Müzede devamlı olarak gelin-damat fotoğrafları çekiliyor. Düğün fotoğrafçıları burayı mesken tutmuş durumda.

Biz koca bir günü müzede geçirdik, gerçekten kapsamlı bir müze. Ziyaret saatleri ve ücretlerine buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Dipnot: Ulaşımı metrobüs oldukça kolaylaştırmış. Halıcıoğlu durağında inince yürüme mesafesinde.

06 Eylül, 2012

438 - Edirne'ye bir gezi

Edirne'ye gitmek uzun süredir aklımdaydı. İstanbul'a otobüsle 2.5 saatlik uzaklıkta bulunan bu Osmanlı şehrini merak ediyordum. Geçtiğimiz haftasonlarından birinde gitme imkanı bulduk ve bu sevimli ve güzel şehri oldukça sıcak bir havada gezip dolaştık.

Öncelikle Edirne'de görülecek birçok tarihi eser ve müze bulunuyor. İki günü dolu dolu geçirebilirsiniz. Şehir merkezine geldiğinizde en çok merak ettiğiniz yer Mimar Sinan'ın ustalık eserim dediği Selimiye Camii olabilir. Selimiye'nin yakınlarında bulunan Eski Camii ve burgulu minaresiyle dikkat çeken Üç Minareli Camii de görülmeye değer. Selimiye yerli turist akınına uğramış vaziyette ve diğerlerinden daha kalabalık. Avlusunda ayakkabılarınızı koymanız için poşetler satılıyor, ancak bunlara aslında ihtiyacınız yok. 


Selimiye'nin kubbesi Ayasofya'nın kubbesine büyüklük olarak eşmiş. Biçim olarak ise yarımküre şeklinde ve bu yarımküre Sinan'ın mimari buluşu olan 8 dayanak noktasına dayanmakta. Bu camii içinde çok insan olması ve devamlı fotoğraf çekilmesi onun güzelliğini anlamamı engelledi sanırım. Daha sakin olan camiileri incelemeyi tercih ettim.

Selimiye'nin uzaktan görünüşü
Camiilerden sonra Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'ne gittik. Bu müzede Edirne'deki eski hayata dair izler (giysiler, kilimler gibi) ve arkeolojik bulgular bulmak mümkündü. Kapsamlı bir müzeydi, özellikle arkeolojik buluntular oldukça fazlaydı. 

Elbette Edirne'ye her gelen gibi biz de Edirne ciğeri ve köftesinin namını duymuştuk. Ciğer konusunda oldukça ünlü olan Ciğerci Kazım'ın yerine gittik. Lezzetli bir yemekten sonra da dolaşmaya devam ettik. Akşam olunca Meriç Irmağı'nın kıyısına gidelim dedik. Bu kıyıda yer alan ve oldukça büyük bir alan kaplayan bir restoranın nehir kıyısına doğru olan bölgesine oturduk. Masalarda sinek kovucu sprey olmasına ilk başta anlam veremesek de sonradan bunun gerekliliğini anladık. Bu kadar çok sivrisineği hayatımızda bir arada görmemiştik. Sinekler ve sinek kovucu sprey bende birleşip alerjik reaksiyon yaratınca ertesi günü her tarafımda 3-4 santimlik şişliklerle geçirdim =)


İkinci günümüzde gezi boyunca en çok beğendiğimiz yeri gezme fırsatımız oldu: Sultan II. Beyazıt Külliyesi Sağlık Müzesi'ni. Burası oldukça geniş bir alana yayılmış olan zamanının  şifahanesi. Günümüzün ise ödüllü bir müzesi. Burada özellikle akıl hastaları tedavi edilirmiş. Musiki tedavileri sıkça kullanılan bir yöntemmiş. 

Canlandırmalardan biri
Başhekim ve öğrencilerinin kaldığı ve eğitim aldığı odalarda mankenler ve dekorlar ile ilgi çekici canlandırmalar yapılmış. Vakıf sistemi çökünce burasının şifahane görevi sona ermiş ve maalesef akıl hastalarının zincirlendiği ve kötü muamele gördükleri bir yere dönüşmüş. Burada bir de camii bulunuyor. Bu camii, iç açan renkleriyle avlusunu en çok beğendiğim camii oldu Edirne'de, fotoğrafı aşağıda:



İkinci gün Köfteci Osman'a gittik yemek için. Burası neden bu kadar ünlü olmuş bilemedim. Birkaç kattan oluşan binanın katlarında televizyon var ve Türkçe pop açık. Köftesi de bildiğimiz köfteydi bence. 


Bunun dışında Edirne'nin merkezinde bulunan alışveriş ve gezme caddesi -Saraçlar Caddesi- çok sevimliydi. İki tarafında genelde iki kattan oluşan binalar var ve araç trafiğine kapalı. Şehirde heykel sayısı da oldukça fazlaydı. Ayrıca Kapalıçarşı havasını yakalayabileceğiniz bedestenler de bulunuyor şehirde.

Bir bedestenin içi
Biz iki günümüzü böyle tamamladık. İsterseniz Edirne'de görülecek başka yerler de var: Türk İslam Eserleri Müzesi, Lozan Anıtı, Şükrü Paşa Anıtı ve Balkan Savaşları Müzesi, Kırkpınar gibi.

Edirne'den dönüşte hediyelik veya hatıra olarak meyve şeklindeki kokulu sabunları, ufak süpürgeleri, Edrine bebeklerini ve yiyecek olarak da ünlü badem ezmesini getirebilirsiniz.


Edirne otel yönünden biraz sıkıntılı görünüyor. Biz Efe Otel'den çok memnun kaldık, tavsiye ederiz. Bir de ufak not: Öğretmen evinin odaları hoş değildi, ayrıca çift kişilik odalarda ayrı ayrı uyumak zorundasınız =)