29 Kasım, 2009

80 - Apple'ın Logosu

Pazar, Kasım 29, 2009 Gönderen Berna Arslan , , , , 1 yorum
Ünlü bilgisayar ve elektronik devi Apple'in tanınmış logosunda bulunan ısırılmış elmanın ardında yatan şehir efsaneleri varmış. Bunların birinden de gazete sayesinde haberdar oldum. 

Bilgisayar bilimi dünyasında oldukça saygın ve ünlü bir biliminsanı olan Alan Turing'le ilgili bu hikaye. Turing, II. Dünya Savaşı'nda Enigma şifresini kıran, yapay zekanın temellerini atan ve Turing Makinasına adını veren kişi. Yapay zekanın, insan zekasına ulaşması için nelerin gerekli olduğunu tanımlamıştır örneğin. Turing'e göre, bunun gerçekleşmesi için yapay zekanın dil kullanımına hakim olması ve bunu bir insan gibi yerinde ve doğru şekilde kullanması gerekmektedir. 

Çünkü dili kullanmak sadece doğru grameri kullanmak demek değil, diğer tüm alanlar ve konular hakkındaki bilgileri, daha önceki deneyimleri kullanmak demektir. Şimdiye kadar böyle bir yapay zeka oluşmadığına göre, henüz yapay zeka insan zekasına ulaşamadı diyebiliriz. Turing aynı zamanda özel hayatıyla ve karakteriyle oldukça ilgi çeken birisi. Bilgisayar mühendisliği eğitiminde eğer hayatınızda bir biliminsanının hayat hikayesini okuyacaksanız, bu Turing olmalı denir.
Apple'ın logosuyla Turing'in ne alakası olabileceğine gelirsek... Turing, savaşta şifre kırarak yardım ettiği ülkesinden çabalarının karşılığını alacağı yerde, toplumun önyargılarıyla karşılaştığından beklenenin tam tersi bir tutumla karşılaşır. Turing eşcinseldir ve bu 50'lerin İngiltere'sinde hoşgörü gösterilebilecek bir durum değildir, hatta bu durum yasal bile değildir. Turing'in önünde cezasını seçme hakkı vardır: Ya 2 sene hapiste yatacak ya da hormon tedavisini kabul edecektir.

Hormon tedavisini kabul eden Turing, 1954'te evinde ölü bulunur. Başucunda da
yarı yenmiş bir elma bulunmaktadır. Elmanın siyanürlü olduğu ve Turing'in intihar ettiği açıklanır. Ancak elma teste tabi tutulmadığından bu iddialarda bir şüphe vardır yine de.

Şimdi logoya dönelim. Yukarıda gördüğünüz üzere, Apple'ın ilk logolarından biri gökkuşağı renginde yarı yenmiş bir elmadır. Bu elmanın, Turing'e ithaf edildiği ve gökkuşağının da eşcinselliği temsil ettiği bizim efsanemizi oluşturuyor.

Ancak Apple'ın bundan önce kullandığı bir logo daha var. Bu logoda ise Newton kafasına elma düşerken betimlenmiş. Bu pek kullanılmamış,(iyi ki de kullanılmamış) solda gördüğünüz logodan kısa bir süre sonra gökkuşağı rengindeki elma logosu ortaya çıkmış. Şirkete göre, elmanın rengarenk olma sebebi, insancıl gözükmek istemeleri, ısırılmış olma sebebi de vişneyle karıştırılmaması içinmiş.

Son zamanlarda ise, şirket gökkuşağı renginden vazgeçerek tek renkli logoyu kullanmaya başladı. Turing'le ilgili efsaneye inanıp inanmamak da size kalmış tabii.

24 Kasım, 2009

79 - Lorem ipsum nedir?

Salı, Kasım 24, 2009 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Dikkatinizi çekmiştir, genelde bir yazı tipini(font) veya grafik tasarımı göstermek için kullanılan yer tutucu metin "Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipisicing elit... " diye başlar ve devam eder.

Peki nedir bu sık rastlanan Lorem ipsum? İlk bakışta Latince gibi gözükse de, aslında uydurma bir dilden kelimeler denilebilir. Anlamlı olmaması ise bu metnin ana özelliği. Bir grafik döküman insanlara sunulduğunda, insanların ilgisini genelde içeriğin çektiği görüldüğünden, içeriğin anlamsızlaştırılması ile görüntüye dikkat çekilmesi amaçlanıyor.



Site tasarım örneği

Bu yarı-Latince kelimelerden oluşan listenin başındaki Lorem ipsum, İngilizce'ye çevrilmek istendiğinde, "pain itself" yani "acının kendisi" gibi ilginç bir çeviriye sahip.

21 Kasım, 2009

77 - Milattan Sonra / A.D.

Cumartesi, Kasım 21, 2009 Gönderen Berna Arslan , , , , 3 yorum
Milattan önce ve sonra kelimeleri için İngilizce'de kullanılan BC ve AD kısaltmalarına sıkça rastlıyoruz. BC'nin Before Christ, yani İsa'dan Öncesi olduğunu biliyordum da, AD'yi merak ederdim hep.


AD ise Ortaçağ Latincesi'nde Anno Domini kelimelerinin başharflerinden oluşuyor ve
"Tanrı'nın(mızın) senesinde" anlamına geliyormuş.
BC, İngilizce olduğu için yıldan sonra yazılıyor (56 BC), ancak AD Latin kökenli olduğu için yıldan önce geliyormuş (AD 1300).

Küçük bir not daha: Bizim de kullandığımız Gregoryen takvimine göre 0. yıl yok, yani MS 1, hemen MÖ 1'i takip ediyor. Takvimlerle ilgili bilgi için 51 numaralı yazıma bakabilirsiniz.

76 - Singapur

Cumartesi, Kasım 21, 2009 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Singapur'un bir şehir-devlet, yani tek bir şehirden oluşan bir devlet olduğunu öğrendim. Aynı zamanda bir ada olan ülkenin yüzölçümü 710.2 kilometrekare ve ekvatorun 137 km kuzeyinde bulunuyor. 1819 - 1940 yılları arasında İngiltere'nin sömürgesi olan ülke, II. Dünya Savaşı sırasında japon İmparatorluğu tarafından işgal edilince, Singapur Savaşı adı verilen savaş başlamış ve İngiliz orduları sadece 6 gün içinde yenilmiş. Bu yenilgi, Britanya Başbakanı Winston Churchill tarafından "İngiliz tarihindeki en kötü felaket ve en büyük teslim" olarak betimlenmiş.


Daha sonra Japonlar tarafından ele geçirilen adada Çinli nüfusun büyük bir kısmı öldürülmüş. Savaş bitip Japon İmparatorluğu yenilince, ada tekrar İngilizlerin eline geçmiş. 
1959'da Singapur, İngiliz İmparatorluğu'nun içinde bağımsız bir devlet haline gelmiş. 1963'te de tam bağımsızlık ilan edilmiş.

16 Kasım, 2009

75 - 13. Cuma Korkusu

Pazartesi, Kasım 16, 2009 Gönderen Berna Arslan , , , , yorum yok
Korku sinemasına Jason adında bir psikopat katil daha kazandıran ünlü 13. Cuma filmleriyle daha yakından tanıdığımız 13. Cuma'nın adının verildiği bir de fobi varmış: paraskevidekatriaphobia. Kelime, Yunanca Cuma günü anlamına gelen paraskevi ile 13 anlamına gelen dekatreis kelimelerinin fobi ile birleşiminden oluşuyor.


Bu günden korkulabileceğine dair edebiyatta ilk işaret, 1869 yılında ünlü Sevil Berberi(Il barbiere di Siviglia)'nin bestecisi İtalyan Rossini'nin biyografisinde görülmüş. Yazı şöyleymiş: "[Rossini] was surrounded to the last by admiring and affectionate friends; and if it be true that, like so many other Italians, he regarded Friday as an unlucky day, and thirteen as an unlucky number, it is remarkable that on Friday, the 13th of November, he died." Türkçe'ye şu şekilde çevirebiliriz: "[Rossini] beğeni ve sevgi dolu arkadaşlar tarafından çevrelenmişti ve birçok diğer İtalyan gibi Cuma gününü uğursuz bir gün, onüç sayısını da uğursuz bir sayı olarak addederdi, ilginç olan Kasım'ın 13'ünde bir Cuma günü ölmesiydi."

Bu batıl inancın kaynakları ile ilgili değişik değerlendirmeler var. Onüç sayısının uğursuz kabul edilmesi, 12'nin birçok durumda tamamlayan sayı gibi görülmesiymiş: İsa'nın 12 havarisi, saatteki saat sayısı, burç sayısı, Olimpos'un 12 tanrısı gibi. Cuma günü ise, İslam dünyası hariç, çoğu kültürde değişik nedenlerden dolayı özellikle 14. yüzyıldan beri uğursuz olarak görülüyormuş.

Bahsettiğimiz 13. Cuma fobisini ABD'de 17 ila 21 milyon insan yaşıyormuş.

Hatırlarsınız, bu ayın onüçü cuma gününe gelmişti. Bundan sonraki en yakın 13. Cuma ise 2010 yılının Ağustos ayında yaşanacak.

14 Kasım, 2009

74 - Freud ve Dinlerin Kaynağı

Cumartesi, Kasım 14, 2009 Gönderen Berna Arslan , , , , , 2 yorum
Psikoanalizin babası Avusturyalı ünlü nörolojist Sigmund Freud'un teorisi Oedipus kompleksinin adını aldığı Yunan mitolojisi kahramanı Oedipus'un hikayesinden bir önceki yazıda bahsetmiştim.

Şimdi ise Freud'un dinler ve Oedipus kompleksi arasında kurduğu ilginç bağdan bahsetmek istiyorum. Öncelikle bu kompleksi kısaca,
bireyin karşı cinsten ebeveyne karşı duyduğu sahip olma, kendi cinsiyetinden olan ebeveyne ise beslediği yıkıcı hislerin toplamı olarak tanımlayabiliriz. Özellikle erkek çocukların psikolojisini açıklayabilen teori, blinçaltına itilmiş ve devamlı baskılanan duygu ve düşünceleri açıklıyor. Kişilerin, bu dönemi sağlıklı bir şekilde atlatamamalarının gelecekteki cinsel seçimlerinde veya bağlanmayı seçtikleri insanların karşı cinsten olan ebeveyne benzemesi şeklinde kendini gösterebileceği söyleniyor.
Oedipus kompleksinin din ile ne ilgisi olabileceğine gelince... Freud'un teorisine göre insan aklı/ruhu ego, id ve süperego adlı bölümlerden oluşur. Çok kısaca anlatmak gerekirse, id ahlaki değerlerle alakası olmayan kişinin en temel istekleri, tutkularıdır. Ego'nun görevi temel güdüler ile gerçeklik arasındaki dengeyi bulmaktır. Süperego ise tutkuları, fantezileri bastırmak ve sosyal açıdan bireyi uyumlu hale getirmeyi amaçlar. Bu yüzden de kısıtlayıcı ve baskılayıcı bir yapıya sahiptir. Önemli nokta ise, süperego'nun Oedipus kompleksi sonucu gelişmesi; çocuğun anneye karşı duyduğu cinsel bağların baskılanması ve babayla özdeşleşme sonucu oluşmasıdır.

Yani süperego, insanın hep daha iyisini hedeflemesidir. Süperego için asla yeterince iyi olamayan insan, bilinçsiz bir suçluluk duygusu hissetmektedir. Bu aşağılanma duygusu ise, Freud'a göre dinlerdeki yeterince iyi olamama ve günahkar hissetme duygularına karşılık gelir. 

Daha da derinleştirirsek... Çocuğun anneye olan yakınlığını bastırıp kendisini babayla özdeşleştirdiğini söylemiştik. Daha önceki hislerinden dolayı bir yandan suçluluk duyup, bir yandan da baba figürü ile kendini özdeşleştirmek istediğinden ona hayranlık besleyen çocuk bir ikilemde kalmıştır.
Babaya duyulan korku ve eş zamanlı hayranlık ise dinlerin ana çıkış noktasıdır diyor Freud. Çünkü dinlerde de korku ve hayranlık beslenen ve kişilerin kendilerini ona karşı suçlu hissettikleri bir tanrı vardır. Ayrıca, dinleri Oedipus kompleksinin bir çözüm aracı olarak görmüş Freud; çünkü inananların, duydukları bilinçsiz suçluluk duygusundan bu şekilde arınmanın bir yolunu bulduklarını düşünüyor.

Oedipus kompleksinden bu kadar bahsetmişken, adeta bu kompleksi kanıtlamak adına yazılmış 1911 tarihli I Want a Girl (Just Like the Girl) şarkısının sözlerine aşağıda göz atabilirsiniz. Nakaratını Türkçe'ye şu şekilde çevirebiliriz: "Bir kız istiyorum, öyle bir kız ki, tam olarak sevgili yaşlı babamla evlenmiş olan gibi".


When I was a boy my mother often said to me,
Get married boy and see,
How happy you will be.
I have looked all over, but no girlie can I find,
Who seems to be just like the little girl I have in mind.
I will have to look around
Until the right one I have found:

cho: I want a girl
     Just like the girl who married dear old Dad
.
     She was a pearl
     And the only girl that Daddy ever had;
     A real old fashioned girl with heart so true,
     One who loves nobody else but you,
     Oh I want a girl
     Just like the girl that married dear old Dad.

By the old mill stream there sits a couple old and gray
Thgough years have rolled away
Their hearts are young today.
Mother Dear looks up at Dad with love light in her eye
He steals a kiss, a fond embrace
While evening breezes sigh,
They're as happy as can be,
So that's the kind of love for me.

12 Kasım, 2009

73 - Oedipus'un Tam Hikayesi

Perşembe, Kasım 12, 2009 Gönderen Berna Arslan , , , , 5 yorum
Popüler kültürde de oldukça bilinen, Sigmund Freud'un ortaya attığı Oedipus kompleksi, adını bir Yunan efsanesinden alır. Çoğu kişi, bu efsaneyi ana hatlarıyla bilir, ancak tüm detaylarını paylaşmak istedim. Efsane şöyle:

Çocukları olmayan Thebes(
Teb)'in kral-kraliçe(Laius ve Jocasta) çifti bir kahine danışır. Kahin, krala bir oğlunun olacağını ama oğlunun onu öldüreceğini ve kraliçeyle evleneceğini söyler. Bunun üzerine bir oğulları doğunca kral, çocuğun bileklerini birbirine çiviletir ve onu bir çobana dağa bırakması için verir. Ancak, çocuğa acıyan çoban, onu Corinth'li başka bir çobana verir ve ayakları yüzünden Oedipus(şiş ayaklı) adını alan çocuk Corinth'in kralının ailesinde büyür. Yıllar sonra bir sarhoş, ona gerçek ailesinin onlar olmadığını söyler. Onu büyüten aile bunu inkar eder, bunun üzerine Oedipus, yıllar önce öz anne-babasının danışmış olduğu kahine gider. Kahin gerçeği açıklamaz, ancak ona kaderinde babasını öldürmek ve annesiyle evlenmek olduğunu söyler. Bunun üzerine kaderinden kaçmak için, Oedipus, Teb şehrine gitmek üzere yola çıkar. Bir yol ayrımına gelince, başka bir arabayla yol hakkının kimin olduğuna dair bir kavgaya tutuşur ve nefsi müdafaa adına diğer arabadaki yolcuyu öldürür. Ölen kişi ise, Teb'in kralı, yani öz babasıdır.



Yolculuğa devam eden Oedipus, bir sfenksle karşılaşır. Sfenksin bulmacasını yolcular bilmek zorundadır, yoksa sfenks tarafından yenilmeye(yemek anlamında) mahkumdurlar. Yandaki resim, bu karşılaşmayı canlandırıyor. Bilmece ise şöyledir: "Sabah dört, öğleden sonra iki, geceleri ise üç ayakla yürüyen şey nedir?". Oedipus doğru cevabı veren ilk kişi olur: "İnsan. Çünkü bebekken emekleyerek dört, yetişkinken iki, yaşlıyken de baston yardımıyla üç ayakla yürür." Doğru cevaba çok şaşıran sfenks, kendisini uçurumdan atarak intihar eder. Onları sfenksten kurtardığı için kendisine minnettarlık duygusu besleyen Teb halkı, Oedipus'u kral yapmaya karar verir. Tahmin edilebileceği üzere, karısı da yeni dul kalmış olan kraliçe olacaktır. Teb halkının, kralın katilinin, "yeni kral" olduğundan haberi yoktur, bundan sfenksi sorumlu tutmaktadırlar. Oedipus da öldürdüğü kişinin kral olduğunu bilmemektedir. Bu evlilikten çiftin, iki kız, iki de erkek çocuğu olur.(Kızlardan biri ünlü Antigone.)

Yıllar sonra, Teb şehrinde bir bereketsizlik başgösterir. Ekinler büyümez, kadınlar çocuk doğuramaz. Oedipus, kraliçenin erkek kardeşini kahine yollar bir çözüm bulması için. Creon adlı bu kişi, dönüşünde eski kralın katilinin bulunup cezalandırılması gerektiğini anlatır. Bu öneriye kulak veren Oedipus, Tiresias adlı gözleri görmeyen bir kahini çağırtır. Kahin, ona katili araştırmaması gerektiğini söyler, bunun üzerine tartışma yaşarlar ve kahin, Oedipus'u kralın katili olduğunu ve anne-babasını bilmediğini halka söylemekle tehdit eder. Kahin yüzünden Creon'u suçlayan Oedipus ve Creon arasında tartışma başlar. Kraliçe içeriye girer ve iki tarafı sakinleştirmeye çalışır. Eski kocasının ölüm şeklini anlatır ve Oedipus'a sakinleşmesi gerektiğini söyler. Ancak bu sözlerden iyice işkillenmiştir Oedipus, ta ki bir haberci gelip Corinth'in kralının öldüğünü söyleyene kadar. Çünkü Oedipus'un baba olarak bildiği kişi ölmüştür ve de buna kendisi sebep olmamıştır. Corinth halkı, Oedipus'un kral olmasını istemektedir. Ancak annesi hayatta olduğu için kehanetin ikinci parçasının gerçekleşmesinden korkan kahramınımız Corinth'e gitmek istemez. Bunun üzerine haberci, ona aslında evlatlık alındığını açıklar. Bunun üzerine Oedipus'un gerçek kimliğini anlayan kraliçe, kralın katilini araştırmaması için onu uyarır. Bu uyarıları yanlış anlayan Oedipus ise, kraliçenin onun evlatlık alınmış olmasından dolayı utandığını düşünür.

Kraliçe, öğrendikleri üzerine kendini asarak intihar eder. Oedipus, onu çocukken ölüme terketmiş olması gereken çobanı bulur ve hikayenin aslını öğrenmek ister. Ve böylece seneler sonra, o yol ayrımında öldürdüğü kişinin gerçek babası ve evlendiği kişinin de annesi olduğunu öğrenir.

Kraliçeyi arayışa çıkar ve kendini astığını görür. Elbisesinden aldığı iki toplu iğneyle kendini kör eder.


Dipnot:
Bu hikayenin Freud'la ilgili daha heyecan verici kısmına başka bir yazıda değineceğim.

11 Kasım, 2009

72 - Beş Faktör Modelinde Nerdesin?

Çarşamba, Kasım 11, 2009 Gönderen Berna Arslan , , , , yorum yok
Kişilik psikolojisinde kişileri tanımlayan özellikleri belirlemek için birçok araştırma ve tartışma yapılmış. Genel olarak kabul gören bir model olan Beş Faktör Modeli (Five Factor Model), kişileri beş açıdan tanımlıyor. Bu modeli açıklamadan önce aşağıdaki testi yapmanız ve kendi beş faktörünüzü hesaplamanız tavsiye olunur:

Aşağıdaki sıfatlara size uyum derecesine göre bir puan verin.

Puan
1              Fazlasıyla katılmıyorum
2              Orta seviyede katılmıyorum
3              Biraz katılmıyorum
4              Ne katılıyorum, ne katılmıyorum
5              Biraz katılıyorum
6              Orta seviyede katılıyorum
7              Fazlasıyla katılıyorum      

Kendimi şöyle görüyorum:


1. dışadönük, coşkulu

2. eleştirel, tartışmacı
3. güvenilir, disiplinli
4. endişeli, kolayca üzülen
5. yeni deneyimlere açık, karmaşık
6. çekingen, sessiz
7. canayakın, sıcak
8. düzensiz, dikkatsiz
9. sakin, duygusal olarak istikrarlı
10. geleneksel, yaratıcı olmayan

Hesaplama:


Beş faktör şunlar: Deneyime Açıklık(Openness to Experience), Nevrotiklik(Neuroticism), Uyumluluk(Agreeableness), Sorumluluk(Conscientiousness) ve Dışadönüklük(Extroversion).

Sizin her faktör için hesaplamanız da şu şekilde olacak:

Aşağıda (1) gördüğünüz yerlere, 1. soruya verdiğiniz puanı, (2) gördüğünüz yerlere 2. soruya verdiğiniz puanı vs. yazacaksınız.


Dışadönüklük puanı: (1) + 8 - (6)
Uyumluluk puanı: (7) + 8 - (2)
Sorumluluk puanı: (3) + 8 - (8)
Nevrotiklik puanı: (4) + 8 - (9)
Deneyime Açıklık puanı: (5) + 8 - (10)

Puanlar -14 ve 14 arasında. 14, faktörün en güçlü olduğu yeri gösteriyor. Genelde insanlar yandaki resimdeki gibi çan eğrisi dağılımı gösteriyor, yani çoğu faktör için çok uçlarda az kişi, ortalarda daha çok kişi bulunuyor.


Şimdi de açıklamalara gelelim (bu kısım vikipediden alınmıştır):

Deneyime Açıklık:  Sanatı, duyguları, macerayı, sıradışı fikirleri, hayal gücünü, merakı ve çeşitli deneyimleri genel olarak takdir anlamına gelmektedir. Bu özellik, yaratıcı insanları gerçekçi ve basmakalıp (sıradan) insanlardan ayırmaktadır. Deneyime açık olan insanlar, entelektüel olarak meraklı, sanatı takdir eden ve estetiğe duyarlı kişilerdir. Kapalı insanlara kıyasla, daha yaratıcı ve arzularının daha fazla ayırdında olan insanlardır. Alışılmadık inançlara bağlı olmaya daha fazla meyillidirler.

Açıklıkta düşük puanlara sahip insanlar daha geleneksel, basmakalıp ilgilere sahip olmaya eğilimlidirler. Onlar, basit, doğrudan ve açık olanı; karmaşık, belirsiz ve incelikli olana tercih ederler. Sanatı ve bilimi şüpjeyle karşılayabilirler, bu çabaları anlaşılması zor, derin ve pratik kullanımdan uzak bulabilirler. Kapalı insanlar aşina oldukları şeyleri yeni yollara karşı tercih ederler. Değişime karşı tutucu ve dirençlidirler.

Sorumluluk:  Öz-disiplin gösterme eğilimi, görev bilinciyle hareket etme ve başarı için azim gösterme demektir. Bu özellik, kendiliğinden gerçekleşene karşılık planlı hareketi tercih etmeyi gösterir. Dürtülerimizi yönlendirme, düzenleme ve kontrol etme eğilimimizi belli eder. Sorumluluk Başarıya İhtiyaç Duyma etmenini içerir.
Yüksek sorumluluğun faydaları açıktır. Sorumluluk sahibi bireyler kasıtlı planlama yaparak ve bunda süreklilik göstererek yüksek başarı düzeyine ulaşırlar ve sorunlardan kaçarlar. Diğerleri tarafından güvenilir ve zeki olarak adlandırılırlar. Diğer taraftan, zorlayıcı mükemmeliyetçiler ve işkolikler olabilirler.

Dışadönüklük:  Olumlu duygular, diğerlerinin teşvik ve ortaklıklarını arama eğilimi olarak tanımlanır. Bu özellik dış dünyayla açık bir etkileşim ile kendini gösterir. Dışadönükler insanlarla olmaktan eğlenirler, genellikle enerji dolu olarak tanımlanırlar. Heyecan olanaklarına karşılık "Evet!" ya da "Hadi gidelim!" diyebilecek olan; coşkulu, hareket-odaklı bireyler olma eğilimindedirler. Grup içinde, konuşmayı severler, kendilerini öne çıkarırlar ve ilgi çekerler.
İçedönükler laf kalabalığı, enerji ve dışadönüklerin eylem seviyesinden uzaktırlar. Sessiz, şatafatsız, ağır ve sosyal dünyayla daha az ilgili olma eğilimindedirler. Sosyal katılımlarının az olması utangaçlık veya bunalım olarak yorumlanmamalıdır. İçedönükler, sadece, dışadönüklerden daha az dürtüye ve daha fazla yalnız zamana ihtiyaç duyarlar.

Uyumluluk:  Başkalarına karşı kuşkulu ve zıt (antagonistik) olmaktan ziyade merhametli ve yardıma hazır olmaya eğilimli olmak olarak tanımlanır. Bu özellik, sosyal denge üzerine ilgiyi ve kaygıyı yansıtır. Uyumlu bireyler diğerleriyle kolay geçinir. Genel olarak saygılı, arkadaşça, cömert, yardımsever ve diğerlerinin istekleriyle uzlaşmaya hazır olarak görülürler. Uyumlu bireyler insan doğası hakkında iyimser bir görüşe sahiptirler. Onlar, insanların dürüst, saygın ve güvenilir olduğuna inanırlar.
Uyumsuz bireyler kendi çıkarlarını diğerleriyle geçinmekten üstün tutarlar. Diğerlerinin iyi olmasıyla genellikle daha az ilgilidirler ve diğerlerine daha az yardım eli uzatırlar. Bazen diğerleri hakkındaki şüphecilikleri onların kuşkucu, dostça olmayan ve geçimsiz olmalarına neden olur.

Nevrotiklik (Duygusal denge):  Öfke, endişe, bunalım gibi olumsuz duyguları yaşamaya eğilim olarak tanımlanır. Duygusal dengesizlik olarak da adlandırılır. Duygusal dengede yüksek puan alanlar duygusal olarak duyarlı ve strese eğilimlidirler. Olağan durumları tehdit edici ve ufak hayal kırıklıklarını umutsuzca zor olarak nitelemeye daha eğilimlidirler. Onların olumsuz duygusal tepkileri olağandışı şekilde uzun sürer, bu da genellikle kötü bir ruh halinde oldukları anlamına gelir. Duygusal dengedeki bu sorunlar bu bireylerin açık düşünmesini, kararlar vermesini ve streste etkili bir şekilde baş etmesini engelleyebilir.
Ölçeğin diğer tarafında, duygusal denge puanı az olan bireyler daha zor üzülür ve duygusal olarak daha az tepkilidirler. Sakin, duygusal olarak dengeli ve kalıcı olumsuz histen uzak olma eğilimi gösterirler. Olumsuz hislerden uzak olmaları, daha çok olumlu hisleri tecrübe edecekleri anlamına gelmez. Olumlu hislerin sıklığı, dışadönüklük boyutunun bir bileşenidir.


10 Kasım, 2009

71 - Bihaku (Japon Kültüründe Cilt Beyazlığı)

Salı, Kasım 10, 2009 Gönderen Berna Arslan , , , , , , 2 yorum
Japonların kültüründe dış görünüşle ilgili bazı ayrıntılara verilen önem, bize yabancı ve ilginç gelebiliyor. Bu önem tabii ki en çok kadınların dış görünüşüne gösteriliyor. Bihaku denilen moda akımı, beyaz cilte sahip olma isteği olarak tanımlanıyor. Örneğin yazın uzun eldivenler giyen kadınlar, ciltlerinin güneşten etkilenmesini en aza indirgeyerek, ideal irojiro'ya, yani beyaz tene ulaşmayı amaçlarlarmış.


Japon kültüründe beyaz renk ile ilgili şöyle bir de söz varmış: "Beyaz renk, Yedi Talihsizlik'i gizler" (Bu söz bana "Bir dirhem et, bin ayıp örter"i hatırlattı). Bihaku'ya ulaşmanın popüler yöntemi cilt rengini etkileyen melanin pigmentinin üretimini engelleyen "kozmetik ürünleri" kullanmakmış.


Beyaz ciltli "güzel" kadınlara Japon sanatında da oldukça sık rastlanıyor. Bijinga, Japon sanatında güzel kadınların tasvirine denk geliyormuş. Yandaki resim de bir bijinga örneği.
Son olarak, yeni nesillerde gençler arasında popülerliğini yitiren cilt beyazlığı kavramı, artık öğrenciler arasında "ineklikle" bağdaşlaştırılıyormuş.

07 Kasım, 2009

70 - Deli Petro

Cumartesi, Kasım 07, 2009 Gönderen Berna Arslan , , , , yorum yok
Bugün Trt Türk'te bir kısmını izleyebildiğim güzel bir belgeselde üç yazı önce(bkz. burada) bahsettiğim St. Petersburg şehrini kuran I. Petro'nun yıllarca Deli Petro olarak bildiğimiz çar olduğunu öğrendim. Belgeselde Rus edebiyatının ünlü çevirmeni Ataol Behramoğlu ile kentte Dostoyevski'nin yaşamı ve romanları ekseninde geziliyordu.

Neden Deli Petro demişiz,
Rusların Büyük Petro dedikleri bu adama diye biraz araştırdım. Vikipedi'ye göre bunun sebebi, çarın "çarlığına" aldırmayıp bir gemide en düşük rütbeli işlerden birinde çalışmasıymış. Daha sonra donanmalar karşı karşıya gelince, Osmanlıların da Büyük Petro dedikleri iddia ediliyor. Ancak bu bilgiler kaynaksız olarak verilmiş. Bunun dışında da maalesef pek bir bilgiye rastlayamadım.

İlginç bir nokta ise Rusça orjinali
Pyotr olan çarın adının çoğu dile o dildeki benzer isme uygun olacak şekilde çevrilmiş olması. Örneğin İngilizce ve Almanca'da çarın adı Peter, Fransızca'da Pierre, İspanyolca'da Pedro, tabii Türkçe'de de Petro

06 Kasım, 2009

69 - Homunculus

Cuma, Kasım 06, 2009 Gönderen Berna Arslan , , 2 yorum
Latince'de küçük insan anlamına gelen homunculus kabaca "insanın temsil edilmesi" anlamına geliyor. Genelde bir sistemin işlevini anlatmak için kullanılıyor.


Örneğin tüm organizmaların aynı anda yaratıldığına inanan bir teoriye (preformationism) göre, nesiller bu homunculus'lardan, yani her şeyi tamamlanmış ama kendilerinin daha küçük formlarından gelişiyorlar.

Bir örneğini yandaki resimde spermin içindeki insanın temsil edilmesinde görebilirsiniz. 
Yalnız, incelediğim homunculus resimlerini çok itici bulduğumu söylemeliyim. 

İnsanın motor ve duyu sistemlerini temsil edenler için de
buraya tıklayabilirsiniz, sevimsiz bulduğumdan resimleri buraya eklemek istemedim. Ayrıca beynin belli bir bölgesinin işlevini gösteren homunculus için de buraya bakabilirsiniz.

02 Kasım, 2009