30 Eylül, 2014

Konuk yazardan: "Saray Sineması, Saray Muhallebicisi, Demirören AVM ve İnci Pastanesi"

Çocukluğu Şişli'de, lise dönemi Beyoğlu'nda geçmiş biri olarak bu yazı beni yakından ilgilendirdi. Konuk yazarımız Erol Kuntsal, bu yazısında İstanbul'un son yıllarda uğradığı tarih ve kültür kaybından Beyoğlu ekseninde bahsediyor. Sanıyorum ki, İstiklal Caddesi'nin gitgide açık bir AVM'ye dönüşmesi ve kişiliğini kaybediyor oluşu çoğumuzun dikkatini çekmiştir.

Erol Kuntsal'ın diğer yazılarını okumak için buraya, tüm konuk yazarlarımızın yazılarına göz atmak için buraya tıklayabilirsiniz. Konuk yazar olmak için benimle iletişime geçebilirsiniz. 


İstiklal Caddesi'nde, Taksim ile Galatasaray arasındaki bölümün sağ tarafındaki Ağa Camii olarak bilinen Hüseyin Ağa Camii’ni geçtikten sonra, Emek Sineması'nın bulunduğu Yeşilçam sokağının köşesinde büyük ve eski bir bina vardı. Vardı diyorum, çünkü artık yok.

Bu bina 1875’te mimar Giovanni Battista Barbarini tarafından, Lüksemburg Apartmanı adıyla inşa edilmişti. Sinema bölümü 1913’e kadar Lüksemburg Kafe ve Gomon Kafe olarak kullanılmıştı. Sonra sinemaya dönüştürülmüş, 1933’e kadar Glorya Sineması olarak faaliyet göstermiş, 1933’te Saray Sineması adını almış ve İstanbul’un en şık sinemalarından biri olmuştu. Osmanlı Bankası müdürlerinden Duaux’un sahibi olduğu bina, ölümünden sonra kızı Saint-Seine Markizi’ne geçmişti.

Yabancı filmler gösteren Saray Sineması’nda, konserlere ve tiyatrolara da yer verilmişti. Sanat etkinlikleri içinde önemli bir yere sahipti. Avrupa’nın ünlü yorumcuları ve tiyatro sanatçıları, bale toplulukları, Louis Armstrong’un da aralarında bulunduğu ünlü cazcılar, Münir Nurettin Selçuk, Safiye Ayla, Maurice Chevalier, Josephine Baker ve Tino Rossi gibi dönemin en ünlü yerli ve yabancı ses sanatçıları burada unutulmaz konserler vermişlerdi.



Saray Sineması, benim gittiğim yıllarda eski ve bakımsız bir sinemaydı. Ama vaktiyle çok güzel bir sinema olduğu kolaylıkla anlaşılırdı. Girişteki pasajda, genelde hazır giyim ürünleri satılırdı.


Cephenin hemen sağında Saray Muhallebicisi vardı. Önünden her geçişimde, vitrine özenle yerleştirilen burma kadayıflara bakardım. Kadayıf rulolarını, içindeki büyük ve yeşil fıstıklar özellikle görülecek şekilde keserler ve vitrine doğru çevirirlerdi. Bir gün dayanamayıp içeri girmiş ve bir porsiyon yemiştim. Ama bütün hayallerim yıkılmıştı. Normal kadayıfa göre şerbeti çok daha az ve sert olduğundan zorlukla çiğnemiştim. Vitrinde çok güzel duran şey, yerken o güzelliğini kaybetmişti.

Saray Muhallebicisi’nin hikâyesi 1860’larda Kerem Çavuş’un Fındıklı’da açtığı muhallebici ile başlamış. Torunu Hüseyin Topbaş, Kasımpaşa’da “Bizim Muhallebici” adıyla devam ettirmiş. 1948’de Beyoğlu’na taşınmışlar ve dükkân Saray Sineması’nın yanında olduğu için “Saray Muhallebicisi” adını almışlar. Muhallebi, sahanda yumurta, tavuk, tavuk suyu çorba ve pilavla başlayan menü daha sonra zenginleşmiş.



Hatırlatmakta yarar var, Saray muhallebicisinin sahibi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve ailesi.

Son yıllarda Saray Sineması'nın da bulunduğu binanın mülkiyeti işadamı Erdoğan Demirören’e geçti ve kaderini beklemeye başladı. Önce sinemayı, sonra pasajı ve sonunda caddedeki dükkânları kapattılar. En sona Saray Muhallebicisi kalmıştı. O da, karşı sıradaki büyük bir apartmanı alarak 2007 yılı başında yeni yerine taşınınca, binanın etrafını büyük tahta perdelerle kapattılar, tamamen yıktılar, derin bir temel çukuru kazdılar ve yeni inşaata başladılar.

Bu hafta Beyoğlu’nda dolaşırken, tamamen yıkılan Saray Sineması'nın yerine yapılan Demirören AVM’yi gezdim. Bana göre, İstiklal Caddesi'nin dokusuna pek de uymayan dev bir bina olmuştu.


Saray Muhallebicisi, yeni ve gösterişli binası ile karşıda duruyor, adını ve şöhretini borçlu olduğu yere yapılan dev binayı seyrediyordu.

İstanbul’un kişilikli bir binası daha yok oldu. Restore edilip İstiklal Caddesi’nin dokusuna uygun bir bina olarak yaşatılabilir miydi acaba?

Hemen yanındaki köşede bulunan, ayrı bir yazı konusu olacak kadar ünlü Cercle D’orient binasına baktım. Altındaki sıra dükkânlardan, profiterolü ile ünlü İnci Pastanesi’nin de en sonunda kapandığı bu muhteşem ama bakımsız binanın da bir gün aynı kaderi paylaşmamasını diledim.



Tarihi İnci Pastanesi, 1944 yılından beri hizmet verdiği Cercle D'orient binasından 68 yıl sonra 7 Aralık 2012'de restorasyon gerekçesiyle tahliye edildi. Bazı sivil toplum kuruluşları tahliyeye tepki gösterdi. Şimdi, Beyoğlu Mis sokaktaki yeni yerinde, eski tadını ve dekorunu koruyarak hizmete devam ediyor. Müdavimlerine duyuruyorum.

Resim kaynak:
http://www.mimarizm.com/V_Images/2010/Mimarin_Gobegi/pastaneler/inci%20(10).JPG
http://db2.stb.s-msn.com/i/8E/F4FADB4B9BC76887A5CEEA8F3861.jpg
http://mutlukent.files.wordpress.com/2011/03/img_1446.jpg
http://www.dipsahaf.com/wp-content/plugins/dynpicwatermark/DynPicWaterMark_ImageViewer.php?path=2011/12/Untitled-12.jpg
http://streetmuseumistanbul.com/Contents/117/130258864981549356_beyoglu-saray-sinemasi-film-brosuru-manon50591150.jpg

23 Eylül, 2014

551 - Kuşların şarkıları: Erkekler neden öter?

Salı, Eylül 23, 2014 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Aşağıda fotoğrafını gördüğünüz sevimli kuş, Türkçe'de kızılgerdan veya narbülbülü diye biliniyor ve erkeği dişisinin ilgisine mazhar olmak için her sene yeni şarkılar uydurmak zorunda.


Kuşların ötüşlerini, yani şarkılarını araştıran biliminsanları çok ilginç bulgulara ulaşmışlar. Öncelikle narbülbüllerinin yalnızca erkekleri şarkı söylüyor. Dişiler ise erkekleri şarkılarına göre seçiyor, çünkü şarkı söylemek vücuttaki tüm kasların çalışmasını gerektirdiğinden kuşun sağlıklı ve güçlü olduğunu gösteriyor.

İşin ilginç yönü, şarkı söylemenin testesteron hormonuna bağlı oluşu. Erkek narbülbüllerindeki testesteron azaltıldığı zaman kuşlar şarkı söylemekten vazgeçiyor. Daha da enteresan bir bulgu ise testesteron verilen dişilerin birdenbire şarkı söylemeye başlamaları. Bu bulgu, kuşlarda şarkı söylemenin yaratıcı bir süreçten çok, doğuştan var olan otomatik bir sistem olduğunu gösteriyor.



Dişilerin seçiciliği ise oldukça yüksek. Şarkısı ile bir sene çiftleşmeyi başaran erkek, gelecek sene yeni bir şarkı üretmek zorunda, çünkü dişi eski şarkıyı hatırlıyor ve bunun geçmiş seneye ait olduğunu biliyor. Bu yüzden erkek narbülbülü, daha önce söylediği ve duyduğu şarkılardan bir potpuri oluşturmak zorunda kalıyor.

Kuşların şarkıları da insanların aksanları gibi kuşun nereden geldiğine, nerede yaşadığına dair ipuçları içeriyor. Ornitologlar, yani kuş bilimciler, bir kuşu dinleyerek kuşun bölgesi hakkında fikir yürütebiliyorlar.




Resim kaynak:
http://www.learner.org/jnorth/images/graphics/robin/winter_bath_c_haines.jpg
http://www.rspb.org.uk/community/cfs-file.ashx/__key/communityserver-discussions-components-files/901/7776.PICT0099.JPG

04 Eylül, 2014

550 - Eğitim Gönüllüsü Oldum

Perşembe, Eylül 04, 2014 Gönderen Berna Arslan , , , , 3 yorum
Yaz süresince Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı'nın (TEGV) düzenlediği yaz etkinliklerinde gönüllü olarak görev yaptım. İçinde severek yer alabileceğim bir gönüllü kuruluş bulmak için internette arama yaptığımda TEGV'in kendime en yakın kurum olduğunu hissettim ve böylece başvuruda bulundum. 

Siz de TEGV'de gönüllü olarak çalışmak isterseniz öncelikle vakfa internet üzerinden başvuruda bulunuyorsunuz. Bunun için adres şurada (eğer isterseniz bizzat kuruma giderek de başvuruda bulunabilirsiniz). Başvurunuzdan belli bir süre sonra size vakıf tanıtım toplantısına katılabileceğiniz yönünde bir e-posta geliyor. Bu ilk toplantıda vakfın tarihi ve amaçları hakkında bilgi ediniyor ve vakıfta yapılan etkinlikleri daha yakından tanıma fırsatı buluyorsunuz. Grupça yapılan çeşitli aktivitelerle de diğer gönüllülerle kaynaşma fırsatı yakalıyorsunuz.

Vakıf tanıtım toplantısından sonra kararınız olumluysa bir sonraki toplantıya katılarak Temel Gönüllü Eğitimi'ni alıyorsunuz. TEGV'in yaz etkinlikleri programı için temel eğitim yeterli. Okul dönemi etkinlikleri için ise hangi etkinlikte yer almak istiyorsanız ona göre bir eğitime daha katılıyorsunuz. 

Çocuklarla birebir yapabileceğiniz etkinliklerin sayısı oldukça fazla ve içerikleri de iyi düşünülmüş ve eğlenceli. Bu adreste bir etkinlik listesi bulabilirsiniz.



Davet e-postasını aldığımda TEGV'e yaptığım ikinci başvuruydu. İlkinde ya zamanlamam pek iyi değildi ya da ikinci seferde sosyal bilimlerde doktora yapıyor olmam etki etti, bilemiyorum.

Yaz boyunca 4. ve 5. sınıf çocuklarıyla çeşitli etkinlikler yürüttüm. Yaz etkinliklerinin belli bir programı var, yani belli bir müfredatı izliyorsunuz da diyebiliriz. Genelde etkinlikler, çocukların güzel zaman geçirirken düşünmesini veya öğrenmesini sağlayan cinsten. Bizim etkinliklerimiz de sanat, çevre bilinci, bilim üzerineydi diyebilirim. 

Çocuklarla vakit geçirmek ve onların anlattıklarını dinlemek, size de iyi gelecektir.

TEGV, gezici ve sabit eğitim noktalarından oluşuyor. Türkiye'nin birçok ilinde bu eğitim noktaları bulunuyor. Başvuru yaparken size yakın bir noktayı seçmeniz mümkün. 

TEGV'in arka planında da gönüllü olarak çalışabiliyorsunuz, yani vakfa kaynak sağlama gibi işlerde de yer almak mümkün.

Son olarak, bağışta bulunmak isterseniz de şu sayfayı inceleyebilirsiniz.

"Bir çocuk değişir, Türkiye değişir."

Resim kaynak: http://images.markapon.com/files/tegv-0-2.jpg

03 Eylül, 2014

549 - Hayvanlar nasıl karar verir? Demokrasi mi krallık mı?

Çarşamba, Eylül 03, 2014 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok
Güçlü olan kazanır. Bugün Darwinci düşünceyi aşağı yukarı böyle özetliyoruz. Güç her zaman fiziksel güç anlamına gelmiyor elbette. Çevresine en iyi adapte olan, en iyi kamufle olabilen canlı da en güçlü olarak görülebilir. Ancak Darwin'in bulguları sonraki nesillere aktarılırken bu bulguların bazılarının üstünde daha çok durulduğu, bazılarının ise esgeçildiği yönünde eleştiriler var.



Güçlünün hayatta kalması ve rekabetçilik üzerine daha çok yoğunlaşılırken, sosyal hayvanların hayatta kalmak için mecbur oldukları diğer bir yöntem çoklukla gözden kaçırılıyor: İşbirliği

İşbirliği, fiziksel olarak diğer türlerin yanında fazla bir avantajı olmayan insanoğlunun bu kadar başarılı olmasının sebeplerinden biri olarak görülüyor. İnsanoğlunun gelişiminde çocuklara bakmak için büyükannelerin görev yapması, toplumu oluşturan bireyler arasındaki iş bölümü önemli noktalar olarak görülüyor.

Peki hayvanlar işbirliği yapıyor mu yoksa herkes alfa erkeğin dediğini mi uyguluyor? Yani hayvanlar dünyasında demokrasi mi hüküm sürüyor yoksa krallık mı? 


2005 yılında yayımlanmış bir çalışma*, işbirliğinin ve ortak karar vermenin hayvan dünyasında egemen bir yaklaşım olduğunu gözler önüne seriyor. Karar vermek, insanlar için olduğu gibi hayvanlar içinde hayati bir önem taşıyor. Dinlendikten sonra besin aramak için gidilecek yönü tayin etmek, beslenmeden sonra su içmeye ne zaman gidileceğine karar vermek önemli, çünkü aynı insanlarda olduğu gibi topluluğu oluşturan bireylerin yaşları ve cinsiyetleri farklı ve her bireyin farklı ihtiyaçları bulunuyor.

Ortak karar vermenin, yani demokrasinin, kuşlarda, arılarda, balıklarda ve sürü olarak dolaşan memelilerde (geyik, sığır gibi) görüldüğü düşünülüyor.

*https://crabgrass.riseup.net/assets/36329/consensus-animals.pdf

Resim kaynak: http://images.fineartamerica.com/images-medium-large/survival-of-the-fittest-bob-christopher.jpg, http://images.sciencedaily.com/2014/04/140423132616-large.jpg

02 Eylül, 2014

Konuk yazardan: "Bach'ın 1054 numaralı Piyano Konçertosu"

Salı, Eylül 02, 2014 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Konuk yazarımız Erol Kuntsal, Bunu Bugün Öğrendim'e ikinci kez konuk oluyor. Bu yazıda Bach'ın 1054 sayılı konçertosunun anlamından ve çağrıştırdıklarından bahsediyor. 
Yazarın bir önceki yazısına buradan ulaşabilirsiniz.


Bir düşünür, “Müzik hayal kurmaya yarayan bir mekanizmadır” demiş. 

Bu günlerde, Bach’ın klavsen (bugünkü adı ile piyano) için yazılmış konçertolarından oluşan bir albüm dinliyorum. Albümdeki 1054 sayılı konçertonun ikinci bölümünde, orkestranın çaldığı zarif bir melodiden sonra piyano orkestraya eşlik etmeye başlıyor. Orkestra bazen öne çıkıyor, bazen arka planda kalıyor. Bazen kemanlar ve kontrbaslar öne çıkarak hüzünlü ve duygusal melodiyi tekrarlıyorlar.

Bana ilk dinlediğim andan itibaren hayatı anlatıyor gibi geldi. Orkestranın devamlı olarak melodiye eşlik etmesi, keman ve kontrbasların kalın ve hüzünlü sesleri, hayatın ruhani yönünü ve sonuçta ölümü düşündürdü. Bazen hüzünlü bir melodi çalan, ama insana yaşama sevinci de veren piyano ise, her şeyi unutup yaşamaya devam etmemizi anlatıyordu sanki. Ama o ruhani yapı yine de varlığını koruyor, kendini hep hatırlatıyor ve sonuçta hüzünlü bir şekilde sonuçlanıyordu.

Bach, 1723–1750 yılları arasında Leipzig’de bestelediği bu eseri acaba neler düşünerek yazmıştı? Merak ettim, araştırdım ve buldum. Gerçek, benim düşündüğümden çok farklıydı.

Aydın Büke, “Bach-Yaşamı ve Eserleri” adlı kitabında, Bach’ın klavsen konçertolarının hemen hepsinin, önceki yıllarda başka sazlar için bestelediği konçertoların uyarlamaları olduğunu yazmış. 1054 sayılı klavsen konçertosunun da aslında 1042 sayılı, mi majör keman konçertosunun bir uyarlaması olduğunu, Bach’ın yalnızca son bölümde klavsen tekniğine uygun bazı düzenlemeler yaptığını ve kuru bir aktarımdan kurtardığını belirterek, 1042 sayılı keman konçertosu için şunları yazıyor:

“İlk bölüm allegro (neşeli, hareketli). Orkestrada temanın duyulmasıyla başlar. Tutti (orkestranın hep birlikte çaldığı bölüm) sona erdiğinde, keman başta duyduğumuz ezgiyle girer. İlk üç nota, mi majör akorunun seslerinden oluşmuştur. Motifin işlenmesi, çeşitli partilerde değişikliklere uğraması, Bach’ın çok karakteristik yazı tarzını ortaya koyar. Özellikle bu bölümde tutti ve solo kısımları ustalıkla kaynaştırılmış, kesin sınırlar olabildiğince yumuşatılmıştır. Çok kısa bir kadansın (kısa bir dinlenme) ardından bölüm tekrarlanır.”

“İkinci bölüm andante (yavaş). Bir bas teması ile başlar. Parça boyunca 17 kez duyulan bu motif temel yapıyı oluşturur. Buradaki tema daha yumuşak ve huzurludur. Keman, tıpkı bir ezginin parçasıymış gibi uzun bir notayla başladığı şarkısını yorulmadan sürdürür. Bach, sanki Rimsky-Korsakof’tan yüz altmış yıl önce, kemanın öykü anlatan bir genç kadını canlandırabileceğini bütün müzik dünyasına anlatmak istiyordur. Orkestranın bölümü tıpkı başladığı gibi yalnız bitirmesi, masalımsı havayı pekiştirir.”

“Üçüncü bölüm allegro (hızlı, hareketli). Hızlı bir temayla girer. Keman sözü orkestradan alarak ezgiyi geliştirir. Rondo (kendi içinde tekrarlı) bir yapıdadır. Solo çalgının teknik becerilerini sergileyebilmesine özellikle dikkat edilmiştir.”

Demek ki, ikinci bölümde benim hayat ve ölüm olarak algıladığım şey, aslında genç bir kadının hikâyesiymiş.

Ne benzerlik!
Yukarıdaki videoda ünlü piyanist Timur Sergeyenia, Belçika’daki konserinde üç bölümü de arka arkaya seslendiriyor. İsterseniz izleyerek Timur Sergeyenia ile de tanışmış olun. Belki başka icralarını da dinlersiniz. Konçertonun tamamı 18.18 dakika. İkinci bölüm 7.44-15.05 dakikalar arasında ve 7.61 dakika sürüyor. İsterseniz eserin tamamını veya sadece ikinci bölümü dinleyin, bakalım ikinci bölümde siz neler düşüneceksiniz?

01 Eylül, 2014

548 - Midilli'de bir Tatil

Pazartesi, Eylül 01, 2014 Gönderen Berna Arslan , , , , , , , , , yorum yok
Sevimli sokaklar, güzel yemekler ve Ege Denizi... Kapıda vize seçeneğinin çıkmasıyla birlikte popüler olan Yunan adalarından biri olan Midilli'ye gittik bu yaz. Ayvalık'tan feribotla ulaşabildiğiniz Midilli'ye gitmek için ya Schengen vizenizin olması gerekiyor (60 euro) ya da kapıda vize almanız gerekiyor (50 euro). Ayvalık'tan ise Turyol feribotlarına binerseniz 1.5 saatte, daha hızlı olan katamaran tipi feribotlara binerseniz de 30 dakikada Midilli'desiniz. Limanda indiğiniz an herkes bir an önce adaya gireyim, pasaport kontrolü kuyruğunda beklemeyeyim diye bir koşturuyor ki şaşarsınız. Vizesi olan da olmayan da aynı kuyrukta bekliyor bu arada.



Midilli adını verdiğimiz adanın orijinal ismi Lesvos. Tarihsel olarak ünlü kadın şair Sappho'nun yaşadığı yerLesvos oldukça büyük bir ada ve 12 bölgeden oluşuyor. Midilli -yani Mytilini- ise aslında bu bölgelerden birinin adı. Lesvos'a Türkiye'den çok sayıda turist gidiyor, bunların büyük kısmı ise günübirlikçi. Lesvos'u ziyaret etmiş olan günübirlikçilere danıştığınızda büyük kısmı size gitmeyin bir şey yok diyor. Bunun sebebi onların yalnızca Mytilini bölgesini görmüş olmaları ve tatmin edici bir gün geçirmemiş olmalarıdır. Biz de ilk günümüzü Mytilini'de geçirdik. Limanda gemiden indikten ve otele yerleştikten sonra birçok küçük ve şirin dükkanın yer aldığı alışveriş caddesinde turladık, kuzey tarafında yer alan deniz kenarındaki tavernalardan birinde güzel yemekler yedik ve dönüş yolunda herkesin siestaya çekilip tüm dükkanların kapandığını görünce bir güzel şaşırdık.


Mytilini'de hayat yavaş akıyor. Kimsenin bir yere yetişme veya işleri çabuk yapma gibi bir hevesi yok. Ertesi gün Lesvos'un kuzeyinde yer alan Molyvos bölgesine gideceğimiz için otobüs bileti almak üzere otobüs garına yollandığımızda bilet satıcısının henüz siestasından uyanmadığını fark edip bir süre bekledik. Daha sonra gelen satıcının canı henüz iş yapmak istemediğinden biletleri bir gün önceden veremem yarın sabah gelin dedi. Ertesi sabah ordaydık ve Molyvos'tan Midilli'ye dönüş biletlerimizi de almıştık (önceden satış mümkünmüş). Buradan anladık ki, Mytilini'de hayat yavaş akar ve kimsenin para kazanmak için acelesi yoktur.

Mytilini bölgesindeki sokaklarda bolca graffiti ve sokak sanatı vardı.
Mytilini'deki yemekler hem lezzetli hem de ucuzdu. Tavernalarda çalışanların çoğu biraz Türkçe biliyor, "ızgara or tava" diye soruyor, hatta menülerin Türkçe versiyonları hemen önünüze geliyor. Tabii ki mezeler, deniz ürünleri ve değişik uzolar denenmesi gereken yiyecek ve içecekler arasında. Yunanlılar da her yiyeceğimizi alıyor kendilerine göre bir isim koyup pazarlıyorlar diye kızanlar herhangi bir Yunan adası ziyareti sonrasında boşver adamlar bizden daha lezzetli yapıyor diyecektir. Orada yediğim kadar lezzetli (ve biraz da farklı) bir fava yediğimi hatırlamıyorum örneğin. Deniz ürünleri taze, eğer dondurulmuş ise bu menüde belirtiliyor. Fiyatlar gayet uygun, 3 kişi her şey içinde içkili bir yemek yediğinizde 50 euro'ya sofradan kalkabiliyorsunuz. Izgara ahtapot yemeyeni dövüyorlar.


Mytilini'deki ilk gecemizin ardından biletlerimizi aldıktan sonra 1.5-2 saatlik bir otobüs yolculuğu ile adanın kuzeyindeki Molyvos'a ulaştık. Molyvos çok sevimli ve şirin bir bölge. Daracık yokuşlu sokaklarına birçok küçük dükkan ve ev sıralanmış. Liman kısmında ise akşamları hareketli olan tavernalar yer alıyor. Denize girebiliyorsunuz elbette ama buradaki plajlar pek elverişli değil. Deniz için yakındaki bölge Petra'yı tercih edebilirsiniz. Petra'ya tramvaya benzeyen ufak bir trenle veya taksiyle gidebilirsiniz, yol 10 dakika kadar sürüyor. Petra'da güzel bir sahil ve sahilin gerisinde yemek yiyebileceğiniz restoranlar var. 


Biz Molyvos'ta 'The Schoolmistress with the Golden Eyes' isimli bir otelde kaldık ve çok sevdik. Yeşilliklerin ve cırcır böceklerinin içinde, her odanın küçük bir balkonunun olduğu ve çarşının hemen içinde yer alan sevimli bir oteldi. Sahibine kahvaltıyı sorduğumuz zaman ben hazırlarsam sizden 6 euro alırım kişi başı, dışarı çıkıp 5 euro'ya her şeyi daha güzel yiyebilirsiniz dedi. Dürüst adamlar. Bir daha anladık ki burada para kazanmak için turisti kazıklayalım anlayışı yok. Otelin birçok müşterisi gibi, ertesi gün otelin hemen yanındaki marketten kahvaltılık alıp otelin mutfağını kullandık ve balkonumuzda kahvaltı yaptık.


İsterseniz Molyvos kalesini gezebilirsiniz, biz çıktığımızda saat 3'ü geçtiğinden dolayı giremedik, eh fazla çalışmayı sevmiyorlar demiştik. Molyvos Mytilini'ye göre daha turistik ve biraz daha pahalı. Hatıra olarak sakız likörü veya sakızdan yapılmış ürünler alabilirsiniz. Aynı zamanda çok hoş seramik ürünleri de bulunuyor.

Yunan adalarını kaçırmayın. Rahat rahat tavsiye edebilmemizin bir sebebi de kalabalıklaştıkça Türkiye'de olduğu gibi bozulmayacak olması. Bize ulaşım olarak çok yakın olsalar da Yunanlar coğrafyalarını ve tarihlerini bizden iyi korumayı biliyorlar.