31 Mart, 2010

123 - İnternet Reklamları Gerçekten İşe Yarıyor mu?

Çarşamba, Mart 31, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , , 1 yorum
Yıllardır kullandığımız birçok internet sitesinde reklam bombardımanına tutuluyoruz. Reklamdan daha uzak kalmayı tercih eden Google, Gmail gibi sitelerin ise kullanıcı sayıları oldukça yüksek. Ancak forumlar, ekşisözlük gibi sözlükler, facebook gibi sosyal paylaşım ortamlarının çoğunda reklamlara rastlamak mümkün. Banner denilen bu reklam türü bildiğiniz gibi statik (resim) veya dinamik (animasyon) olabiliyor. Peki sizce bu reklamlar gerçekten işe yarıyor mu?

Göz hareketlerini, yani bir objeye bakarken onun hangi bölümlerine baktığınızı takip eden göz izleme cihazı ile yapılan bir araştırmanın sonuçları göstermiş ki, bir web sayfasına baktığımızda aslında banner'lara sanıldığı kadar da bakmıyoruz.
Yukarıdaki resimde sarı ve kırmızı alanlarda gözün dolaştığı, yani bakılan yerleri görüyorsunuz. Dikkat ederseniz, yalnızca reklamlara bakılmamış. Bu çalışma 90'ların sonunda yayımlanmış olsa da günümüzde web reklamcılığı son hızla devam ediyor.


29 Mart, 2010

22 Mart, 2010

120 - Kullanabildiğimiz Kelimeler Kadar mı Özgürüz?

Pazartesi, Mart 22, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , , , , , , 1 yorum
"Büyük Birader"in egemenliğinin anlatıldığı, bir gözetleme ve ihbar etme toplumunun nasıl olabileceği hakkında bize kapkara bir portre çizen George Orwell'in ünlü romanı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'ü okuyanlar hatırlar, Newspeak, yani YeniKonuş diye bir dil almaktadır romanda. Bu dil, otoriter rejim tarafından orijinal dilden kelimeler atılarak veya anlamları değiştirilerek yaratılmıştır.

Yeni topluma doğan bireyler, artık bir zamanlar başka anlamlarda kullanılan "özgür", "eşit" gibi kelimeleri onlara yeni biçilen sınırlar içinde, farklı anlamlarda kullanmaktadırlar. Dilden kavramların çıkarılması, aslında bu kavramların tamamen yok olmasına, yani artık düşünülememelerine yol açmaktadır.

Sapir-Whorf hipotezi, düşünce ve davranışların kısmen de olsa dile bağımlı olduğunu iddia etmektedir. Farklı kültür ve dil ile büyüyen insanların bilişsel sistemlerinin de farklı olduğu iddia edilmektedir. Bu hipotez, felsefe, dilbilim, psikoloji alanlarında ciddi tartışmalara yol açmıştır.
 
Peki sizce dil düşüncelerimizi kısıtlayabilir mi? Belli kavramların karşılıklarını dilde bulamasak, bir süre sonra o kavramları düşünmekten vazgeçer miyiz?


17 Mart, 2010

119 - "Hiçbir şey Satın Almama" Günü

Çarşamba, Mart 17, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , 3 yorum
28 Kasım'da kendinize bir iyilik yapın ve hiçbir şey satın almayın, çünkü o gün "Buy Nothing Day", yani hiçbir şey satın almama günü. Kanadalı sanatçı Ted Dave tarafından ilk olarak ortaya atıldığı söylenen bu gün, aşırı tüketime karşı bir duruş sergileme amacını taşıyor. 


Bu günü kutlama amaçlı kredi kartı kesme eylemleri, sokak gösterileri düzenlenmiş şimdiye kadar. Siz de hiçbir şey almama prensibini yılın istediğiniz bir gününe çekebilirsiniz. Son olarak, aşağıdaki barkodda sayılarla oynanarak bir yazı yazılmak istenmiş kanımca, çünkü ilk kelimeyi "escape" yani kaçış olarak görür gibiyim. İkinci kelimeyi çözen varsa lütfen söylesin. Mutlu hiçbir şey satın almama günleri!

14 Mart, 2010

117 - Pi Günü

Pazar, Mart 14, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , , yorum yok
Bugün Google'ın ana sayfasında aşağıdaki logo ile karşılacaksınız:

Çünkü bugün Pi Günü. 14 Mart, ay/gün olarak yazılan tarih formatında 3/14 olarak gösterildiğinden pi sayısının açılımı da 3.14 şeklinde başladığından bugüne pi günü adı verilmiş. Ayrıca Einstein'in doğumgünüymüş. Günün kurucusu Larry Shaw adından bir fizikçiymiş.

Pi gününüz kutlu olsun!

(Google'ın diğer özel gün logolarını merak ediyorsanız, 18 Aralık tarihli yazıya buraya tıklayarak ulaşın.)

13 Mart, 2010

116 - Street Fighter'da Bir Pehlivan

Cumartesi, Mart 13, 2010 Gönderen Berna Arslan , , 1 yorum
Evet, ne zaman Street Fighter'da karakter seçecek olsam aklımın bir ucundan geçerdi, niye bir Türk dövüşçü eklemediler şu oyuna diye. Neyse ki, yaratıcılar nihayet iç sesimizi duydu ve Nisan'da ortaya çıkacak yeni sürüm Street Fighter'a bir Türk eklemeye karar verdiler.


Karakterin adı Hakan ve kendisi bir Kırkpınar güreşçisi. Klasik görünüşlü değil tabii, mavi saçları ve koyu renk bir teni var. Yağlı vücuduyla oradan oraya kayıp, rakiplerini ezdiği videoyu hemen aşağıda izleyebilirsiniz. "Looks like it's time to oil up!"



11 Mart, 2010

115 - Mona Lisa'nın Gülümsemesini Sağlayan Nedir?

Perşembe, Mart 11, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , 2 yorum
23 Aralık tarihli bir yazımda yüzün hangi kısmının duyguları daha iyi ifade ettiğini anlatmıştım ve bu durumun Mona Lisa tablosunda da karşımıza çıktığını düşündüğümü belirtmiştim. O yazıya gelen yorumlardan birinde önerilen bir makaleye göz attım bugün, makalenin adı "What makes Mona Lisa smile?", yani "Mona Lisa'yı gülümseten şey nedir?". Makale 2004 yılında Vision Research adlı bir dergide yayımlanmış.
 


Araştırmadan biraz bahsedeyim. Mona Lisa tablosuna gürültü (noise) eklenerek, resme çeşitli ifadeler verilmiş. Deneklerden bu ifadeleri -10 (çok mutsuz)'dan +10 (çok mutlu)'a kadar puanlamaları istenmiş. Şimdi yukarıdaki iki resme bakın ve siz de puanlamada bulunun. Büyük ihtimalle soldakini üzgün, sağdakini mutlu gördünüz. Sizce iki resim arasında ne tür farklar var peki? Dudak biçimleri kesinlikle farklı. Peki başka? Gözleri de farklı görünüyor değil mi? Sanki soldakinde bir soğukluk varken, sağdakilerde bir ışıltı var gibi. Oysa... İki resimde de gözler aynı. Aşağıya sadece gözlerin yer aldığı kısmı kopyalıyorum, siz bunu yukarıdaki resimlerin ağız kısımlarını kapayarak da görebilirsiniz:


Makalenin yazarları özetle demişler ki, "insan yüzündeki duygu ağız kısmından anlaşılıyor ve bizim deneyimizde gözlerin bir etkisi olmadığı görüldü, ancak bu sonucu genelleştiremeyiz". Kendi fikrimce, gözlerin oldukça büyük bir önemi olabilir. Örneğin, BBC'nin psikoloji testlerinin bulunduğu sitesinde "Sahte Gülümsemeyi Bul" adlı bir test var.
Buraya bir göz atabilirsiniz. Sahte ve gerçek gülümsemeyi ayırt etmenin bazen zor, ama bazen de gözlerin ele verdikleri ile kolay olduğunu göreceksiniz.

10 Mart, 2010

114 - Zevki Geciktirmek (The Marshmallow Test)

Çarşamba, Mart 10, 2010 Gönderen Berna Arslan , , 1 yorum
Şimdi başlığa baktınız, evet neler geçti aklınızdan biliyorum, oysa değineceğim konu bir psikolojik araştırma konusu. 1960'lı yıllarda Stanford'da Walter Mischel tarafından geliştirilen bir araştırmada dört yaşındaki çocuklara şekerleme sunuluyor. İki seçenekleri var:  Birincisi hemen yemek, ikincisi 20 dakika beklemek ve ikinci bir şekerleme elde etmek. Tabii deneyde bazı çocuklar beklerken, bazıları şekerlemeyi hemen mideye indirmişler. Deneyin asıl kısmı şimdi geliyor:  Araştırmacılar, bu çocukları ergenliğe kadar takip ediyor ve ebeveyn ve öğretmen raporlarından aldıkları veriye dayanarak görüyorlar ki, bekleyen çocuklar daha uyumlu ve güvenilir kişiler olmuş. Ayrıca ABD üniversite giriş sınavı olan SAT'de de daha yüksek puanlar almışlar.

Evet başlığa geri dönersek, bu deneyin adı "marshmallow experiment", yani "şekerleme deneyi" olarak kalmış. Kişinin istediği bir şey için yeterince beklemesi, yani "zevki geciktirmesi" kavramı başrolü oynuyor. Şimdi bu deneyi kısa zaman önce yeniden yapmışlar ve ortaya şu şirin video çıkmış, buyrun izleyin:

08 Mart, 2010

Film: Alice in Wonderland

Pazartesi, Mart 08, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , , yorum yok
Yoğunluk sebebiyle bir süredir özlediğim bloguma geri dönüyorum. Açılışı da dün gece izlediğim Alice in Wonderland - Alis Harikalar Diyarında filmine ayırmak istedim. Çocukluğumuzda neredeyse hepimizin okuduğu kitabı hakkında da bir yazı yazmıştım daha önce, merak edenler buraya bakabilir. Onunla da kalmayıp başka yönlerini de araştırıp yazmıştım, buraya ve buraya tıklayabilirsiniz.


Filme geçmeden önce Alice'in benim için hikayesini anlatayım:  Küçükken de beni çözemediğim bir yönüyle rahatsız eden "masalın" İngilizce'yi kullanım açısından çok yaratıcı olduğunu duyuyor, ama resimlerinden hala tedirgin olduğumdan bir türlü alıp tekrar okuyamıyordum. Bu sınırı nihayet aştığımda, harikalar diyarı ve dili beni çok etkilemişti. O yüzden bu filmi de oldukça merakla bekledim.


Ve hayal kırıklığına uğramadım. Tim Burton en sevdiği oyuncusu Johnny Depp'i yanına alarak, bizi hem fantastik hem de üç boyutlu dünyasında büyük bir zevkle gezdiriyor. Görsellik açısından zengin olan film, Alice'e kitaptaki karakterleri alarak yeni bir hikaye yazmış. Bu açıdan senaryo, kitabı birebir kopyalamıyor, yaratıcı hamlelerle film olarak daha iyi kabul edilebilecek bir noktaya çekiyor.


Öncelikle Alice'i canlandıran Mia Wasikowska'nın adını sanını pek duymamış oluşumuz olumlu bir etkiye sahip. Filmin öne çıkan oyuncuları tahmin edilebileceği gibi çılgın şapkacı rolünde Johnny Depp, Kırmızı Kraliçe olarak Helena Bonham Carter ve Beyaz Kraliçe olarak Anne Hatheway. Bunun dışında ise Alice'in fantastik dünyasının karakterleri çıkıyor hikaye boyunca karşımıza. Filmin en sevdiğim yönlerinden biri kitaptaki resimlerden esinlenmiş oluşu. (Kitabın orjinalinde resimler vardır ve hepsini şu adreste görebilirsiniz.) Buna rağmen insanın gözünün aradığı ve filmde yer almayan karakterler ve olaylar da yok değil. Örneğin, hikayenin en başında Alice'in boyu oldukça büyüdüğünde ağlaması ve daha sonra küçülünce gözyaşlarında yüzmesi, veya yumurta kafalı Humpty Dumpty, "mine is a long sad tale" diyen fare gibi bazı detayları gözlerim aradı. Ama yine de var olan karakterler olabildiğince iyi canlandırılmış veya görsel efektlerle yaratılmıştı.


Beni şaşırtan başka bir unsur ise kitapta bir şiirde geçen "Jabberwocky"nin filmin ana sahnelerinden birinde yer alan bir canavara dönüşmüş olmasıydı. Şimdi bu şiirde özel olan ne derseniz, sayılacak bir şeyler var, ama en önemlisi şiirin çoğunlukla uydurma kelimelerden oluşması. Şiirde şöyle bir mısra vardır: "He took his vorpal sword in hand", yani "Eline vorpal kılıcını aldı", niye vorpal'ı çeviremedik derseniz, uydurma bir kelime olduğu için. Ancak filmde gerçekten "vorpal kılıcı" diye bir kavram yaratılmış ve Jabberwocky'nin sonunu getirmesi gereken kılıcın bu olduğu söyleniyor. Anlaşılan senarist bu şiirden oldukça etkilenmiş, çünkü yine içinden bir mısra almış ve orada geçen "jubjub" kuşuna ve "bandersnatch" yaratığına hayat vermiş. Bunun dışında, son sahnelere doğru gerçekleşen savaşın satranç tahtası üzerinde olması da çok iyi bir fikirdi. Ancak senaryo ile kitap arasında tutmayan bir nokta Kırmızı Kraliçe hakkında: Filmde canlandırılan bu karakter aslında kitaptaki "Kupa Kızı"nı temsil ediyor. Bu iki karakter birbiriyle karıştırıldığından kitabın yazarı da bir konuşmasında onların farklı karakterler olduğunu vurgulamış. Filmde Kırmızı Kraliçe'nin sembolü olarak da kupa yeni kalp kullanılmış. (Bir detay daha, Kırmızı ve Beyaz Kraliçe'ler satrançta karşılıklı vezirlere denk geliyor.)


Bunun dışında "Nightmare Before Christmas"ta kullanılan yazı karakteri ve bazı tasarım benzerliklerini bu filmde de bulmak mümkün. Alice ormanda dolaşırken, ağaçların kıvrık dallarında Burton'ın hayalgücünü tanımak zor değil.


Son olarak ben filmi dublajlı izledim, Johnny Depp'in çok sevdiğim aksanı ve sesinden çok şey kaçırdığıma eminim. En yakın zamanda biraz da İngilizcesine göz atarım diyorum. Size de iyi seyirler dilerim. "You've got a very important date."

03 Mart, 2010

112 - Sevgilinin resmi acı hissini azaltır mı?

Çarşamba, Mart 03, 2010 Gönderen Berna Arslan , yorum yok
Psikoloji alanında gazetelerin kıytırık bilim köşelerinde görmeye alıştığımız haberlere benzer araştırmalar yapılıyor ve bunları görüp okudukça şaşırıyorum. Yine de birini paylaşmadan geçmeyeyim: 20 küsur hanımla yapılan bir araştırmada görülmüş ki, fiziksel acı hissi, sevdiğimiz insanın fotoğrafına bakarken azalıyormuş. Bunu kanıtlamak için çeşitli koşullar altında deneyler düzenlenmiş. Acı hissi, sıcaklık değişimi ile sağlanmış. Çeşitli koşullar ise şunlar:  1. Sevgilinin elini tutarken  2. Yabancı bir adamın elini tutarken  3. Bir top tutarken  4. Sevgilinin fotoğrafına bakarken  5. Başka bir adamın fotoğrafına bakarken  6. Bir nesnenin fotoğrafına bakarken  7. Hiçbir şey yapmazken


Yukarıda bahsedilen koşullar bir el ile sağlanırken, diğer kolda acı hissi oluşturulmuş ve bu acının ne kadar yoğun hissedildiğine dair belli bir aralıkta puan verilmesi istenmiş katılımcıdan, örneğin 1'den 10'a kadar gibi.

Sonuç olarak görülmüş ki:  Bir şeyler tutma işleminde sevgilinin eli açık ara farkla acı hissini azaltırken, yabancı adamın eli en kötü etkiye sahip olmuş. Aynı sıralama fotoğrafa bakma durumu için de geçerli.

Sonuç olarak araştırmacılar demişler ki,
ameliyat gibi ciddi durumlarda sevdiğimiz insanın fotoğrafına bakmak bizi rahatlatır. Aynı zamanda bu, kendisini yanımızda hissetmekten daha da yararlı olabilir, çünkü gerçekte nasıl bir tepki vereceğini bilemeyiz. Saygın bir dergide yayınlandı bu araştırma, bu da dipnot olsun.