30 Mayıs, 2010

157 - Köpekler İçin Özel Konser

Pazar, Mayıs 30, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Lou Reed ve eşi Laurie Anderson, Avusturalya'da sadece köpeklerin duyabileceği bir frekansta konser verecekmiş. Haziran ayında gerçekleşecek olan konserin adı Music for Dogs (Köpekler için Müzik) ve mekanı Sydney Opera Binası'nın dışı. Köpeklerin yoğunlaşma süresi kısa olduğu için, konserin süresi yirmi dakika kadar olacakmış.
Bu vesileyle ben de köpeklerin duyduğu frekanslar neymiş diye baktım. Ortalama olarak 65 Hertz ile 45.000 Hertz arasını duyabiliyorlarmış. Bu sınırlar insanlar için 64 ve 23.000 şeklinde. Beyaz balinalar için oldukça geniş bir aralık sözkonusu: 1000 ila 123.000. Merak ettiğiniz başka hayvanlar olursa şu sayfadaki tablodan bakabilirsiniz.

27 Mayıs, 2010

156 - Gandalf Nasıl Frodo'dan Uzun Görünür?

Perşembe, Mayıs 27, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , 1 yorum

Çok hoşuma giden bir bilgi edindim. İlk okuduğumda da aklıma Yüzüklerin Efendisi'nden birkaç sahne geldi. Niye olduğunu hemen anlatayım.
Ames Odası diye bir kavram öğrendim. Hemen yandaki resimde görebileceğiniz gibi, bu oda bir görsel yanılsamaya neden oluyor. Resimdeki tüm kişiler aynı odada olmasına rağmen sağa doğru boyları iyice uzuyormuş gibi görünüyor.

Oda, göz doktoru Adelbert Ames tarafından icat edilmiş. Mekanizmasını anlamak için aşağıdaki resimlere bakabilirsiniz. 

Yüzüklerin Efendisi'nde de Gandalf, Frodo'nun evine girdiği zaman ondan çok daha uzun görünüyordu. Bunun bilgisayar efekti ile yapıldığını zannediyordum ama meğerse çok daha eskiye dayanan başka bir tekniği varmış.




26 Mayıs, 2010

155 - İTÜ Mustafa İnan Kütüphanesi

Çarşamba, Mayıs 26, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Daha önce bahsettiğim Açık Kapı Festivali kapsamında bugün İstanbul Teknik Üniversitesi Mustafa İnan Kütüphanesi'ni gezenler arasındaydım. Bize kütüphanede çalışan hanımlardan biri rehberlik etti ve böylece yaklaşık 2,5 yıl kadar önce inşa edilmiş olan ve merak ettiğim binanın içini görmüş oldum.

Eski kütüphane öğrencilere yetersiz geldiği için inşa edilen bina öncelikle oldukça ışıklı ve modern. Çalışmak için oturma düzenleri iyi ayarlanmış. Öğrenciler sadece çalışmak için gelmesinler diye filmlerin üzerinde de durulmuş. İsterseniz filmleri ödünç alıyorsunuz, kütüphanede izliyorsunuz veya 15 günde bir film gösterimlerine katılıyorsunuz. Girişine de bir cafe yapılmış. Sessiz ve sakin bir şekilde çalışmak isterseniz gidebileceğiniz tek veya birkaç kişilik camlı çalışma bölmeleri bulunuyor.


Tabii bunların çoğu bu üniversitede okuyan bir öğrencinin görebileceği özelliklerdi. Açık Kapı'ya özgü olan taraf ise şu oldu: Nadir Eserler odasına girebilmek. Özel bir iklimlendirmenin yapıldığı odada oldukça eskilerden kaynaklar bulmak mümkün. 1452'de yazılmış olan Ali Kuşçu'nun astronomi kitabı gibi. Fransızca gibi başka dillerden eserler de vardı. El yazma kitaplar da çoğunlukta, örneğin İTÜ'nün ilk rektörünün yazdığı el yazma kitap ders kitabı olarak okutulmuş. Şu aralar yürürlükte olan bir proje de bu kitapların zarar görmeden dijital ortama aktarılmasıymış. Bir kısmı tamamlanmış ve öğrencilere dvd olarak sunulmuş.

25 Mayıs, 2010

154 - ... diye yapıştırsaydım cevabı

Salı, Mayıs 25, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , , , , yorum yok
Birinin lafına verdiğiniz karşılığı yeterli bulmadığınız veya hiç karşılık vermediğiniz için daha sonradan pişman olup, aklınıza söylenecek mükemmel bir cevabın geldiği anı hayal edin. Eminim hepiniz yaşamışsınızdır. Ah keşke şöyle deseydim, ne güzel olurdu diye içinizden geçirmişsinizdir. 

Bazen de söylenecek laflar zamanında aklınıza gelse de kendinizi tutma mecburiyetiniz vardır. Böyle bir durumu uzun bir süre önce mail vasıtasıyla yaşamıştım. Gelen bir mailin beni zıvanadan çıkarmasına rağmen normal cevaplarla geçiştirmeye çalışıp sinirimin içimde patladığı bir gün, şans eseri StumbleUpon karşıma bir site çıkarmıştı. O zaman belki maili attığım kişi blogumu açar da okur düşüncesiyle paylaşamadığım bu siteyi şimdi paylaşmak isterim. İşte burada.

İngilizce bilmeyenler için de sitede anlatılan durumu çok kısaca özetleyeyim. Sitede gördüğümüz kişi tasarımla ilgili bir çalışmasını sunduğu kişiden çalışmasının beğenilmediği yönünde bir mail alır, mail insanı sinir edebilecek ayrıntılarla doludur. Bunun üzerine adam gerçek hislerini dışa vuramayacağından, kendince bir sistem geliştirdiğini bize anlatmaya başlar. Bu sistem, noktalama işaretlerine çeşitli anlamlar yüklenmesidir, örnekler işte burda:

Pasif agresif iletişim çözümleri başlığı altında bize sunulan noktalama işaretleri genel olarak aptal, işe yaramaz vs. anlamlarına karşılık kullanılmaktadır ve yazınızı noktalama işaretleri ile anlamlandırıp öyle yollamalısınızdır karşı tarafa.

Bunu bulduğum gün, tam o maili göndereceğim gün olduğundan tabii ki bu site fazlasıyla hoşuma gitmişti, hala da izledikçe gülüyorum.


Bu laf yapıştırma işine girmişken
Seinfeld'de George Costanza karakterinin yaşadığı duyguları paylaşmadan geçmek olmaz. Dizinin 8. sezonunun 13. bölümü olarak yayınlanan The Comeback bölümünde bir toplantıda George'un ortadaki karidese fazlasıyla dadanmış olduğunu gören bir çalışma arkadaşı: "Okyanus telefon etti, karidesleri tükeniyormuş" der. Buna bir cevap veremeyen George'un aklına -tabii ki sonradan- ona söylemek istediği bir cevap gelir: "Aptal dükkanı telefon etti, sen tükeniyormuşsun." (Bu bölümü izlemek isteyenler buraya tıklasın.) 

Bu iş arkadaşının başka şehirdeki bir toplantıda bulunacağını öğrenince üşenmeyip uçağa binerek toplantıya katılan George, aynı sözleri tekrar duyabilmek için karidesleri mideye indirmeye başlar. Beklediği okyanus lafını duyunca da cevabını yapıştırır. Diğerlerinden beklediği kahkahaları duymamakla kalmaz, üstüne bir laf daha yer: "Önemli değil, ne de olsa her zaman en çok satan sensin!".

Dipnot: 23 Ağustos tarihinde öğrendiğime göre bu fenomenin bir de Fransızca karşılığı varmış: L'esprit de l'escalier. Bu da wikipedia sayfası: http://en.wikipedia.org/wiki/L%27esprit_de_l%27escalier

24 Mayıs, 2010

153 - Pablo Neruda'dan Bir Şiir

Pazartesi, Mayıs 24, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Sadece bu şiiri paylaşmak istedim bugün:

Yavaşça Ölür Onlar

Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler,
Yavaş yavaş ölürler okumayanlar,
müzik dinlemeyenler,
vicdanlarında hoşgörmeyi barındırmayanlar.

Yavaş yavaş ölürler,
İzzetinefislerini yıkanlar
Hiçbir zaman yardım
istemeyenler.

Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklara esir olanlar,
her gün aynı yolları
yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve
değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile
girmeyen,
veya bir yabancı ile konuşmayanlar.

Yavaş yavaş ölürler
İhtiraslardan ve verdikleri heyecanlardan
kaçınanlar,
tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
görmek istemekten kaçınanlar
yavaş yavaş ölürler.

Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup istikamet
değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk
almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin
dışına çıkmamış olanlar.
Yavaş yavaş ölürler.


22 Mayıs, 2010

İki İyi Film Birden: An Education ve Up in the Air

Cumartesi, Mayıs 22, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , , , yorum yok

Son günlerde biraz yoğundum, pek yazmaya vakit olmadı, ancak iki güzel filme denk geldim arka arkaya. Ve de paylaşmak istedim. 


Filmlerden ilki "
An Education", Türkçe olarak maalesef biraz romantik komedi havası veren bir isim olan Aşk Dersi adıyla gösterime girmiş. 2009 yapımı, konu 60'ların İngiltere'sinde geçiyor. Lisede okuyan genç, akıllı bir kız kendinden yaşça büyük bir adamla tanışır. O zamana kadar hayatı Oxford'a kabul edilmek için çalışmakla ve sevdiği hobilerle uğraşmakla geçmiş kız, kendini caz kulüplerinde ve pahalı restoranlarda bulur. Dünyası birdenbire değişen kız, eğitim ve eğlenceli hayat arasında gidip gelir. Ailesinin de gelecek kararlarında önemli bir rolü vardır. Filmi özellikle toplumun kadınlara bakış açısını yansıttığı için sevdim. Oyunculuklar da iyiydi, zaten en iyi film, kadın oyuncu ve uyarlama senaryo dallarında Oscar'a aday olmuş. Fragmanını bu adresten izleyebilirsiniz.


Bahsetmek istediğim ikinci film de "Up in the Air", yani "Aklı Havada". Bu film biraz daha duyuldu diye tahmin ediyorum, başrolde George Clooney var. Yine bir 2009 filmi. Film, şirketlerde elemanların işlerine son vermekle görevli bir adamın hikayesine odaklanıyor. Hayatı devamlı seyahat ederek geçtiği için, kendini havadayken evinde hissediyor, hiçbir bağı yok ve halinden memnun. Çalıştığı şirkette uçuş masraflarını azaltmaya yönelik yeni bir sistem devreye sokulmak isteniyor, ancak kahramanımız bu sistemi öneren genç kadının bu işten hiçbir şey anlamadığını iddia ediyor ve onu insanları işten kovma seyahatlerinden birinde yanına alıyor. Hikaye bu ikili arasında herhangi bir romantik ilişkiye odaklanmıyor, bunun için kahramanımız başka biri. Adamın hayata bakış açısı değişmeye başlıyor ve film de bunun üzerine odaklanıyor. Yine bu film de birçok dalda Oscar'a aday olmuş: En iyi film, erkek oyuncu, yardımcı kadın oyuncu (filmin iki oyuncusu), yönetmen ve uyarlama senaryo. Onun da fragmanı şurada.

İzlemediyseniz ikisini de tavsiye eder, iyi seyirler dilerim.

17 Mayıs, 2010

151 - Hayalgücü Şişmesi

Pazartesi, Mayıs 17, 2010 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok
On yaşından önceye gidin. Hiç bir arkadaşınız yaptığınız bir yaramazlığı ispiyonladı mı? Veya koşu yarışında birinci olduğunuz için kendinizle gurur duydunuz mu? Ya da iyi notlar getirdiğiniz için? Belki bu soruların bazılarına evet, bazılarına hayır dediniz. Tam da emin olamadınız. Ancak birkaç dakikanızı ayırıp bu olayların başınızdan geçmiş olduğunu hayal etmeye başlarsanız, size bu soruları bir daha sorduğumda, hayır cevabı verdiğiniz olayları yaşamadığınıza o kadar da emin olamayacaksınız. İşte bu etkinin adı "hayalgücü şişmesi", ingilizcesi ise "imagination inflation".
Yapılan araştırmalar ile görülmüş ki insanların hayattaki hedefleri de hayalgücü şişmesinde bir rol oynayabiliyormuş. Örneğin sizin için başarılı olmak çok önemliyse, koşu yarışında birinci geldiğinize hayal ettikten sonra bunun gerçekleşmiş olduğuna inanmanız daha olası olabilir.

Peki bu etki neden önemli olsun?

Öncelikle çocukken yaşadığımıza inandığımız birçok olayı aslında yaşamamış veya yanlış hatırlıyor olabiliriz. Ben kendi adıma bir tanesini daha yeni öğrendim ve oldukça şaşırdım. Yıllardır duvarımda asılı bir resim vardı, üzerinde 'Sevgi Asla Unutmamaktır' yazıyordu. Bu resmi bana annemin hediye ettiğini düşünüyor ve hatta üzerindeki sözle bir nevi hatırlatmada bulunduğuna inanıyordum. Ta ki gerçeği öğrenene kadar. Meğerse bunu bir ilkokul arkadaşıma hediye etmek üzere almışız ve ben beğendiğim ve elimde tutmak istediğim için hafızamla oyun oynayıp kendime göre bir gerçek yaratmışım. Sonuç olarak yaşadığımıza inandığımız birçok şeyin sorgulanabilir olduğunu düşünüyorum.


Başka önemli bir nokta ise terapistle olan konuşmalar olabilir. Örneğin terapilerde çocukluk anılarının üzerine gidilmesi ve o zamanlar hakkında düşünülmesi istenebilir. Ancak o zamanlarda muhtemelen yaşanmış olayları hayal etmek, aslında yaşamadığınız olaylara da inanmanıza neden olabilir. 

Bu etkiden haberiniz olsun, hayal ettiğiniz her şeye inanmayın diyorum!

14 Mayıs, 2010

150 - Ziraat Bankası Logosu

Cuma, Mayıs 14, 2010 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok
Ziraat Bankası logosu denince ne gelir aklınıza? Muhtemelen gözünüze çarpmıştır bir buğday başağı. Ben de uzun süre üniversite kredisi aldığımdan bu bankayla işim olmasına rağmen aslında logodaki saklı harfleri farketmemişim. Farkedince de aslında zekice tasarlanmış güzel bir logo olduğunu görmüş oldum, sizinle de paylaşmak istedim.




Yukarıdaki resme dikkatle bakarsanız, Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil eden T.C'yi ve Ziraat Bankası'nın baş harfleri olan Z ve B'yi göreceksiniz.

11 Mayıs, 2010

149 - Açık Kapı Festivali

Salı, Mayıs 11, 2010 Gönderen Berna Arslan , 3 yorum
İstanbul'da 22-30 Mayıs arası gerçekleşecek olan değişik bir etkinlik var: Açık Kapı Mimarlık festivali. Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında düzenlenecek olan organizasyonda içlerine girilip gezilmesi mümkün olmayan birçok binaya erişim sağlanacak. 


Londra'da her yıl bir haftasonu süren Open House Festival'den ilham alan Açık Kapı'da gün geçtikçe farklı binalara kapılar açılıyor ve kaydınızı yaptırıyorsunuz. Yarım saatlik, rehber eşliğinde bir tur ayarlanıyor. Açıldığı zaman şu ünlü Doğan Apartmanı'na kaydımızı yaptırdık. Gezdikten sonra hakkında yazarım artık. Açık Kapıları görmek için buraya tıklayın. İyi eğlenceler!

09 Mayıs, 2010

148 - Lost Karakterlerinin Baba Sorunları

Pazar, Mayıs 09, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Lost'ta geri sayım başladı. Dizinin bitmesine 2 hafta var. Gazetede okuyana kadar farketmemiştim ama neredeyse Lost'taki her karakterin babası ile ilgili bir problemi var. Lostpedia'yı kaynak alarak birkaç karakter için bu sorunları kısaca özetleyeceğim, diziyi güncel olarak takip etmeyenler okumaktan kaçınabilir. 

  1. Alex:  Bebekken kendisini öldürme emri verilmiş olan Ben tarafından kaçırılır ve Ben onun baba figürü olur. Ben, erkek arkadaşını Alex'ten uzaklaştırmak ister ve kızın rehin alındığı bir durumda yanlış karar vererek kızın ölümüne neden olur.
  2. Ben:   Babası alkoliktir, ona kötü davranmaktadır, annesinin ölümünden Ben'i sorumlu tutmaktadır. Jacob'ı baba figürü olarak kabul etmek isteyen Ben, ileride hayal kırıklığına uğrar.
  3. Claire:  Babasının başka bir ailesi olduğunu çok geç öğrenir. Kendi oğlu da babası tarafından terkedilmiştir.
  4. Daniel: Babasının kim olduğunu (Charles Widmore) bilmemektedir. Onun tarafından adaya yollanmıştır.
  5. Desmond: Kayınpederi olan Charles Widmore onu onaylamamaktadır. Gerçek babası ise onları terketmiş ve üç küçük kardeşine bakmak zorunda kalmıştır.
  6. Hurley: Küçükken babası onları terketmiş, ancak piyango vurunca geri gelmiştir.
  7. Jack:  Babasının alkolik olduğunu ve bir ameliyatta bu yüzden başarısız olduğunu raporlamış, babası da bunun üzerine intihar etmiştir. Babası yüzünden yetersiz olduğu inancına kapılmıştır.
  8. Kate: Sonradan gerçek babası olduğunu öğrendiği kişiyi annesine kötü davrandığı için öldürür.
  9. Locke: Locke'u sevecen bir baba rolü ile kandırarak böbrek bağışına ikna eder, sonra gerçek kimliğini açıklar. Yüksek bir kattan onu aşağıya iterek felçli kalmasına neden olur.
  10. Miles: Babasını tanımadan büyür. Dharma Girişim'de ölü zannettiği babasını tanır.
  11. Penelope: Babası sevdiği adamı onaylamaz ve ondan uzak durması için her şeyi yapar.
  12. Sawyer:  Çocukken, babasının annesini öldürüp intihar ettiğine şahit olmuştur. Bunlara sebep olan Sawyer lakaplı adamı (Anthony Cooper, Locke'un babası) adada öldürmüştür. 
  13. Sun:  Babası sevdiği adamı onaylamaz ve ona kirli işler yaptırır.

03 Mayıs, 2010

145 - Sandviçin Hikayesi

Pazartesi, Mayıs 03, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , 2 yorum


Sandviç kelimesinin ilginç bir hikayesi varmış. Kısaca aktarayım. John Montagu, Sandwich'in 4. Kontu, kağıt oynamayı pek sevdiğinden, bu uğraşından ayrılmamak için uşağından iki dilim ekmek arasında et istiyormuş. Böylece masadan kalkmadan ve ellerini yağlamadan oyununa devam edebiliyormuş. Yanındakiler de zaman içinde "the same as Sandwich!", yani "bana da Sandwich'inkinden getir!" diye diye yemek, sandviç adını almış.


Fotoğraflar çok imrendirici oldu ama dayanamadım ekledim. Bu bilgiyi edindiğim arkadaşıma da teşekkür ederim.

01 Mayıs, 2010

144 - İstanbul Arkeoloji Müzesi

Cumartesi, Mayıs 01, 2010 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok
Gecikmiş İstanbul gezilerimden biri de İstanbul Arkeoloji Müzesi'neydi. Hayalimde bu kadar büyük ve kapsamlı bir müze yoktu, o yüzden daha da hoşuma gitti görmüş olduklarım. Güzel ve geniş bir bahçeye sahip olan müzeye ulaşım oldukça kolay, Sultanahmet tramvayının Gülhane durağında inip çok kısa zamanda ulaşabilirsiniz. 


İçeride Truva'dan, İstanbul civarındaki medeniyetlerden, Fenikelilerden ve daha birçok uygarlıktan eserlere rastlayacaksınız. 

Birçok heykel az zarar görmüş, o yüzden dolaşmak daha da zevkli bir hale geliyor. 

MüzeKart'ı olanlar için ücretsiz olan müze, karta sahip olmayanlar için 10 lira. 09:00-17:00 arası hizmet veriyor ve Pazartesi günleri kapalı. Müzenin anasayfası burada.

143 - Apple Flash'a Neden İzin Vermiyor?

Cumartesi, Mayıs 01, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , , yorum yok
Apple'ın ünlü ürünleri iPhone, iPod ve iPad'ler Flash'ı desteklemiyor. Bu duruma gelen tepkileri yumuşatmak ve duruma bir açıklık getirmek için Apple'ın kurucusu Steve Jobs bir açıklama yapmış ve kısaca şunları söylemiş:

"Flash, PC zamanında masaüstü bilgisayarlar için oluşturulmuş bir sistemdir ve mobil uygulamalara uygun değildir. Çünkü mobil uygulamalar, pil ömrünün önemli ve kısıtlı olduğu aletlerde çalışır, Flash pil ömrü düşünülerek oluşturulmamıştır. Aynı zamanda dokunmatik ekran da düşünülmemiştir, birçok uygulama fare düşünülerek yapılmıştır. App Store'da şu anda 200.000'in üstünde uygulama vardır ve oyunların mutlaka Flash ile geliştirilmesi gerekmemektedir. HTML5 gibi yeni standartlar mobil uygulamalarda hakim olacaktır." Tüm metnin İngilizcesine şuradan ulaşabilirsiniz. 

Bu duruma karşıt bir cevap da Flash'ın bağlı olduğu şirket olan Adobe'un en üst düzey teknoloji müdürü Kevin Lynch'ten gelmiş. Lynch de Flash'ın internetteki tüm sitelerde rahatça gezinme imkanı sağladığından bir mobil alet için olmazsa olmaz olduğunu ve HTML5'ten daha iyi olduğunu söylemiş. En çok ziyaret edilen sitelerin yüzde 85'inde Flash ile oluşturulmuş bir içerik bulunduğunu ve netteki bilgisayarların yüzde 98'inin Flash'ı desteklediğini eklemiş.