28 Haziran, 2011

284 - Evi Karıncalar Basarsa

Salı, Haziran 28, 2011 Gönderen Berna Arslan , , 6 yorum
Bugün mutfaktan odaya doğru uzanan bir karınca sürüsüyle karşılaştım. En sevimsiz kısmı ise mutfak tezgahlarına kadar ulaşmış olmalarıydı. İlk iş olarak yuvalarını bulmaya çalıştım, nereye gittiklerini takip ettim. Koridordakiler balkona ulaşırken mutfaktakiler amaçsızca dolaşır gibi görünüyorlardı. 


Eğer sizin de başınıza böyle bir durum gelirse internette okuduğum tavsiyelere göre karıncaların çıkış noktalarına şu maddelerden koyabilirsiniz: tuz, limon, sirke, tarçın, nane ve acı biber. Karıncaları öldürmekten yana değilim o yüzden mümkün olduğunca az zararla durumu atlatmaya çalıştım, yine de bazı zayiatlar oldu. Durum çok fenaysa ilaçlamayı düşünebilirsiniz elbette ama siz yine doğal yollarla atlatmaya çalışın önce. Bakalım bizim evin hali ne olacak...

Dipnot:  Karınca yemi alırsanız, karıncalar bu yemi yuvalarına taşıyor ve birçok üyeden (belki 1 veya 2 milyon) oluşan tüm koloni ölüyor. İşi katliam boyutuna taşımaya gerek yok, bunun yerine yürüme yollarına veya çıkış noktalarına karıncalar için de etkili olan böcek gazı sıkabilirsiniz.

09 Haziran, 2011

281 - Cinsiyetini Bilmediğiniz Bebekle Ne Tip Oyun Oynarsınız?

Perşembe, Haziran 09, 2011 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
1975 yılında Ms. Magazine adlı bir dergide harika bir hikaye yayımlanmış. Ben de büyük bir kısmını okudum, şu adreste İngilizce olarak var. Hikayede bir bebek dünyaya geliyor. Bu bebeğin cinsiyetini bilmiyoruz, X olarak geçiyor. Bu bebeği büyütecek aileye yüksek miktarda ücret verilecek, çünkü bebek bir bilimsel projenin parçası. Büyüten aile bebeğin cinsiyetini hiç kimseye söyleyemeyecek, bebeğe bile. Hikaye çok başarılı bir şekilde insanların bebeklere cinsiyetlerine göre davrandığının altını çiziyor. İyi kızlar öyle yapmaz, cesur erkekler ağlamaz gibi klişelerin kullanıldığını, oyuncakların cinsiyete göre seçildiğini, okulda kız ve erkeklerin birbirinden tamamen ayrı oyunlar oynadıklarını ve bir süre sonra da birbirlerinden uzaklaştıklarını vurguluyor.



Cinsiyet rollerinin toplum tarafından belirlendiğinin altını çiziyor diyebiliriz. Bu, hikaye kısmıydı, şimdi gerçeklere gelelim. 1975 yılında yapılmış bir bilimsel çalışma bebeklerin cinsiyetlerini bilmediğimiz zaman onlara nasıl yaklaştığımızı ortaya koymuş. Deneye ebeveyn olmayan 42 kadın ve erkek katılmış. Katılımcılar bir odada bir bebek ve üç oyuncak ile yalnız kalmış. Oyuncaklar, bir oyuncak bebek, bir küçük futbol topu ve bir diş kaşıma lastiğiymiş. Katılımcıların 1/3'üne bebeğin erkek olduğu, 1/3'üne kız olduğu söylenmiş. Geri kalanına ise cinsiyet söylenmemiş. Eğer sorulursa deneyi yürüten kişi şu anda içeride hangi bebeğin olduğunu hatırlamadığını söylemiş. Daha sonra da oyuncak seçimleri, bebeğe ne kadar dokundukları vb. gözlenmiş.



Öncelikle bebekleri tutmak, onlara sarılmak her katılımcının bol bol yaptığı bir şey olmuş. Bebeğin cinsiyeti bilinmiyorsa erkeklerin bebeğe daha az, kadınların ise daha çok dokunduğu görülmüş. Deneylerin hepsinde 3 aylık bir kız bebek yer almış. Bebeğin cinsiyetini bilmeyen katılımcılara deneyin sonunda sorulduğunda erkeklerin yüzde 57'si bebeğin erkek olduğunu düşünürken, kadınların yüzde 70'i bebeğin erkek olduğunu düşündüğünü söylemiş. Bu arada başka çalışmalar göstermiş ki ilk aylarda anneler erkek çocuklarına kız çocuklarına nazaran daha fazla dokunuyorlarmış. 6 aydan sonra ise kızlarına sözle daha çok hitap ediyorlarmış.


Hem kadın hem erkekler, bebek kız ise oyuncak bebeği daha çok seçmişler. Futbol topu ve erkek bebek arasında ise bir ilişki bulunmamış. İkinci bir çalışmada ise görülmüş ki, bebeğin cinsiyetinden bağımsız olarak erkekler daha çok futbol topuna yönelirken kadınlar daha çok oyuncak bebeğe yönelmiş. Yani insanlar kendi seçimlerini de yansıtmış olabilirler.

Kaynak: http://scientopia.org/blogs/scicurious/2011/03/09/baby-boy-baby-girl-baby-x/

07 Haziran, 2011

280 - Düğün Deneyimleri #5 : Abartmayın!

"Olmuşken en iyisi olsun" Türklerin en sevdiği laflardan biridir. Çoğu zaman da en iyisi demek en pahalısı demektir. Oysa her zaman "en iyisi"nin olmasının gereği yok. Evlilik hazırlığındaki telaşlı hanımlar (nasıl olsa erkekler böyle şeyleri okumaz=)) sözüm size: Her eşyanın en pahalısı, gelinliğin en kabarığı, makyajın en ışıltılısı her zaman en iyisi değildir.

Evlilik hazırlıklarında abartıdan kaçınılacak birçok alan var, ben aklıma gelenlerden bahsedeyim belki sizin için de yol gösterici olur.

1. Makyaj

Gelinliğin beyaz olmasının tüm amacı sizi saf ve masum göstermek. Bu yüzden makyajınız abartılı olmamalı ki bu görüntüyü yakalayabilesiniz. Bugün senin günün diyerek size fazla ışıltılı veya koyu makyaj önerenleri dinlemeyin. Sade ama güzel bir makyaj, bir gelin için her zaman en iyisidir. Gelin olmanız en abartılı makyajı taşımanızı gerektirmez.

Makyajı birine yaptıracaksanız sonucun zevkinize uygun olup olmayacağını öğrenmeye çalışın. Örneğin zaten gittiğiniz bir yerse veya daha önce o kişinin yaptığı bir makyajı gördüyseniz daha iyi olur.


Eğer makyajınızı kendiniz yapmayı düşünürseniz - Prenses Kate'in bile kendi makyajını kendisinin yapmasından ilham alarak - bu konuda yetenekli olduğunuzdan emin olsanız iyi olur. Bazen aynada gözden kaçırdığınız makyaj hataları fotoğraflarda boy gösterebilir. 


Bu arada Kate Middleton'dan bahsetmişken bir videodan da bahsetmeliyim az önce gördüğüm. Middleton şöyle bir makyaj yapsa güzel olur diye düğünden önce bir video hazırlayan bir kişi gerçekten de Kate'in düğündeki görüntüsünün neredeyse aynısını yakalamış. Buradan izleyebilirsiniz.

2. Gelinlik

Öncelikle transparan gelinliklerden uzak durun! Bunların güzel durması gerçekten çok düşük bir ihtimal. Biraz aşağıdaki resimle göz zevkinizi bozayım.



Transparanı seviyorsanız bunu gece elbiselerinde seve seve kullanabilirsiniz. Ancak daha önce de söylediğim gibi gelinin beyaz elbise ile yakalamaya çalıştığı masumiyet ruhuna transparan da tezat oluşturuyor. Buna benzer bir nokta da dekolte. Dekolteyi de çok abartmamakta fayda var. 

3. Ev

Eve ilk taşındığınızda her şeyin tamamen hazır ve tamam olması gerekmiyor. Sizin de eksikleriniz olabilir, bunu dünyanın sonu haline getirmeyin. Bazı şeyleri beraber tamamlamak ve kendiniz yapmak sizin de daha çok hoşunuza gidecektir.     

Önemli bir hatırlatma: Eşyalar yüzünden evlilik aşamasında ayrılan çok çift var. Vay efendim nasıl şunu almazlar, vay beyazeşyaları neden siyah istiyor vb. derken ve müstakbel gelin-damat kendi ailelerini korumaya kalkışırken ayrılmak hem üzücü hem de saçma. 

Abartmayın, sakin olun, her şey olur, ama aynı anda olması gerekmez.

4. Giriş Müziği

Salona giriş müziğini siz seçmiyorsanız muhtemelen salonun kullandığı bir müzik vardır. Siz seçiyorsanız da en nihayetinde evlendiğinizi, bunun sizin için büyük, insanlık için küçük bir adım olduğunu aklınızdan çıkarmayın =). Darth Vader müziğine gerek yok yani.

5. Konuk Sayısı

Her gelenden bir altın alırız demeyin. Bu sayı ne kadar fazla olursa sizin yorgunluğunuz ve konukların birbirlerinden kopukluğu o kadar artacaktır. 

Şimdilik aklıma gelen noktalar bunlar. Aklınızda bulundurun, rahat olun, şimdiden mutluluklar!

Film: The Hangover Part II / Felekten Bir Gece Daha

Salı, Haziran 07, 2011 Gönderen Berna Arslan , yorum yok
Warner Bros özel davetiyesiyle The Hangover Part II, Türkçe adıyla Felekten Bir Gece Daha filmini izledik. İlk filmi çok tutulan ve şu anda imdb'de 10 üzerinden 7.9 puana sahip olan Felekten Bir Gece filminin devamı iki sene sonra geldi. Devam filmi olan Felekten Bir Gece Daha ise şu anda imdb'den 7.0 puan almış görünüyor. Film, vizyona girdiği gibi büyük ilgi gördü ve ABD'de 4 günde 118 milyon dolar hasılat yaptı. 

Film oldukça eğlenceli. Arkadaşlarınızla beraber giderseniz daha da çok eğlenebilirsiniz. Yanında cinsel içerikli veya uyuşturucu/kafayı bulma içerikli esprilerden rahatsızlık duyacağınız kimselerle gitmemenizi tavsiye edebilirim. Çünkü filmde çok rahatsız etmese de bu tip sahneler yer alıyor.


Serinin ilk filminde üç kafadarlar alkol ve hap ile geçirdikleri bir geceden sonra uyandıklarında geceye dair hiçbir şey hatırlamıyor ve yanlarında bulunan nesnelerden, canlılardan (mesela kaplan) neler yaptıklarını anlamaya çalışıyorlardı. İkinci film de aynı konu üzerine kurulu ancak bu sefer hikaye Bangkok'ta geçiyor, çünkü Stu'nun düğünü orada gerçekleşecek. Böylece filme mekan açısından bir tazelik katılmış, bu izleyici için de değişiklik oluyor. Hayvan olarak bu sefer de bir maymun hikayenin içinde. Maymunla ilgili komik sahneler izleyeceksiniz. Oyuncular yine dinamik bir takım oluşturuyorlar. Muhtemelen serinin üçüncü filmi de çekilecek.


Filmde bazı olmayacak şeyler de oluyor elbet, ancak bu filme mantık aramak için değil eğlenmek için gidiliyor. Filmin bitimindeki fotoğraf sahneleri de izleyicileri güldürüyor. Kafa dağıtmak, eğlenmek için tavsiye edilebilecek bir film. Şimdiden iyi seyirler.

02 Haziran, 2011

278 - Toplu Taşıma Araçları ve Cep Telefonu

Baştan söyleyeyim, toplu taşıma araçlarında uzun uzadıya veya bağıra bağıra telefonla konuşanlara sinir oluyorum. Bir gün yarım saatlik bir yolculuk boyunca arkamda oturan kadın telefonla konuşmuştu, en son dönüp söylenmişliğim var bütün yol sizi mi dinleyeceğiz diye. Telefonu açıp bol bol dedikodu yapanı var, kendisi hakkında bir sürü bilgiyi istemesek de öğrendiklerimiz var, kavga edeni var, var da var. 

İstanbul, zaten kalabalık oluşuyla insanı strese sokmaya yeterken bir de kalabalıkta devamlı telefonda konuşan insanlar hiç çekilmiyor. Ben de bu yazıda biraz cep telefonuyla konuşmanın hem size hem de başkalarına olan zararlarından bahsetmek istedim. Bir-iki kişi bile ikna olsa sevineceğim.

Öncelikle hareket halindeyken telefon ile konuşmak çok daha zararlı. Konuşmanın kesintisiz devam edebilmesi için normalden daha fazla güç harcayan telefon, 4-5 kat daha fazla elektromanyetik dalga yayıyor. Bu yüzden toplu taşıma araçlarında telefon ile konuştuğunuzda hem kendinize hem de etrafınızdakilere daha da fazla zarar vermiş oluyorsunuz.

Bunun dışında bilimsel araştırmalar gösteriyor ki, 50 dakikalık bir telefon konuşmasına maruz kalındığında beynin telefonun tutulduğu kulağa yakın olan bölümlerindeki faaliyette artış görülüyor. Bu zarar sadece size değil yakınınızdaki diğer kişilere de yansıyor. Yani başkalarına fiziksel olarak yakın olduğunuz durumlarda telefon ile görüşme yapmayın. Asansörlerde, lokantalarda, toplu taşıma araçlarında, kuyruklarda, sinema-tiyatro gibi yerlerde... Bencil olmayın, başkalarını da düşünün. Özellikle de çocuk veya hamile hanımların yanında dikkat edin. Hamilelerin de dikkatli olması gerekiyor. Fazla cep telefonu kullanımı çocuğun ileriki yaşlarında sağlık sorunlarına yol açabiliyor.


Beyin tümörü riski ve cep telefonu kullanımı arasındaki ilişki üzerine hala çalışmalar yürütülüyor. Bu riski de aklınızdan çıkarmayın.

Sağlık sorunları bir yana kalabalık ortamlarda konuştuğunuzda, diğer insanları rahatsız edebileceğinizi de gözönünde bulundurun. Yüksek sesle veya uzun süre konuşanlar diğer kişiler için rahatsız edici bir unsur haline gelebiliyor. Bunun dışında kimse başkasının özel hayatı ile ilgili detayları duymak zorunda değil.

Bilinmesi gereken önemli noktalar:

1. Konuşmalarınızı kısa tutun
2. Cep telefonları en çok gelişmekte olan kişilere, yani gençlere zarar veriyor
3. Uzun konuşacaksanız kulaklık kullanın
4. Mümkünse konuşmak yerine mesaj yollamayı tercih edin


Son olarak evinizde de kablolu telefon kullanın ve telsiz telefonlardan kaçının. Yapılan bir çalışma kablosuz telefonların kalp ritmini etkilediğini göstermiş. Kullanmadığınız zaman ve uykudayken modeminizi kapatmaya özen gösterin.

Kaynaklar:  (1) http://www.ankaracaddesi.com/hareket-halindeyken-telefonla-konusmak-tehlikeli.html (2) http://www.psrast.org/mobileng/mobilstarteng.htm