31 Aralık, 2009

90 - Neden Uyuruz?

Perşembe, Aralık 31, 2009 Gönderen Berna Arslan , , , , 1 yorum
Bu soruya hepimizin vereceği birkaç cevap vardır: Dinlenmek için, çocukların büyümesi için gibi. Ancak biliminsanları bu soruya henüz bir cevap bulamadı. Ömrümüzün üçte birini uyuyarak geçirmemize rağmen neden bunu yaptığımızı tam olarak bilmememiz oldukça ilginç.

Tarih boyunca uyumamanın etkilerini gözlemlemek ve belki de uykusuz kalma süresinin rekorunu kırmak için uzun süre uyumamayı deneyen kişiler olmuş. Düzenli olarak sağlık kontrolleri yapılan bu kişilerde bir gerileme görülmemiş. Buradan çıkarılan sonuç da, uykunun yemek-içmekten farklı olduğu. Çünkü uzun süre yiyecek veya içecek bir şey bulamayan insanın sağlığı ciddi bir şekilde geriler, hatta yaşamını kaybedebilirken, aynı durum uyku için geçerli değil.



Ancak uykusuz kaldığınız gecelerde farketmişsinizdir, bir süre sonra anlama kapasitesi düşer, kafanızda bir yorgunluk hissedersiniz. Bu konuda yapılan araştırmalar gösteriyor ki; hafıza, mantıklı karar verme, planlama, zaman hissi gibi yeteneklerde bir azalma meydana geliyor.

Bunun dışında 17 saat uyanık kalan kişilerin performanslarının, iki kadeh şarap içmiş kişilerinkine benzer olduğu gözlenmiş (0.05% alkol oranı). Bu da ABD'de yasal araba kullanma sınırıymış (herhalde Türkiye'de de böyledir).

Uykunun amaçlarından birinin
öğrenmek olduğu tartışılmış. İlkokuldan hatırlarsınız, şiir ezberlettirilen zamanlarda bir türlü ezberlenemeyen şiirler, sabah kalkınca insanın aklında olurdu. Bu alanda birçok çalışma yapılmış ve uykunun en azından bir kısmının öğrenme ve hafızayla alakalı olduğu görülmüş.

Tarihte ilginç örnekler de biliminsanlarının karşısına çıkmış tabii. Örneğin, yanılmıyorsam İngiltere'de, bir kadın
günde bir saat uyuyormuş. Bu kişiyi incelemek istemişler ve uyku laboratuvarına götürmüşler. Ancak uyuması için ikna etmek oldukça zor olmuş, ilk birkaç gece tüm araştırmacılarla muhabbet ederek onları ayakta tutmuş.

Biraz da ünlülerden bahsetmek gerekirse,
Thomas Edison uykunun zaman kaybı olduğunu düşünüyormuş. Napoleon, Florence Nightingale ve Margaret Thatcher da günde 4 saat uyuyorlarmış.

23 Aralık, 2009

89 - Yüzün Hangi Kısmı Duyguları Daha İyi İfade Eder?

İlginç bir bilgi edindim: Duygularla ilgili işlevlerin beyin yarımküreleri arasındaki asimetrik dağılımı nedeniyle, yüzümüzdeki duyguların ifadesi yüzün sol ve sağ kısmında değişiyor. Sağ yarımküre, vücudun sol tarafındaki kasları kontrol ettiğinden, duygular yüzün sol tarafında daha iyi ifade ediliyor.

Bunu ispat etmek oldukça kolay ve sizin de elinizde.
Vesikalık bir fotoğrafınızı dijital ortama aktarın veya zaten hazırsa, şu adımları izleyin:


1.
Fotoğrafı ortadan ikiye yüzün sağ ve sol kısmını içerecek şekilde ayırın.

2. Şimdi her yarıyı kendi yansımasıyla birleştirerek iki fotoğraf oluşturacağız. Sol fotoğrafı Picreflect sitesine yükleyin, ayarlanması gerekliyse açısını seçin (90 veya -90) ve Generate butonuna basarak, sol tarafın yansımasıyla birlikte fotoğrafını oluşturun.
3. Aynı işlemi sağ yarı için tekrarlayın.
(En sonda fotoğrafları dik görebilmek için rotate/döndürme işlemi gerekebilir.)

Tabii ki bunu önce kendi vesikalık fotoğrafım üzerinde denedim. Ortaya çıkan iki fotoğrafı da kendime hiç benzetemedim! Sağ taraftan oluşturduğum fotoğraf bir robot gibi bakarken, gerçekten de sol tarafta duyguları farketmek çok kolaydı. Vesikalık harici bir fotoğrafta bu kadar gözle görülür olur muydu bu fark bilemiyorum, ama denemenizi tavsiye ederim.


Buna Mona Lisa etkisi demeyi istiyorum şimdilik. Sırayla yüzünün her bir yarısını kapayıp bakınca bu esrarlı tabloda da bu fenomeni farkedebilirsiniz.

20 Aralık, 2009

Film: Büyük Umutlar

Pazar, Aralık 20, 2009 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Büyük Umutlar filmini sinemada izleyeli 11 seneden fazla oldu. Filmi çok net hatırlayamıyordum, bazı sahneler daha canlı olarak hafızamda kalmıştı. Ancak Titanic'ten kısa bir süre sonra gittiğimi hatırlıyordum, imdb'den öğrendiğime göre Titanic ile Büyük Umutlar'ın vizyona girme tarihleri arasında iki ay varmış Türkiye'de. O zaman izlediğimde çok da beğenmemiştim filmi, ancak bayağı ilgimi çeken bir şarkısı vardı: Life in Mono. Geçenlerde bu şarkı aklıma geldiğinde, bari filmi de tekrar izleyeyim dedim.


Tekrar izleyince beğendiğim bir film oldu. Öncelikle yaratılan atmosfer ve mekanlar çok başarılı bence. Oyuncular da aynı derecede iyi. Başrollerde Gwyneth Paltrow, Ethan Hawke, Anne Bancroft ve Robert de Niro var. Yeşil tonlarının mekanlara ve kostümlere hakim olduğu bu film, daha önce birçok kez sinemaya uyarlanmış
Charles Dickens'ın aynı adlı romanından. Orjinal ismi Great Expectations olan romanı yıllar önce bir gazete vermişti, ben de filmden sonra okumaya heveslenmiş, ancak romanla film arasında pek bir ilişki görememiştim. Wikipedia'dan romanın konusunu araştırdım ve hikayenin 1812 yılında başladığını öğrendim. Filmdeki hikaye ise günümüze uyarlanmış, 70'lerde başlıyor. Romanın ana hatlarına sadık kalmış denilebilir film için, ancak birçok değişiklik söz konusu.

En başta bahsettiğim şarkıyı
buradan dinleyebilirsiniz, bunun dışında filmin müziklerini bayağı beğendim. Genelde Shakespeare uyarlamalarıyla ünlü İngiliz sanatçı Kenneth Branagh ile birlikte çalışan Patrick Doyle filmin müzikleriyle ilgilenen kişi. Filmin fragmanına ise bu adresten ulaşabilirsiniz.

18 Aralık, 2009

87 - Google Özel Gün Logoları

Cuma, Aralık 18, 2009 Gönderen Berna Arslan , , , , yorum yok
Google'ın ana sayfasına bazı tatiller ve özel günlerde logosunun değiştirilmiş ve o güne özel hale getirilmiş bir versiyonunu koyduğunu biliyoruz.

Çoğu zaman yaratıcı ve eğlenceli olan bu logoları bu adreste bulabileceğimizi öğrendim. Arşiv, 1998 yılından başlıyor ve Google'ın da logosu açısından yol katettiğini gösteriyor aslında. Şimdiki harfler daha ince ve renk tonları biraz daha az canlı.


Örneğin yukarıdaki logo, 1998'in Şükran Günü'ne ait.

Yukarıdaki logo da 2009'da 23 Nisan kutlaması için tasarlanmış.

15 Aralık, 2009

85 - Kör Nokta

Salı, Aralık 15, 2009 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok
Gözümüzde kör nokta denilen bir yerin olduğunu ve bunun görmemiz üzerinde bir etki oluşturmadığını biliyoruz. Kör nokta, optik sinirlerin gözden ayrılıp beyne doğru yol almaya başladığı yerde, retinanın çıkışında bulunuyor. Burada ışığa duyarlı fotoreseptör hücreleri bulunmuyor.

Kör noktanızı aşağıdaki resimde keşfedebilirsiniz. Ekrana yakınlaşın. Sol gözünüzü kapayın ve sağ gözünüzle soldaki mor noktaya düz bir şekilde bakın. Geriye doğru yavaşça hareket etmeye başlayın,
bunu yaparken sağ gözünüz sadece sol noktaya bakmalı; bir yerde, sağdaki mor noktayı göremediğinizi farkedeceksiniz. İşte sağdaki noktayı göremediğiniz yer kör noktanız.


(Tarayıcı ve ekran boyutu keşfetme mesafenizi etkileyebilir.)


Peki bu resmin yardımıyla kör noktamızı keşfedebiliyorsak, nasıl oluyor da bu görmemize yansımıyor? Cevap ise beyinde yatıyor. Beyin, görüntünün o parçasını kendisi tamamlayarak -komşu bölgelere ve diğer gözden alınan bilgiye dayanarak- görmemizde bir eksiklik olmasını engelliyor. Bu resimde de bunu farkedebilirsiniz, mor noktayı göremeseniz bile etrafı hala siyah.

12 Aralık, 2009

84 - Bu Resimde Ne Görüyorsun?

Cumartesi, Aralık 12, 2009 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Kişilere çeşitli resimlerin gösterilmesi ve onlardan resimlere uygun birer hikaye anlatılmasının istenmesine karşılık geliyor Konusal Algı Testi. İngilizce'de de TAT(Thematic Apperception Test) olarak biliniyor.

Resimlere verilen cevaplar incelenerek, kişinin ihtiyaçları, amaçları, hangi ihtiyaçlarının daha baskın olduğu gibi özellikler belirlenmeye çalışılıyor. Resim gösterildiğinde kişinin şunlar hakkında yorum yapması bekleniyor:


  • Resimdeki olaya neden olan nedir?
  • Şu anda ne oluyor?
  • Karakterler ne düşünüyor ve hissediyor?
  • Hikayenin sonunda ne olacak?
Sonuçlar analiz edilirken, hikayedeki kahramanın kim olduğuna, neler yaptığına, hikayede nelerin üzerinde durulduğuna ve hikayenin nasıl sonuçlandığına dikkat ediliyor. Hikaye umutsuzca başlasa bile gelişimi daha önemli; örneğin hiçbir umut belirtisi göstermeden sonlanan bir hikaye kişilerin intihara eğilimli olup olmadıklarını anlamada bile kullanılabiliyor.


TAT testi, bir anlamda ünlü mürekkep testi Rorschach'a da benziyor, çünkü iki durumda da kişiler belirsiz olan resimlere anlamlar yüklüyor. 

Bu test, 1930'larda oluşturulmuş. Geçerliliğine dair eleştiriler de olsa, hala kullanılmaya devam ediyormuş. İzlememe rağmen unutmuşum; TAT, 
Otomatik Portakal'da  Alex'e de uygulanmış.

Texas Üniversitesi tarafından internette hazırlanmış bir versiyonunu görmek isterseniz, buraya tıklayabilirsiniz. Başka bir versiyon da bu adreste var.

10 Aralık, 2009

83 - Yabancıların Cinsel Tercihlerini 50 milisaniyede Anlamak

Perşembe, Aralık 10, 2009 Gönderen Berna Arslan , , 1 yorum
Tanımadığımız insanlar hakkında çok çabuk ve doğru kararlar verdiğimiz konusunda araştırmalar yapılmış. Bu araştırmalardan biri, karar verecek kişilere öğretmenlerin 6 saniyelik videolarını izletmek ve bu kişilerin iyi veya kötü öğretmenler olup olmadıklarına karar vermelerinin istenmesiymiş. Deneyde söylenen cevaplar, dönemin sonunda öğrencilerin öğretmenlere verdikleri puanlar ile karşılaştırılmış ve bu iki sonuç arasında pozitif, yüksek bir orantı görülmüş.


Peki, tanımadığımız kişilerin cinsel tercihlerini (heteroseksüel, homoseksüel gibi) de bu kadar çabuk anlayabilir miyiz? Deney sonuçlarına bakılırsa altı saniyeden çok daha az bir zamanda yüksek bir doğru oran yakalamayı başarıyoruz.

Arkadaşlık sitelerinden alınan gözlüksüz, aksesuarsız, sakalsız, bıyıksız 90 erkek fotoğrafı rastgele bir sıra ile deneye gönüllü katılan kişilere farklı süreler boyunca gösterilmiş. Gösterilen fotoğraflardaki kişilerin yarısı, arkadaşlık sitelerinde kadın bir arkadaş aradıklarını açıklarken, diğer yarısı ise erkek arkadaş aradığını belirtmiş.


Ancak, bu deneyde hata oluşturabilecek bir durum gözardı edilmemiş: Bu da arkadaşlık sitelerinde çekici gözükmek isteyen bu erkeklerin, özellikle hetero- veya homoseksüelliği ön plana çıkaracak fotoğraflar kullanmış olma olasılığı. Bunun üzerine deneyi düzenleyenler, Facebook'tan fotoğraf toplamaya başlamışlar. Bu fotoğrafların arkadaşlar veya aile üyeleri tarafından çekilmiş olmasına, yani üyelerin kendileri tarafından çekilmiş olmamasına özen göstermişler. 

Öncelikle, karar verenlerin kadın veya erkek olmasının doğruluk payında rol oynamadığı görülmüş. Fotoğrafların 50 ms'den uzun gösterilmesinin de kararlardaki doğruluğu artırmadığı gözlenmiş. Doğruluk yüzdesi ise 60-70 civarında.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, yanılma payı yine de yüksek de olsa, çok kısa bir zaman içinde karşımızdakinin cinsel tercihini büyük ihtimalle anlayabiliyoruz. 

07 Aralık, 2009

82 - Depresyon Sadece İnsanlarda mı Görülür?

Pazartesi, Aralık 07, 2009 Gönderen Berna Arslan , , , 3 yorum
Depresyon sadece insanlarda görülür diye düşünüyorsanız yanıldınız. Birçok hayvan türünde de gözlenebilen depresyon, tedavi yöntemleri keşfetme ve deneme maksadıyla laboratuvar hayvanları üzerinde de oluşturuluyor.

Özellikle sıçanlar üzerinde yapılan depresyon deneylerinde gözlenmiş ilginç gerçekler var. Öncelikle, gündüzün kısalması ve gecenin uzamasının insanlar dışında başka hayvanlarda da moral bozukluğu ve depresif belirtilere yol açtığı gözlenmiş.


Bunun dışında, ışık terapisinin depresyon tedavisinde işe yaradığı ve değişik renklerin moral durumunda etkisi olduğu gözlenmiş.
Belki hayvan besleyenler de depresyonu, hayvanlarında gözlemlemişlerdir. Örneğin kuşlarda tüy dökme, kafesten çıkmama gibi durumlar depresyon habercisi olabilir sanıyorum.

29 Eylül 2010 tarihli dipnot: Hamamböceğinde bile depresyon görülebiliyormuş. İnsanlarda diğer birçok psikolojik rahatsızlığa nazaran (örn. şizofreni belli bir bölgedeki soruna karşılık geliyor) depresyon, tüm beyni etkiliyor, ama yine de insanın başkalarının yardımına ihtiyaç duymadan yaşamasına izin veriyor.

04 Aralık, 2009

81 - Bruschetta: Müptelası Olunan Basit Lezzet

Bruschetta, İtalyan mutfağına özgü, yapımı oldukça kolay ve Türklerin alıştığı tadlara uygun bir aperatif. Bruşetta diye okunurmuş gibi gelse de, İtalyanlar brusketta diye okuyorlarmış. Bu güzel lezzeti bir kez tadınca vazgeçmek zor, üstelik hazırlaması da oldukça basit. İşte gereken malzemeler:

Fesleğen(taze)
, domates, sarmısak ve ekmek.



Hepsi bu kadar! Şimdi de
yapılışına geçelim:  

2 dilim ekmek için bir büyük domates veya iki küçük domatesi küp küp doğrayın. Birkaç fesleğen yaprağını küçük küçük kesip domatesle karıştırın. Bu karışıma zeytinyağı dökün ve bu arada ekmeklerinizi kızartın. Karışım da biraz dinlenmiş ve aromasını yağa geçirmiş olur. Ekmekler kızarınca ikiye böldüğünüz bir sarmısağı ekmeklere sürterek sarmısak aromasını ekmeğe geçirin. Ardından karışımınızı (zeytinyağını da tabii) ekmeğinizin üzerine koyup afiyetle yiyin.

Bu kadar basit bir şekilde ve az malzemeyle hazırlanan bu lezzetin tadına doyamayacaksınız!


Aslında
bunun değişik bir versiyonunu biz de evlerde yaparız. Kızarmış ekmeğe zeytinyağı döküp kekik, karabiber gibi çeşitli baharatlarla tatlandırırız. Zaten, İtalyan geleneği de 15. yüzyıla ve bu aperatifin kökleri yağlanmış ve sarmısak sürülmüş ekmeğe tuz ve biber dökülmesine dayanıyormuş. Peynir veya İtalyan salamı(prosciutto) ile yapılan çeşitleri de varmış.

Denemeyi ihmal etmeyin. 

Bruschetta'yı kendisinden öğrendiğim eşime teşekkür eder ve bloguna buradan ulaşabileceğinizi söyleyerek size afiyetler dilerim.