29 Ağustos, 2012

437 - Knut Hamsun ve Açlık

Çarşamba, Ağustos 29, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , 1 yorum
"Açlık", kütüphanemizde duran ama elimin gitmediği bir kitaptı. Knut Hamsun adında Norveçli bir yazar tarafından yazılmış olan bu kitap, açlığın insan bedeninde ve ruhunda yarattığı çöküntüleri anlatıyor. Ve bunu o kadar canlı ve iç karartıcı bir biçimde tasvir ediyor ki, bu kitaptan -daha doğrusu bu yarı-otobiyografiden- etkilenmemeniz mümkün değil.
Açlık'ın yayımlandığı sene Hamsun
Knut Hamsun'un gerçek adı Knud Pedersen. 1920 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülen yazar, 1859-1952 yılları arasında yaşamış. Üslubu oldukça yaratıcı ve diğer yazarları etkileyici olarak değerlendiriliyor. Bilinç akışı ve iç monologlar gibi psikolojik tekniklerin öncüsü olan yazarın Thomas Mann, Stefan Zweig, Hermann Hesse gibi yazarlara ilham verdiği düşünülüyor.

Modern edebiyatın babası olarak da nitelendirilen Hamsun'un siyasi görüşleri bugün Hamsun'un adının neden daha sık duyulmadığının sebebi belki de. Maalesef Hamsun, aşırı sağ görüşleriyle zamanında Hitler'i destekleyenler arasında yer almış.

Hamsun'un en etkili romanlarını gençken yazdığı düşünülüyor. Bunlar arasında Victoria, Pan, Mysteries* ve elbette Açlık sayılıyor.

* Türkçe çevirisinin adını bulamadım

28 Ağustos, 2012

436 - Webcam'iniz ile evinizi izleyin

Salı, Ağustos 28, 2012 Gönderen Berna Arslan , , 6 yorum
Bayramda muhabbet kuşumuzu dört gün boyunca evde yalnız bırakmak zorunda kaldığımızda bir internet sitesinde okuduğum bir çözüm geldi aklıma. Kuşun kafesinin karşısına bilgisayarın kamerasını kurmak ve uzaktan ne durumda olduğunu takip etmek. İyice delirmiş bu demediyseniz buyrun bu işi nasıl yaptığımı anlatayım.


Öncelikle kamera yayınını internete aktaran ve uzaktan izlemeye imkan kılan bir program gerekiyordu. Bir Google aramasından sonra EyeSpyFX: My Webcam Broadcaster'da karar kıldım. Eğer siz de böyle bir düzenek kurmaya karar verirseniz, takip edeceğiniz adımlar şunlar olacak:

1. Öncelikle bu sayfadan Windows veya Mac OS için gerekli programı indirin.

2. Kurulumu tamamladıktan sonra, ayarlar kısmından kameranıza bir isim verin ("Broadcast name"). Kameranızı yayındaki kameralar arasından bu isimle bulacaksınız.

3. Görüntülerinizi herkesin görmemesi için yine ayarlar kısmından "Password Protect" ile bir şifre ekleyin. "Show in live list" kısmı seçili olmalı.

4. Artık kameranızı "canlı liste"de bulma zamanı. Şu adrese gidin, kameranızı adının ilk harfiyle bulun ve üzerine tıklayın.

5. Belirlediğiniz şifreyi yazın ve kameranızı izleyin, işte bu kadar!

Eğer kameranızı mobil cihazınızdan takip etmek istiyorsanız cihazınızın işletim sistemine uygun uygulamayı bu adresten indirmek mümkün.

Önemli birkaç nokta daha var. Uzun süre inaktif kalan bilgisayarın uykuya geçmemesi için gerekli ayarları yapmanız gerekiyor. Mac OS için System Preferences -> Energy Saver'a girip "Put the computer to sleep when it is inactive for" kısmını "Never" seçmelisiniz. Bu ayarı yukarıda Power Adapter seçiliyken yapın. Windows 7 için Control Panel -> Power Options -> Change Plan Settings'e girin ve "Put the computer to sleep" kısmını "Never" olarak seçin.

Bunun dışında siz yokken bilgisayarın sürekli açık kalmasının sorun yaratabileceğini düşünüyorsanız, aşağıdaki adımları takip edin:

Windows 7 için:

1. Start -> Control Panel -> System and Security -> Administrative Tools -> Task Scheduler'a girin. 

2. "Action" menüsünden "Create Basic Task"i seçin.

3. Açılan pencerede belirteceğiniz göreve "PC kapama" gibi basit bir başlık verin.

4. Bir sonraki ekranda her gece kapanmasını istiyorsanız "daily"i seçebilirsiniz.

5. Sonraki "Action" ekranında "Start a program"ı seçip "Next"e tıklayın.

6. Açılan ekranda da "Program/script" kısmına şunu ekleyin: C:\Windows\System32\shutdown.exe

7. "Add argument" metin boşluğuna /s yazın.

8. "Next" ve "Finish" ile tamamlayın.

9. Bilgisayar her açıldığında programın başlayabilmesi için programın kısayolunu Windows'taki Startup dosyasına ekleyin.

Anlaşılan Mac OS bu işi daha basit tutmuş:

Mac OS için:

1. System Preferences -> Energy Saver -> Schedule'a girin. "Start up or wake" kısmını işaretleyerek bilgisayarın kaçta açılmasını istediğinizi belirtin. (AM ve PM'e dikkat)

2. Schedule kısmının 2. seçeneğinde "Sleep" yerine "Shut Down"ı seçin ve bilgisayarın her gece kaçta kapanmasını istediğinizi yazın. Tamam'a basın.

3. Bilgisayar her açıldığında programın başlayabilmesi için "dock"ta bulunan program ikonuna sağ tıklayıp "Open at Login"e tıklayın.

Son olarak bilgisayarı şarjda ve interneti açık bırakmayı unutmayın, kolay gelsin!

16 Ağustos, 2012

Haftanın filmi: Jiro Dreams of Sushi

Perşembe, Ağustos 16, 2012 Gönderen Berna Arslan , , 1 yorum
Aslında bu bir film değil, bir belgesel. İzlerken dünyanın 3 Michelin yıldızlı tek suşi lokantasının sahibi Jiro Ono'nun çalışma ortamını ve düzenini ve ailesiyle olan ilişkilerini öğreniyoruz. Çoğunlukla sadece pirinç ve balıktan oluşan ve basit görünen bu yemeği dünyada en iyi yapan şef olarak ün salmış olan 85 yaşındaki Jiro, rüyalarında bile yeni suşi tarifleri gördüğünü söylüyor.

Jiro'nun büyük oğlu yanında kalıp babasından sonra lokantanın başına geçmek için hazırlanıyor. Küçük oğlu ise ikinci çocuklara özgü asilikle kendine ait bir suşi lokantası açmış. 85 yaşındaki usta her gün işe trenle gidiyor, balıkları pazardan almayı ise sadece 10 yıl önce oğluna bırakmış. 

Suşinin hazırlıklarının yüzde 95'inin lokantada çalışan diğer ustalar tarafından yapıldığı belirtilse de, lokantanın yıldızı her zaman için Jiro olacak. Bu yüzden büyük oğlunu kendini ispatlamak için zor günler bekliyor.

Mükemmeliyetçi ve oldukça katı kişiliği ile dikkati çeken Jiro, geçmişinden ve kendi babasından bahsettiğinde neden böyle katı olduğunu biraz tahmin edebiliyoruz. Kesinlikle iştah açıcı ve sürükleyici bir belgesel. An itibariyle imdb'den ve rottentomatoes'tan aldığı puan 10 üzerinden 7.8.

Burada da bizim suşi kursu maceralarımızı okuyabilirsiniz.

15 Ağustos, 2012

435 - Hastalık izni almanın püf noktaları

Çarşamba, Ağustos 15, 2012 Gönderen Berna Arslan , , 1 yorum
İşten bir gün izin almak ve kafanızı dinlemek istiyor, ama nasıl izin alacağınızı bilemiyorsanız bu tavsiyeler işinize yarayabilir. Öğrenci olduğumdan mütevellit rahat rahat yazabilirim. :)

Şu adresteki videoyu uzun zaman önce izlemiştim ve hoşuma gitmişti. Hastalık izni almak hakkındaki mantıklı önerileri sırayla şöyle:

1. Alacağınız bir günlük izni Pazartesi veya Cuma'ya getirmeyin. Bu günler haftasonuyla birleştiği için şüphe uyandırır. 

2. İzin aldığınız gün kuaföre veya solaryuma, kısaca görünüşünüzü değiştirecek bir ortama girmeyin.

3. Bahaneniz basit olsun, hatırlaması kolay olur. Ayrıca 24 saat içinde düzelmiş olmanız gerekiyor.

4. Telefon etmeden önce ne diyeceğinize karar verin ve birkaç kez deneme yapın.

5. İşe gelemeyeceğinize dair olan telefonu iş saatlerinden önce edin.

6. Gerçekten hastayken kaydettiğiniz bir ses kaydınız varsa daha da faydalı olur.

7. İşe döndüğünüzde nasıl olduğunuza dair sorulacak olan sorulara hazırlıklı olun.

8. Ertesi gün, eğer bir kadınsanız işe makyajsız gidin. Erkekseniz bütün gün alışılmadık şekilde sessiz durun.

9. Ertesi gün kaçırmış olduğunuz işleri takip edin ve neler olduğunu öğrenin.


Araştırmalara göre çalışanların yüzde 43'ü son bir yıl içinde yalandan hastalık bahanesiyle en az bir gün izin aldıklarını söylemiş. Göz önünde bulundurulacak birkaç ayrıntı da şunlar olabilir:

1. İzin alacağınız günden bir gün önce işyerinizde hastalık sinyalleri vermeye başlayın.

2. İzinli olduğunuz gün sosyal medya sitelerinden uzak durun.

3. Eşiniz veya partneriniz sizin yerinize telefon etmesin, şüphe uyandırabilir!

4. Hasta olduğunuzu bildirmek için telefon ettiğinizde yatağın kenarından başınızı sarkıtarak konuşabilirsiniz, sesiniz hasta gibi çıkacaktır.

5. Ve son olarak işe döndüğünüzde birkaç kez burnunuzu silmeyi ve öksürmeyi deneyebilirsiniz =)

14 Ağustos, 2012

434 - Başarılı olma hapı

Salı, Ağustos 14, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , , , 2 yorum
İçinde yaşadığımız sistemin ne kadar kokuşmuş olduğunu görmek için sıkça fırsatlarımız oluyor. Bu örneklerin büyük bir kısmının ABD'den çıkıyor olması ise şaşırtıcı değil. Eskiden yaramaz veya uyumsuz olarak adlandırılan çocukların çoğunun bugün dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu hastalığından muzdarip olduklarının düşünüldüğü ve bu çocuklara ilaç yazıldığını biliyoruz. İlaçlar maalesef yeni bir boyut daha kazanmış. 

ABD'deki liselerin çoğunda bu hastalığa sahip kişilere verilen Adderall isimli bir ilaç, öğrenciler tarafından sınavlardan önce daha iyi not almak için kullanılıyormuş. Kendisiyle söyleşi yapılan bir öğrenci, okuldaki tüm arkadaşlarının ya ilaç reçetesine sahip olduğunu ya da ilaçlarını temin ettiği (satın aldığı) reçeteli bir arkadaşı olduğunu söylemiş.

İyi bir üniversiteye girmek için üzerlerinde sınav ve not baskısı hisseden gençlerin bazıları reçete sahibi olmak istedikleri için hastalığın semptomlarını taklit ederek doktor görüşmelerinde bulunuyormuş. New York'ta yaşayan bir psikiyatrist bu "modanın" tüm özel okullara yayıldığını belirtiyor. Ancak Adderall ve meşhur Ritalin gibi ilaçlar bağımlılık açısından oldukça tehlikeli, hatta kokain ve morfin ile aynı bağımlılık sınıfında değerlendiriliyor. 


Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu hastası olmayan öğrenciler bu tip ilaçları alarak arka arkaya birçok ödevi tamamlıyor ve sınavdan sonra bile aşırı enerjik oluyor. Adderall kullanan bir öğrenci ise şöyle diyor: "Sanki sizin yerinize işinizi o yapıyor".

Peki bu ilaçların bu şekilde kötüye kullanımının yan etkileri neler? Uzun süreli etkileri tam olarak bilinmese de uyku uyuyamama, kalp ritminde bozulmalar (hatta kalp krizi), depresyon, moral durumu değişimleri görülebiliyor. Ayrıca bu ilaçları kötüye kullanan gençlerin zamanla uyku haplarına veya ağrı kesicilere de bağımlı olma ihtimalleri bulunuyor. Adderall, ABD üniversitelerinde de yaygın. Uyarıcı olduğu için sadece ders ve başarı amaçlı değil, aynı zamanda partilerde de kullanılıyor. İlgili bir videoyu buradan izleyebilirsiniz.

10 Ağustos, 2012

LÖSEV Gönüllüsü Olmak Bir Ayrıcalıktır...

Cuma, Ağustos 10, 2012 Gönderen Berna Arslan 1 yorum
Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.
Büyük LÖSEV Ailesi, lösemili&kanserli çocuk ve ailelerin bu zorlu mücadelede yalnız olmadıklarını göstermek için sevgi ve azimle çalışan bir vakıftır. LÖSEV kurulduğu 1998 yılından bugüne dek faaliyetlerini duyarlı kişi ve kuruluşların destekleri ve binlerce GÖNÜLLÜSÜ’nün katkılarıyla gerçekleştirmiş; Türk halkının konu hakkında daha bilinçli ve duyarlı olmasıyla beraber tedavide %91'lere çıkardığı başarısını %100’e çıkartmayı hedeflemiştir.
Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

LÖSEV'e gönlünü veren gönüllüler LÖSEV’in her etkinliğinde aktif rol almakta, vakıf çalışmalarına aktif katılım göstererek çocukları hayata bağlamaktadırlar.

Yüreğinde paylaşım ve sevgiye yer olan herkesi Lösev gönüllüsü olmaya davet ediyoruz.
Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

Lösev gönüllüsü olabilmek için aşağıdaki formu doldurmanız yeterli: http://bit.ly/losevgonullusu
Lösev’i Facebook’ta takip etmek için: www.facebook.com/losev0660
Lösev’i Twitter’da da @losev1998 hesabından takip edebilir, #LosevHayatVerir hashtag’i ile  paylaşımlarınızla destekleyebilirsiniz.



Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

09 Ağustos, 2012

433 - Türklerin İslam'a bakışı

Perşembe, Ağustos 09, 2012 Gönderen Berna Arslan , yorum yok
2010 yılında Müslüman toplumların bireyleri ile yapılmış araştırma sonuçlarına göre Türkiye, Müslümanların çoğunlukta olduğu diğer ülkelere göre oldukça farklı bir profil çiziyor.*

İslam'ın ülke siyasetindeki rolüyle ilgili sorular sorulduğunda Mısır ve Endonezyalıların yüzde 95'i büyük bir rol oynamasının iyi olduğunu söylerken, bu yüzde Türkler arasında 45'e ulaşıyor. Hizbullah, Hamas, El Kaide gibi örgütler en az Türkler tarafından destekleniyor (%5, %9 ve %4). Bu oranlar Nijerya, Mısır gibi ülkelerde yüzde 40'ları buluyor. 

Laik ve kadın haklarının sayıldığı bir ortamda yaşamanın Türkler'in cevaplarında önemli bir etkisi olduğu görülebiliyor. Örneğin kadın ve erkeğin çalışma ortamında ayrılmasına Pakistanlıların %85'i sıcak bakarken, Türkler'in %84'ü bu fikre karşı çıkıyor. 

Şeriat kanunları gibi sert uygulamalara gelince ise İslam'ı terkeden kişilere ölüm cezası verilmesi fikri Mısır ve Ürdünlüler tarafından %85 civarında desteklenirken, Türkler'in yalnızca %5'i bunu doğru buluyor. Genel olarak verilen cevaplara bakıldığında Lübnanlıların Türklere yakın oldukları görülüyor.

*Anketler sadece Müslüman olduğunu belirten kişilere uygulanmış.
Kaynak burada.

02 Ağustos, 2012

432 - Çeyrek yaşam krizi

Perşembe, Ağustos 02, 2012 Gönderen Berna Arslan , , 2 yorum
Ne yapıyorum ben? Hayatım nereye gidiyor? Bu hayattaki amacım ne? diye sorular soran 25-35 yaş aralığında biriyseniz, çeyrek yaşam krizine tutulmuş olabilirsiniz.


Orta yaş krizine benzer bir isme sahip olan çeyrek yaşam krizi, daha genç insanları hedef alıyor. Yalnız, kaybolmuş, kafası karışmış hisseden bu genç insanlar şu aşamalardan geçiyorlar:
1. Hayatta yaptığınız seçimlerin sizi kapana kıstırdığı hissi. Hayatı siz yaşamıyormuşsunuz da, yaşamınızı otopilota almışsınız gibi hissetmek.

2. Bu durumdan kurtulabileceğinize dair umut beslemeye başlamak ve hayatınızı değiştirmeye istekli olmak.

3. Sizi kapana kıstıran her neyse -bu bir ilişki veya iş olabilir- onu bir kenara atma ve yeni deneyimler için hayattan bir süre mola alma.

4. Kendini yeniden yaratma.

5. İstek ve ilgi alanlarınıza daha uygun işler ve ilişkiler bulma.

İnternet üzerinden yürütülen bir araştırmaya göre 1100 genç insanın yüzde 86'sı 30 yaşına gelmeden ilişkilerinde, işlerinde ve maddi durumlarında başarılı olma baskısı altında hissettiklerini belirtmiş. Özellikle de üniversite mezunu gençlerin üzerinde başarılı bir iş bulma baskısı yoğun bir etki yapıyor.  Kendilerini diğerleriyle karşılaştıran gençler, hayatlarını sorguluyor. Dışarıdan gelen başarı baskısıyla içeriden gelen anlamlı ve zevkli bir hayat yaşama isteği çarpışıyor ve kendinle yüzleşmeyi beraberinde getiriyor.

Bu krizi yaşayan insanların yüzde 80'i krizin getirdiği sonuçların faydalı olduğunu belirtmiş. Ayrıca bu krizi genç yaşta yaşamak, orta yaş krizine girmeyi de engelleyebilir. Sonuçta 50 yaşında motosiklet alıp, 20 yaşındakilerle çıkmaya başlamak pek de cazip değil!

01 Ağustos, 2012

Dişçi fobimi yendim

Çarşamba, Ağustos 01, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , , , 7 yorum
Benim için dişçiye gitmek karın ağrılarıyla dolu bir yolculuktan sonra kurbanlık koyun gibi o koltuğa yatıp tedirginlik duyacağımı ve büyük ihtimalle acı çekeceğimi bilmek demekti (bu noktada bir parantez açarak diş hekimlerinin kendilerine dişçi denmesine sinir olduğunu bildiğimi, ama bizim gönlümüzde hep dişçi olarak yer ettiklerini belirtmek isterim). Bu korkuyla dişçiden almam gereken randevuları almaz, erteler, arada bir dişlerimi düşünüp geleceklerinden endişe eder, sonra da onları unutur, bir kenara bırakırdım.

Böyle böyle elbette bir gün bu sistem patlak verecekti. Bir gün dişim ağrımaya ve üstüne bastırınca acımaya başladı. Kaçınılmaz son gelmişti, dişçiye gitmem gerekiyordu. Önce çoğumuzun yapacağı gibi belirtileri google amca'da arayıp başıma nelerin gelebileceğini öğrendim. Kanal tedavisinin muhtemel tedavi yöntemi olduğunu gördüm, nasıl yapıldığını ve bu işin de uzmanlarının olduğunu öğrendim. Tabii korkudan en iyi doktorları bulmaya çalıştım internetten ve aldım iyi bir yerden randevuyu. Tabii bu sefer bir süre sonra ne kadar para ödeyeceğim fikri aklıma düştü. Korkum beni öyle bir yere getirmiş ki kanal tedavisinin muayene ücretiyle birlikte toplam 750-800 lirayı bulduğu bir yerden randevu almışım. Eh elbette iptal ettikten sonra başka bir yer buldum. Bu sefer ise maalesef kötü bir haber ile şehir dışına çıkmak zorunda kaldık.
Gittiğimiz Balıkesir'de birkaç gün daha diş ağrısı çektikten sonra tanıdık diye tavsiye edilen devlet hastanesinin bir diş doktorunun koltuğunda soluğu aldım. İltihap akarsa tedaviyi bir günde bitiremeyiz diyen doktor hanım iltihap akmasına rağmen bir günde bitirdi. Yanımdakiler tanıdık olunca iş bitti tabii diye sevinirken, iltihap tam olarak akmadı mı yoksa diye içim içimi yiyordu. Ayrıca doktor, sorunlu bir diş olduğunu ve çekilebileceğini söyledi. 

Bu arada internette okuduğum kaynakların yarısı kanal tedavisi ağrılı bir süreç diyorsa yarısı da hiç sorunsuz hallolduğunu söylüyordu. Ben hiçbir acı hissetmedim ve bu durum fobimi dizginlememe yardımcı oldu.

Peki fobim en baştan beri niye vardı? Genellikle diş hekimlerinin yanlış tedavileri ve hastaya olan tutumları yüzünden elbette. Bu doktor da bir istisna çıkmadı. Dişetimde bir şişlik belirdi ve dişin üzerine bastırınca sızlamaya devam etti. Kontrol için aynı hastanedeki başka bir doktora gittim ve başka bir yerde tedavi olduğumu söyledim. Çekilen röntgende bir sorun görülmedi ve bana yoğun bir antibiyotik tedavisi verildi.

İçime kurt düştüğü için İstanbul'da başka bir doktora görünmeye karar verdim. Ve durum ortaya çıktı. Kanal tedavisi yapılırken aletlerden biri dişte delinme (perforasyon) meydana getirdiği için burada oluşan kanama, dişetinde iltihaba sebep oluyordu. Yani doktor hata yapmıştı ve dişin çekilebilir diyerek de hatasını örtmeye çalışmıştı. İkinci doktor da delinmeyi röntgende görmemiş (ki eğik bir beyazlık olarak benim bile dikkatimi çekmişti) ve gereksiz yere antibiyotik tedavisi vermişti. Şimdi bu dişimle ilgili sanırım 5. randevuma gittim geçenlerde. Kanal tedavisi baştan yapıldı, amalgam dolgu konuldu, geçici kaplama takıldı. Eğer 1 ay boyunca dişetimde şişme oluşmazsa kalıcı kaplama yapılacak (umuyorum). 

Bu süre zarfında ise diş hekimi korkumdan arındım. Normalde iğneden ve kan alınmasından hiç hoşlanmam, ama dişçideki anestezi iğnelerine karşı sevgi besliyorum. Ne de olsa onlar bizim kurtarıcılarımız. Onlar sayesinde tedavi boyunca hiçbir rahatsızlık hissetmedim. Ayrıca diş doktoru beni insan yerine koyup röntgenlere beraber bakarak sorunları ve yapılabilecekleri anlattı ve de gereksiz yere ücret almadı. Örneğin her muayenede bir ücret alınmadı veya diyelim ki kötü bir ihtimal gerçekleşti ve bu tedavi işe yaramadı dişin çekilmesi gerekecek, kanal tedavisi ücreti alınmayacak. Kötü muamele gördüğümüz yerleri şikayet amaçlı yazıyoruz, ben de bu vesileyle düzgün bir yer tanıtmış olayım. Tecrübelerim neticesinde Taksim Citydent'teki doktor Emrah Bey'i tavsiye edebilirim.

Bazen fobilerden kurtulmak için yüzleşmek şarttır, siz de kaçmayın, üstüne gidin, en azından az hasarla kurtulun!

431 - Ejderha Mitolojisi

Çarşamba, Ağustos 01, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Ejderha mitinin birden fazla kültürde bulunması hep ilgimi çekmiştir. Konu ejderhalara gelince ana olarak iki kültürel akım olduğu söyleniyor: Avrupa kültürü ve Çin kültürü. (Türk kültürünü ise birazdan konuşacağız.)

Avrupa kültüründe ejderhalar genel olarak kötü canavarlar olarak tasvir ediliyor. Yarasa gibi kanatlara sahip ve sürüngen özellikleri taşıyan bu yaratıklar, Germen, Kelt, Slav, İspanyol ve İtalyan kültürlerinde karşımıza çıkıyorlar. Ejderhaların kötü yaratıklar olarak tasvir edilmediğ haller Avrupa kültüründe nadir. İrlanda kültürü, bu istisnalara bir örnek. Bu durumun Arthur efsanesindeki ejderhalarla ilgisi olabileceği düşünülüyor.
Avrupa ejderi
Çin ejderhalarına gelirsek birkaç farklılık görüyoruz. Yin yang terminolojisinde "yang"ı temsil eden ejderhaya karşılık "yin" olarak ankakuşunu görüyoruz. Dört bacaklı ve sürüngen özelliklerine sahip olarak tasvir edilen ejderhalar, gücü ve şansı temsil ediyor. Hatta Çin imparatorları ejderi sıkça krallığın sembolü olarak kullanırmış. Tek rakamlı sayıların en büyüğü olan 9, Çin'de büyük bir önem taşıyormuş. Bir Çin ejderi de 9 özellik ile tanımlanıyor ve efsanelerde toplam 9 ejder türü bulunuyormuş. Ejderha, aynı zamanda Çin burçları arasında da yerini alıyor.
Çin ejderi
Biraz da bize pek anlatılmayan Türk mitolojisine bakalım. Türk Söylence Sözlüğü'ne göre Ebren yani Evren ejderhaya karşılık geliyor. Kanatlı bir dev sürüngen olan ejderha, yeraltında yaşayıp hazine koruyuculuğu yapıyor. Ağzından ateş saçan bu yaratık, kuraklığın ve ölümün simgesi olarak efsanelerde yer alıyor. Evrenin aslında bir ejderha olduğuna, yani insan aklıyla bütün özelliklerinin kavranamayacağına inanılıyor. Yedi başlı ejderha da Türk mitolojisinde yer alan motiflerden biri.

Peki birbirinden coğrafi olarak uzak olan toplumlarda benzer ejderha efsaneleri nasıl ortaya çıkıyor? Bu soruya yanıt olabilecek birkaç olasılık var. Bunlardan biri oldukça ilginç: Acaba ejderhalar dinozor fosillerinin bulunup, bu fosillere dayanılarak ejderha gibi bir yaratığın hayal edilmesinin sonucu olarak mı ortaya çıktı? Başka bir olasılık ise dünyaya çarpıp zarar veren meteorların ejderhaların saldırısı gibi algılanmış olması. Bir diğer -benim mantıklı bulduğum- açıklama ise ejderhanın, insanların ortak korkularının bir birleşimini yansıtması: Yani sürüngen, yarasa ve ateş korkusunu.