28 Aralık, 2010

234 - 2. Ayak Parmağınız Daha Uzunsa

Salı, Aralık 28, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Bugün Hürriyet'in eki Kelebek'te Yonca Tokbaş "2 numaralı ayak parmağım çok uzun" diye bir yazı yazmış. Ben de aynı durumda olduğumdan yazı ilgimi çekti ve bu duruma bir isim verildiğini bile öğrendim. "Morton's Toe" yani "Morton'un ayak başparmağı" adı verilen bu durumda ayağınızın ikinci parmağı baş parmağından daha uzun oluyor. 


Örneğin burnunda ufak bir açıklık olan ayakkabılar ayağınızda pek acayip duracağından onlardan vazgeçiyorsunuz. Bir yandan da eski Yunan tanrı ve tanrıça heykellerindeki ayakların hep böyle tasvir edildiğini görüyor ve bunun ideal bir portre olduğunu öğreniyorsunuz. İyi mi kötü mü diye karar veremezken wikipedia'dan biraz alıntı yapayım: Dünyada görülme oranı 10% civarındaymış. Normalde başparmak, ağırlığı dengelerken bu durumda bu görev ikinci parmağa kalıyormuş. Bu ayak tipine göre yapılmamış ayakkabılar da tırnakta deformasyona yol açabilirmiş. Ayrıca bu durum ayağın yan kemiğinde dışarı doğru çıkmaya da yol açabilirmiş. Evet bu da bende var. Başka bir belirti de 2., 3. veya 4. parmağın ekleminde şişme olmasıymış. Neyse oradan yırttım.


Söylenenlerin en kötüsü ise bu durumun kalça, bel, sırt, boyun ağrılarına yol açabileceği. Son zamanlarda yorulduğumda, ağır taşıdığımda ortaya çıkan bir ağrıdan şikayetçiyim ve doktora gitmeyi düşünüyorum. Şimdi acaba bir bağlantı var mı diye düşünmeye başlamadım değil.

Son olarak Özgürlük Heykeli'nin ayakları da bu şekildeymiş. Neyse en azından ayakkabı dünyası değil ama heykeller bizi destekliyor!

27 Aralık, 2010

233 - Google Body Browser

Pazartesi, Aralık 27, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Google'ın yeni ürünü, insan vücudunun 3 boyutlu olarak incelenebileceği Body Browser. Kasları, iskeleti, iç organları inceleyebileceğiniz bu ürün Aralık ayında piyasaya çıktı. Google Earth'te nasıl dünyayı inceliyorsanız bunda da insan vücudunu inceliyorsunuz.

Tarayıcınızdan bu işleri yapabilmeniz tabii oldukça pratik ve masrafsız. Ürünün anatomi eğitiminde faydalı olacağı düşünülüyor. Ve ilgili videoyu buradan izlemek mümkün.

22 Aralık, 2010

231 - Not Responsible

Çarşamba, Aralık 22, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , , yorum yok
Arada bir tv'de TRT4'te "Anılarla Müzik" programına takılıyorum. Daha sonradan ünlü olmuş İzel, Reyhan Karaca gibi şarkıcıları yeni konservatuardan mezun, çömez halleriyle piyanoda Şevket Uğurluer'e eşlik ederken görmek de mümkün oluyor. 

Bu program sayesinde yıllardır annemin de sözlerini bilmeden mırıldandığı "Not Responsible" adlı sevimli parçayı keşfettim. İlk kez Helen Shapiro tarafından seslendirilen şarkı Şevket Uğurluer tarafından da plak olarak kaydedilmiş. Fırsat buldukça -yani vokal yapacak konuk buldukça- bu şarkıyı programında seslendiren Uğurluer'in güzel yorumu için buradaki videoyu izleyebilirsiniz.

12 Aralık, 2010

227 - Bir Tuzluk Sizi Nasıl Karakolluk Eder?

Pazar, Aralık 12, 2010 Gönderen Berna Arslan 1 yorum
Yıllar önce olmuş bir olaymış bu ama o zaman kaçırmışım. Dün akşam bir arkadaş bahsedince ben de yazayım dedim.

Bugün internette bakınca 2001 yılında yaşandığını öğrendim. Trajikomik bir hikaye. Zeytinburnu'nda bir ocakbaşında çalışan komi, pazarda aşçıbaşı tiplemesinde tuzlukların satıldığını görüyor. Ocakbaşında çalışan aşçıya benzeyen tuzluklardan 12 tane alıp lokantaya getiriyor. Bir süreliğine lokantada çalışanların eğlencesi haline dönüşüyor tuzluklar. Bıyıklı, büyük burunlu ve göbekli bir Türk'e benzeyen tuzluklar bunlar, resim de aşağıda.

Ocakbaşında sık sık yemek yiyen sivil polisler bir gün haklarında ihbar olduğu ve tuzlukların Apo'ya benzediği gerekçesiyle tuzlukları toplayıp delil poşetine atıyor ve işyeri sahibini de gözaltına alıyor. 

Neyse ki emniyet amiri akıllı bir adammış ki olay anlatıldığında "Apo duysa halimize güler" diyerek işyeri sahibini serbest bıraktırıyor.

Tuzlukları üreten firma ise "Biz Trabzonluyuz, Abdullah Öcalan ile işimiz olmaz" gibi bir açıklama yapmak durumunda kalıyor. "Tuzluğu daha önce Saddam Hüseyin ve İbrahim Tatlıses'e de benzetenler olmuş" diyor.

06 Aralık, 2010

226 - Memleketimden İnsan Manzaraları

Pazartesi, Aralık 06, 2010 Gönderen Berna Arslan 2 yorum
Bu aralar ilginç insanlarla karşılaşıyorum da bir gün de onlardan bahsedeyim dedim.

Geçenlerde bindiğimiz bir taksinin şoförü cemaatin içinde yetiştiğini söyledi. Kendi deyimiyle RTE'yi seviyormuş. İlk seçimlerde AKP'ye oy vermiş. Ama referandumda hayır demiş. RTE'yi de kafasına estiği gibi konuştuğu için seviyormuş. Kılıçdaroğlu'nu pasif buluyormuş. Annesi memleketten evlenmesi için kız bulmuş. Görücü evlilikleri onlarda bayağı yaygınmış. Ama bu aralar ona bir şeyler olmuş, başı kapalı kadın istemiyormuş. Annesi de başı açık kızı nerden bulacağız diyormuş. Taksi onun değildi. Yeterince para kazanıp kendi ayakları üzerinde durmak, kimseye eyvallah dememek istiyordu. Belki de bu yüzden RTE'yi seviyordu. İstediğini yapabiliyor gibi göründüğü için.

İkinci bahsedeceğim kişi sağlık ocağında karşılaştığım bir amcaydı. Bu amca son zamanlarda erkeklere bir şeyler oldu, kadınlara da bir şeyler oldu diyerek konuya direkt giriş yaptı. Bir de ondan önce "İstanbul'u Güneydoğulular doldurdu" adlı klasik eseri seslendirdi. Efendim durum şöyle: Karısı artık amcamız eve gelince ben çorbayı yaptım, hadi sen de salatayı yap diyormuş. Eskiden kadınlar böyle konuşamazmış, ne olmuş da böyle olmuş. Pek tabii ahlaksız diziler bundan sorumluymuş. Bence çok normal, çok güzel deyince gözlerini kocaman açarak yüzüme bakan amcaya çalışan kadın n'apsın diye sordum. Çalışmıyor ki, 11'de 12'de kalkıyor cevabı aldım. "Hep bu diziler" diye konuşmasını sonlandırdı.

Bundan bir süre önce de ilginç bir teyze vardı otobüste. Yalnız bunun üzerinden biraz zaman geçti. Tam Kurban Bayramı'ndan önceydi. Şapkalı teyzemiz doğru hatırlıyorsam kadın haklarını koruma gibi bir derneğe üyeydi. Hatırlarsanız bayramdan önce İstanbul'da toplu taşımaya zam gelmişti. Bayramda bedava taşıma olursa dernek olarak bunu protesto edeceklerini söyledi. Bu arada kimle konuşuyor derseniz, genel, ortaya, otobüs muavinine diyelim. Daha sonra iki türbanlı kızımız bindi otobüse. Teyze gözlerini iki kıza çevirince içimden bir eyvah geçirdim ve teyzeden niye takıyorsunuz bu türbanı şeklinde bir tirad bekledim. Ancak beklediğim gerçekleşmedi, hatta ilginç şeyler oldu. Teyze yakın zaman önce Boğaziçi Üniversitesi'ne gittiğini, türbanlı kızların okuma hakkını desteklediğini, mini etekle girilebiliyorsa türbanla niye girilmeyeceğini filan söyledi. Mini eteği tasvip etmediğini de ekledi, kısa bir süre sonra da neyse ki indi. Herkes nasıl kendi doğruları içinde yaşıyor diye de düşündürdü beni. 

Bu tip ilginç karşılaşmalarım oldukça bu konuda yazmaya devam edebilirim.

Dipnot: Artık yazıları değerlendirmek için onların altında işaret koyabileceğiniz eğlenceli, ilginç, çok iyi, idare eder gibi alanlar var. İsterseniz kullanınız!

03 Aralık, 2010

224 - Word ve Excel'de Tik İşareti

İnsanın bazen doğru ya da başka bir deyişle tik işareti atmaya ihtiyacı oluyor word ve excel'de. Bunun kısa bir yolunu öğrendim de paylaşayım dedim.

Fontu Wingdings seçin, ü harfine basın ve tik işaretiniz çıktı bile. Hepsi bu kadar.

01 Aralık, 2010

223 - Ranchero: İstanbul'da Meksika Mutfağı

Geçenlerde sanırım Ntv'de gurme Vedat Milor'un birkaç lokantayı gezmesini ve yemekler hakkındaki yorumlarını izledim. Bunlardan en çok aklımda kalan da Meksika mutfağını İstanbul'a getiren Ranchero adlı mekan oldu.


Programda yemekleri oldukça beğenen Milor'a güvenerek bu mekan hakkında birkaç bilgi de ben vereyim istedim. Lokantanın sahibi bir çift. Meksikalı hanım ve eşi Türk bir bey. Orijinal tariflere sadık kalınmış, kendi tortillalarını (lavaş) kendileri hazırlıyorlarmış. Birçok sos çeşitleri var. Meksika mutfağında pek tatlı yokmuş, genelde meyve yenirmiş. Ancak menüye birkaç tatlı koymuşlar, Milor tequila mousse'u deneyip beğendi.

Ana yemekler 19-20 lira civarındaydı (programın tarihi belli değil yalnız), en pahalı yemek de 30 lira gibiydi. Suadiye'de ve Nişantaşı'nda iki şubeleri var. Menüsünü, adresini ve diğer bilgileri sitelerinde bulabilirsiniz. Ben de gidip yemeklerin tadına baktığım bir zaman bu yazıyı güncelleyeceğim.

Güncelleme:  5 Mart'ta Nişantaşı'ndaki Reasürans Çarşısı'nda bulunan şubesine gittik. Aperatif olarak Macho Nachos, yemek olarak da Quesedilla yedik. İkisini de beğendik, ortam da oldukça güzel. Yalnız etler biraz sertti. Yemek fiyatları daha önce de bahsettiğim gibi 19-20 civarında. Spesiyallerin fiyatları biraz daha yüksek. Yemek sonunda da limon, şeftali, kavun, blue curacao karışımı güzel ufak bir içecek geldi.

222 - İncilerin Yavrulaması

Çarşamba, Aralık 01, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , , 1 yorum
Mücevherlerde kullanılan değerli taşların çoğundan farklı olarak inci bir canlı içinde hayat buluyor. Yumuşakçaların 100,000'den fazla türü olduğu halde ancak birkaç türü inci meydana getirebiliyor. Yaygın inancın aksine inciyi meydana getiren olay istiridyenin içine kumun sızması değil, organik bir maddenin kabuklar arasında sıkışıp kalması. Organik madde, midyenin içinden kurtulmak için çabalasa da nihayetinde etrafında örülenlerle birlikte bir inciye dönüşüyor. Raphael Dubois demiş ki, "En güzel inci, bir solucanın parlak lahitinden fazla bir şey değildir."

Ancak doğal olarak oluşan inciler oldukça nadir. Bu yüzden yapay olarak yetiştiriliyorlar. Bunun için de istiridyeler toplanıyor, kabukları açılıyor -bir nevi ameliyat- ve incinin oluşması için gerekli maddeler içeriye yerleştiriliyor. Kabuklar bırakılınca kendiliğinden kapanıyorlar. 6 aydan 3 yıla kadar bir bekleme süresi var. Bu da yumuşakçanın tipine ve istenen inciye göre değişiklik gösteriyor. 

Hasat zamanı ise birçok istiridye için ölüm anlamına geliyormuş. Bunu duymak pek hoşuma gitmedi. İnsanoğlu mücevher için doğayı rahat bırakmamakta ve ona zarar vermekte kararlı görünüyor.

İncilerin yavrulaması meselesine girmeden önce, biraz inciler ve oluşumları hakkında bilgi edinmek ve paylaşmak istedim. Yavrulama ise geçtiğimiz günlerde birinden duyduğum bir konuydu. Sahte olmayan bir inci 1-2 sene havayla temas etmez veya takılmazsa, yani tenle temas etmezse kabarcıklar oluşmaya başlıyormuş. Buna da yavrulama deniyormuş.

Yani gerçek incileriniz varsa onları kullanmadan geçmeyin.

21 Kasım, 2010

220 - Gelinlik Maceram

Uzun bir süredir internette dolanıyor ve gelinlik markaları, modelleri hakkında bilgi topluyordum. Bol bol fotoğraf dosyası edinmiş ve favorilerimi belirlemiştim. Bu süreçte interneti bol bol taramış, yorumları okuyup yeni markalar ve modaevleri öğrenmiştim. Fiyatlarla ilgili pek tatmin edici bilgilere ulaşamıyordum. Ben de kendi deneyimlerimden yola çıkarak bu yazıyı hazırlamak ve araştırma yapacak olan gelin adaylarına yardımda bulunmak istedim.
Caelum, Elie Saab

En başta favori modelim yukarıda göreceğiniz Caelum adında bir modeldi. Bu modelin bir tasarımcı işi (Elie Saab) olduğundan çok pahalı olduğunu, Vakko Wedding'te satıldığını öğrendim. Ben de üzerimde nasıl göründüğünü gördükten sonra aynısını diktirmeyi düşündüm. Daha sonra 2011 koleksiyonları piyasaya çıkınca aynı tasarımcının hayran olduğum yeni bir modeli oldu ve böylece aynı hayali aşağıdaki model için kurmaya başladım. (Ancak sonuçta planlarım tamamen değişti!)

Aglaya, Elie Saab

Gelinlik için birkaç hafta dolaşırım, ancak bir şeyler bulurum herhalde diye düşünüyordum. Buna göre birçok yerin adını, adresini, telefonunu bir kenara yazdım. Gezmeyi planladığım firmalar arasında şunlar vardı: Pronovias, Beyaz Butik, Weddies, Hüsniye Modaevi, Privenuptia, Seba Gelinlik, Moe by Beyaz Butik, Aysira, Akay, Figen Bağzıbağlı, Lamedore, Tözge, Ayşe Firidin Modaevi ve Vakko Wedding

Öncelikle beğendiğim gelinliğin fiyatının 22.000 lira civarında olduğunu öğrenince gidip denemenin anlamsızlığı iyice ortaya çıktı, ben de Vakko Wedding'i ilk başta eledim. İlk gün için Beyaz Butik ve Pronovias'tan randevu aldım. İnternette biraz beğendiğim modelleri nedir diye tekrar bakıp not ettim. Bir de 3. yere de yetişirim umuduyla Aysira'yı da sabah arayıp oraya akşamüstü gitmek üzere sözleştim.



Gün, Nişantaşı'ndaki Beyaz Butik ile başladı. Buranın da pahalı olabileceği yönünde endişelerim vardı. İlgili bir çalışan yardımcı oldu ve beğendiğim modelleri seçtikten sonra denemeye başladık. Toplam 4 gelinlik denedim, iki tanesini tekrar denedim ve bir tanesinin güzel olduğuna karar verdim. Ancak tam da içime sinmedi. Cosmobella ve Demetrios koleksiyonlarındandı ikisi. Aslında internetten çoğu modeli beğenmemiştim, ancak sanırım gözle görmek ve denemek çok daha farklı. Denediklerimin fiyatları ise 3000 ila 4375 arasında değişti. Duvak fiyata dahil değildi diye hatırlıyorum. Yani fiyatların biraz yüksek olduğu söylenebilir. 3 - 3,5 ayda ithal ediliyor yurtdışından.


İkinci durak Pronovias oldu. 9 model seçmiştim kataloglarından, ancak bunlardan topu topu 1 tanesi vardı. Bizim tasarımcılarımız kaliteli veya pek güzel olmayan modelleri getirmiyorlar gibi ilginç bir açıklama ile karşılaştık. Burada da ilgili davrandılar ancak biraz daha ciddi ve samimiyetsiz bir ortam gibiydi. Ayrıca sabah randevuyu teyit etmek için aramışlar. Duymadığım için de hemen yerime birini geçirmeye çalışmışlar. Bu da pek hoş değildi tabii. Fiyatlar yüksek ve euro üzerinden. 3,5 - 4 ayda ithal ediliyor beğendiğiniz model. Örneğin aşağıdaki Trieste modelinin fiyatı 2240 euro idi ve duvak buna dahil değildi. (Düz duvak dahildi galiba.) Dantel kalitesi olarak Beyaz Butik'te denediklerimden daha iyi görünüyordu. Buradan da ayrıldık.


Trieste, Manuel Mota

Akşamki randevuya kadar etraftaki gelinlik mağazalarına bir uğrayalım dedik. Rumeli Caddesi üzerindeki Ayşe Moda'ya bir baktık. Daha önce Elie Saab'ın Caelum modelini diktikleri olmuş, ancak fotoğrafı ellerinde yoktu bilgisayardaki bir problem sebebiyle. Bunun dışında giyinme yerinin pek iyi olduğunu söyleyemem. Abiyelere bakılınca tasarımların biraz daha süsü ve gösterişi tercih eden hanımlar için daha uygun olduğu söylenebilir.


Daha sonra merak ettiğim bir mağaza olan Weddies'e girdik. Burası en çok sevdiğim yer oldu, hem giyinme yeri hem de çalışanların ilgisi açısından. Beğendiğim model şeklini aşağı yukarı anlamış olan mağaza görevlisi kendi tasarlamış olduğu bir gelinliği getirdi. 8 metre dantel kullanılmış gelinliğe bayıldım da, fiyatı da beni bayılttı daha sonra. 7500 lira ama en son 4800'e ineriz dedi. Bundan başka 2350 liraya başka bir gelinlik daha denedim. Burayı önerebilirim.


Bir sonraki durak da Faize Sevim Modaevi oldu. Burası yaklaşık 60 yıldır gelinlik ve abiye üreten bir yer. Tabii elimde belli bir model fotoğrafıyla gitmediğim için varolanlara göz atabildim. Bir tane denedim, hoştu, ancak yine "işte bu" demediğim için fiyatı çok uygun olmasına rağmen -1850 lira- vazgeçtim. 


Ve en son durak olan Aysira'ya vardım. Buradan çok ümitli değildim. İnternetteki koleksiyonlarına bakmıştım ve çoğu model abartılı gelmişti gözüme. Yalnız bir model hoş görünmüştü. Mağazaya girdim, katalogun sayfalarını çevirdim, koca katalogtan yalnızca bir model seçmeyeyim, ayıp olmasın diye o model dışında iki tane daha modeli çok beğenmesem de bir bakarım diye seçtim. Vee beğendiğim model gerçekten de beğeneceğim bir model çıktı. Aradığımı bulduğumu anladım. Burada paylaşıp sürprizini kaçırmayacağım! Nihayet işte bu dedim içimden ve bir günde bu macerayı tamamladığıma inanamadım. Oysa denemesi çok zevkliydi, erken bitti :)


Şu anda Aysira'da fiyatlar da çok uygun. Hem fiyatlar sitesinde yazıyor hem de 30 % indirim var. Duvak, kese, el çiçeği gibi aksesuarlar da fiyata dahil.


Arayışınızda hepinize kolay gelsin! Yukarıda ismini verdiğim mağazalara bağlantılar da vermiştim, oradan her birinin iletişim sayfasından telefon numaraları ve adres bilgilerine ulaşabilirsiniz.

219 - Vücut Bütünlüğüne İlişkin Kimlik Bozukluğu

Pazar, Kasım 21, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , , 2 yorum
Bacağınızın size ait olmadığını hissettiğinizi düşünün. Bacağınız olmasa daha mutlu yaşayacağınızı hissediyorsunuz. Ve belki de ondan kurtulmak için birkaç yol denediniz bile. Bu bahsedilen İngilizce adı Body Integrity Identity Disorder olan psikolojik/nörolojik bir rahatsızlık. 

Hastalığın sebebinin yabancı olarak görülen organın beyinde sahip olması gereken sinirsel bir karşılığı olmadığının düşünülmesi. Yani yabancı olarak görülen organ uyarıldığında beyinde gerçekleşmesi gereken bir aktivite görülmüyor (sağ parietal lobta).


Bu hastalar organlarının nereden itibarını yabancı olarak gördüklerine dair kesin bir çizgi çekebiliyorlar. Bazen bu kısımlarından kurtulmak için buzda dondurup ölmesini sağlamak, bilerek bir arabanın önüne atlamak ve hatta tren raylarına yatmak gibi kulağa inanılmaz gelebilecek çözümlere başvurabiliyorlar.

Bu hastalık kışkırtıcı bir niteliğe sahip olduğundan Nip/Tuck dizisi de konuyu esgeçmemişti. İlgili bölüm dizinin 3. sezonunun 7. bölümü. Yine bu konuyu işleyen bir film de bulunuyor, adı Quid Pro Quo ve fragmanı da burada. CSI: New York, Grey's Anatomy gibi diziler de konuyu işlemiş.

Konu ilginizi çektiyse Brang, McGeoch ve Ramachandran'ın konu hakkındaki makalesine buradan göz atabilirsiniz.

12 Kasım, 2010

218 - Öteki Sinema

Cuma, Kasım 12, 2010 Gönderen Berna Arslan , 1 yorum
Bir süredir sinemaya gitmedim ve çok özledim. Ama konum yeni bir film değil, "öteki sinema" adında bir internet sitesi. Site kendini "kötü film sevenler cemiyeti" olarak tanımlıyor ve burun kıvrılan eski Türk fantastik ve B filmlerini anıyor. 

Aynı zamanda B filmleri için kısa bir tarihçe hazırlamışlar ve dünya sinemasından da bahsediyorlar. Sitede en çok yer ayrılan bölüm ise bir zamanlar Türk sinemasını esir almış olan erotik filmler. 
Bu filmlere ait birçok afişi görebilir ve isimlerin çoğunun orjinalliğini takdir edebilirsiniz. Bu arada bir de Türk western türü varmış, ben o türde pek filme rastlamamıştım. Hatta yukarıdaki resimde gördüğünüz gibi Ret Kid'imiz bile var. 

Bunların dışında Türk aksiyon, tarihi ve fantastik filmlerinden ve arabesk etkisinden de bahsedilmiş.

Siteye göz atmak için buraya tıklayın.

07 Kasım, 2010

217 - Su, Elektrik, Doğalgaz Derken...

Son zamanlarda pek yazamamamın sebebini bir önceki yazımda belirtmiştim. Özetle son gelişmeler güzel, hızlı bir şekilde ev bulduk ve sıra kiracı olarak yapmamız gereken bazı işlere geldi. Daha önce kirada oturmadığımız için de bu konularda çok bilgili sayılmazdık ama öğrenmiş olduk. Ben de benim gibi deneyimsiz arkadaşlara öğrendiğim birkaç şeyden bahsetmek istedim, çünkü kendim de internetten araştırıp bu işleri yaptım.
Öncelikle kiracı olarak evin su, elektrik ve doğalgazını üzerinize almanız gerekiyor. Bunları yapmak için de ihtiyacınız olanlar işte şöyle:

Kira kontratı ve fotokopisi, nüfus cüzdanı fotokopisi ve tesisat/abone numarası (veya eski bir fatura). Ve tabii ki devletimiz bu işlemleri ücretsiz yapmayacağından bir miktar para. En büyük vurgunu su faturasından yedik, an itibariyle 128 lira istiyorlar. Doğalgaz için 51 lira istendi ve bu miktar faturaya yansıyacak. Ancak sanırım bu miktar merkezi kaloriferin varlığına göre değişiyor, yani siz gitmeden bir telefon edip sormayı ihmal etmeyin. Elektrik için ise 45 lira ödedik.

Bir de evin elektriğinin, bulunduğu semte değil başka bir semte bağlı olduğunu öğrendik. Böyle şeyler de olabiliyor, buna göre plan yapmaya çalışın. Her bir işlem için genel müdürlük veya şube müdürlüklerine gidebilirsiniz.

Gerekli bilgiler için kelimelerin üzerine tıklayın: Su, avrupa yakası elektrik, anadolu yakası elektrik ve doğalgaz. Kolay gelsin!

30 Ekim, 2010

216 - 80'lerde Çocuk Olmak Kitaplaştırıldı

Cumartesi, Ekim 30, 2010 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok
Sosyal paylaşım sitelerinde en çok paylaşılan yazılardan/videolardan biri de 80'lerde çocuk olmak üzerinedir, muhtemelen rastgelmişsinizdir. 80'lerde çocuk olanların o yıllara duydukları özlemi; o yılların çizgifilmlerini, teknolojilerini, müziklerini anarak yansıtmaları bir nevi.

Bir grup "80'li" işi daha ileriye taşımış ve "80'lerde Çocuk Olmak" adında bir kitap çıkarmışlar. Kitabı yayına hazırlayan Kadir Aydemir'in aklına bu fikir askerde nöbet tutarken gelmiş. Kitap, 3 yılda 89 yazar ile hazırlanmış. Bu arada Aydemir 1977 doğumlu.


Ben 80'lerde doğup, kendini bildiği çocukluğunu 90'larda geçirenlerdenim, ancak kitaptan alıntı yapılmış bazı maddelerin benim çocukluğum için de geçerli olduğunu görüyorum. O zamanlardan bahsedince benim aklıma gelenler daha çok müzik eksenli. Çelik, Burak Kut, Mustafa Sandal gibi Türk popçularının kasetlerini alıp dinlemek, tv'de Barış Manço, Tom-Jerry ve Pazar günleri Pazar 90, 91 vb. izlemek ve Parliament sinema kulübünün müziğine bayılmak, mr. bombastic gibi İngilizce şarkıların sözlerini uydurarak söylemek, her kızın bir lambada eteğinin olması vs. vs. İnsan bir düşünmeye başladı mı sonu yok tabii. Acaba 10 sene sonra da 2000'lerde çocuk olmak diye yazılar döner mi internette?

Kitap, Tüyap kitap fuarına yetişecekmiş buradaki yazıya göre, yani orada bulunması lazım şu sıralar istenirse.

25 Ekim, 2010

215 - Maymunlara Para Kavramını Öğretirseniz N'olur?

Bir önceki yazımda da bahsettiğim Superfreakonomics'i okumaya devam ediyorum. Kısa bir bölüm, çok ilginç bir deneyden bahsediyor. Ünlü iktisatçı Adam Smith'in bir fikrini eleştirerek yola çıkan bu araştırma hayvanların da para kavramını anlayabileceğini öne sürüyor.

Maymunlar ile yapılan bu deneyde öncelikle onlara para karşılığında sevdikleri yiyeceklerden alabilecekleri öğretiliyor. Böylece para kavramı biraz biraz yerleştiriliyor. Daha sonra fiyat değişikliği yapılıyor. Örneğin daha önce 1 bozuk paraya sevdiği yiyecekten 3 tane alabilen maymun, birdenbire aynı paraya 2 tane alabileceğini görüyor. Ve şaşırtıcı bir sonuç, maymunların mantıklı davrandığını, yani fiyatı düşen yiyecekten daha çok alırken, fiyatı artan yiyecekten daha az aldıklarını gösteriyor.

  
Bir gün ise deney yürütücüsü oldukça ilginç bir manzara ile karşılaşıyor. Erkek maymunlardan biri dişi maymunlardan birine bozuk parasını veriyor. Acaba bu bir iyilikseverlik belirtisi mi diye düşünmeye kalmadan dişi ve erkek maymun çiftleşiyor. Kısa bir süre sonra da dişi maymun gelip "kazandığı" parayla sevdiği yiyeceğini alıyor.

Para tüm kötülüklerin anasıdır da diyebiliriz herhalde burda =) Deney daha ileriye gitmiyor, çünkü paranın maymunların hayatına girmesinin onların toplumsal düzenlerini değiştireceği ve bunun etik olmayacağı düşünülüyor.

Dipnot: Keith Chen, Venkat Lakshminarayanan ve Laurie Santos, bu ve benzeri araştırmalarda adı geçen kişiler.

21 Ekim, 2010

214 - Fahişelik ve Ekonomi ile İlgili Birkaç Şey

Perşembe, Ekim 21, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , 2 yorum
Doğumgünü hediyesi olarak arkadaşımdan gelen çok değişik ve eğlenceli bir kitap okuyorum: Superfreakonomics. Yazarlar Levitt ve Dubner'ın Freakonomics'ten sonraki ikinci kitaplarıymış bu seriden. Kitap hayatın içinden konulara istatistik bilgilerle değiniyor ve bu konulara farklı bir gözle yaklaşmamızı sağlıyor.


Örneğin ABD istatistiklerine göre sarhoş bir şekilde eve yürüyerek dönerken ölme olasılığınız araba kullanırken ölme olasılığınızdan daha yüksekmiş. (Sarhoşken araba kullanın demiyorlar tabii ki, sonuçta hem kendiniz hem de etrafınız için zararlı olabilirsiniz.)

Kitabın bir kısmı da fahişeler üzerine. Bu ilginç kısımda birçok bilgi mevcut. Onlardan bir kısmını aktarmak istedim. Columbia Üniversitesi'nden bir sosyolog olan Venkatesh'in araştırmasından özellikle bahsedilmiş. Bu araştırmada 160'a yakın fahişeyle konuşulmuş ve 2200'den fazla cinsel ilişki üzerine bilgi alınmış. Peki amaç ne diyeceksiniz. Araştırma pek de dokunulmak istenmeyen "kirli" bölgelere el atmış bence. Müşteriler tarafından en çok istenen cinsel ilişki taleplerinden tutun da, bir "muhabbet tellalı" ile çalışan kadınların yalnız çalışanlara göre daha fazla kazanmasına kadar birçok bilgi var.

İlgili kısmın sonuna doğru ise ilginç bir hikaye geliyor karşımıza. Teksas'ta büyük bir ailede büyümüş Allie adında bir kız orduya katılmak üzere evi terk ediyor. Elektronik alanında eğitim alıyor ve navigasyon sistemleri konusunda Ar&Ge'de çalışıyor. 7 yıl sonra sivil hayata dönüyor ve dünyanın en büyük şirketlerinden birinde bilgisayar programcısı olarak çalışıyor. Gayet iyi bir maaşı var, ondan daha da çok para kazanan bir mortgage uzmanı ile evleniyor. Daha sonra evlilik sona eriyor, Teksas'a geri taşınıyor vs. İşleri oldukça yoğun ama o bu kadar fazla çalışmak istemiyor. Ve böylece tek kişilik bir işe girişiyor: Evet tahmin ettiniz, fahişelik.

Oldukça muhafazakar bir çevrede büyümüş, ancak ikinci boşanmasından sonra online randevu sitelerinde gezinirken sadece eğlencesine profiline eskort yazıyor. Bunun üzerine mail adresine mesajlar yağıyor ve mesaj atan erkeklerin birisi ile buluşmaya karar veriyor. Ve böylece "kariyerine" ilk adımını atıyor. Yazılım bilgisi sayesinde kendisine bir internet sitesi de kuruyor. Ve daha önce hayal edemediği paralar kazanmaya başlıyor, yılda 200.000 dolar kadar. Birkaç yıl içinde aldığı ücreti 500 dolara kadar çıkarıp 67% zam yapıyor, buna rağmen talepte bir azalma görülmüyor. 

Artık yavaş yavaş yaşı ilerleyen Allie bu mesleği bırakmaya karar veriyor. Emlakçılık lisansı ediniyor. Ancak bundan da vazgeçiyor ve üniversiteye dönmeye karar veriyor. Okuyacağı alan ise tabii ki ekonomi!

18 Ekim, 2010

213 - İyi Manzara Hastayı Erken Taburcu Ediyor

Pazartesi, Ekim 18, 2010 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok
Uzun zamandır yazamadım ve kendimi kötü hissediyorum. Birkaç ilginç bilgi de edindim bu arada. Bir tanesiyle başlıyorum.

1983'te yayımlanmış bir araştırmaya göre, ameliyattan çıkan hastalar eğer dışarıdaki manzarayı görecek bir odaya yerleştirilirlerse, tuğla bir duvarı gören odadaki hastalara göre daha kısa zaman içinde hastaneden taburcu oluyor, daha az dozda ağrı kesiciye gerek duyuyor ve kendilerini daha iyi hissediyorlar. 

Delaware Üniversitesi, Coğrafya Bölümü'nden bu araştırmayı yürüten Roger S. Ulrich, oldukça detaylı bir çalışma izlemiş ve birçok değişkeni kontrol altında tutmuş. Örneğin çalışmaya alınan tüm hastalar safrakesesi ameliyatı olmuş ve ameliyatlarda aynı yöntem kullanılmış. Araştırma 1972 - 1981 arasında ve 1 Mayıs ila 20 Ekim arasında yürütülmüş. Bu ayların tercih edilmesinin sebebi ağaçların çiçek açma mevsimi oluşu ve böylece pencereden görülen manzaranın göze hoş gelecek şekilde değişmesi.


20 yaşından küçük veya 69 yaşından büyük, ciddi komplikasyonları oluşmuş ve psikolojik rahatsızlık geçmişi bulunan hastalar araştırmaya katılmamış. Karşılaştırma yapabilmek için hastalar ikili gruplar halinde birbirleriyle eşlenmiş. Bu eşleme cinsiyet, yaş, sigara içip içmeme, obez veya normal kiloda olma, geçmiş hastane deneyimleri, ameliyat geçmişi ve hastanede bulundukları kat üzerinden yapılmış. Hatta duvar rengi bile hesaba katılmış.

Sonuçlar ise şöyle: Tuğla duvara bakan hastalar ortalama olarak 8.70 günde taburcu olurken, manzaralı odadaki hastalar ortalama olarak 7.96 günde taburcu olmuş. Yani neredeyse 1 gün fark görülmüş. Bunun yanında hemşirelerin hastalar hakkında aldıkları notlar incelenmiş ve manzaralı odada kalan hastalar hakkındaki notların daha olumlu olduğu gözlenmiş. Aynı şekilde bu hastalar, duvara bakan odadaki hastalara nazaran daha az ağrı kesici ve sakinleştiriciye ihtiyaç duymuş.

Kaynak: "View Through a Window May Influence Recovery from Surgery", Ulrich, R. S., Science, Vol. 224

13 Ekim, 2010

Film: Anneme Dokunma!

Çarşamba, Ekim 13, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , , yorum yok
Filmekimi'nden bir film izleme şansım oldu. Orjinal adı Cyrus olan film Türkçe'ye Anneme Dokunma! olarak uyarlanmış. Bir Amerikan komedi filmi olan Cyrus'ta çok iyi oyuncular yer alıyor. Oscar adayı John C. Reilly, Oscar ödüllü Marisa Tomei, Jonah Hill ve Oscar ödüllü Catherine Keener başrollerde. 

Konu kısaca şöyle: Eski karısı (Keener) yeni bir evlilik yapmak üzere olan, mutsuz, istediğini elde edememiş bir adam olan John (Reilly), bir partide güzel Molly (Tomei) ile tanışır. İlişkileri ilerlemeye başlar, ortaya Molly'nin Cyrus (Hill) adında bir oğlu olduğu ortaya çıkar. Başlarda annesinin arkadaşına oldukça yakın davranan Cyrus'ın gizli bir ajandasının olup olmadığı John'un kafasını kurcalamaya başlar.

Seyirciyi oldukça güldüren bir filmdi, oyunculuklar çok iyiydi. Fragmanı bu adresten izleyebilirsiniz. Filmin başlarındaki parti sahnesinde önemli bir anda çalan ünlü şarkı Don't You Want Me'yi de buradan dinleyin, biraz nostalji yapın.

10 Ekim, 2010

211 - Kısa Süreli E-Posta Adresleri

Pazar, Ekim 10, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , 1 yorum
Aradığınız bir dosyanın adresini buldunuz ancak bu adresi görmeniz için bir foruma üye olmanız gerekiyor diyelim. Sıklıkla kullandığınız e-posta adresinizi vermek istemiyor olabilirsiniz. Bu durumda yapabileceğiniz birkaç şey var. Ya kenarda yıllar önce aldığınız ama artık pek kullanmadığınız bir e-posta adresiniz vardır bunu kullanırsınız, ya istemeye istemeye sevdiğiniz adresinizi kullanırsınız veya benim de yeni öğrenmiş olduğum bir sistem ile kısa süreliğine geçerliliğini koruyan bir e-posta adresi edinirsiniz.


GuerrillaMail bu hizmeti veriyor. Bu siteden 60 dakikalığına geçerli olan rastgele veya tarafınızdan belirlenen bir adrese sahip olabiliyorsunuz. Bu süre içinde gelen postaları okuyup bunlara cevap yazabiliyorsunuz. Sitenin anasayfasında "Get temporary e-mail" bağlantısına tıklamanız yeterli. Benzer hizmeti 10 Minute Mail'den de edinebilirsiniz. Bu siteden 10 dakikalığına adres sahibi olabilirsiniz. Çeşitli forum ve sitelere geçici üyelik için birebir bir sistem. Şu adreste de tercih edebileceğiniz diğer benzer sistemler var.

08 Ekim, 2010

Hakkımda

Cuma, Ekim 08, 2010 Gönderen Berna Arslan 11 yorum
Bu bloga yazdığım ilk zamandan beri hakkımda bilgi vermeyi gerekli görmedim. Ancak ilgimi çeken bloglardaki yazıları okuduğumda yazarın profilini merak ettiğimi ve mevcutsa okuduğumu farkettim. Bunun üzerine -bugünün de doğumgünüm olmasını fırsat bilerek- hakkımda bir şeyler yazayım dedim.

Öncelikle bu blogu oluşturma fikri, çevremden duyduğum, araştırıp öğrendiğim, gazetede okuduğum, ilgimi çeken birçok bilgi kırıntısını bir süre sonra unuttuğumu düşünmem ve bunun önüne geçmek istememle başladı. Bu açıdan kendime bir faydam dokundu sanırım.

Bunun dışında bu bloga yazarak kendim hakkında da yeni bir şeyler keşfetmiş oldum. Yazdığım yazıların kategorileri, bana yıllar içinde ilgi alanlarımın değiştiğini gösteriyor. Örneğin eskiden sanat ve mitoloji ile daha çok ilgiliyken, şimdi psikoloji hakkında bilgi edinmek daha çok ilgimi çekiyor.

Çok kısaca hakkımda bilgi vermek gerekirse: 30'larımın başlarındayım, iyi bir okulda bana pek cazip gelmeyen bir mühendislik eğitimini tamamladıktan sonra, ilgilendiğim ve sevdiğim psikoloji alanında doktoramı tamamladım ve öğretim üyesi olarak çalışıyorum. Bilginin dünyadaki en değerli şeylerden biri olduğunu düşünüyorum ve buraya yazmak beni mutlu ediyor.

02 Ekim, 2010

207 - Psikoloji Kültürden Ne Kadar Bağımsızdır?

Cumartesi, Ekim 02, 2010 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok

İnsan kültüründen bağımsız şekilde bir kişiliğe sahip olabilir mi? Aynı şekilde kültür, insanların psikolojisinden bağımsız biçimde şekillenebilir mi? 

Son yıllarda kültür/antropoloji ve psikoloji alanında yapılan çalışmalar, bir alanın diğer alanla bağlantı kurmaması açısından eleştiriliyor. Psikoloji alanında birçok çalışmada, ABD'de bulunan lisans seviyesindeki öğrenciler denek/katılımcı olarak yer alıyor. Bu durum da bu topluluğun bir toplumu veya tüm insanlığı temsil edip edemeyeceği sorusunu akıllara getiriyor.

Yayımlanan bilimsel araştırmaların çoğu ABD ve Batı Avrupa'da yürütülüyor. Buradaki katılımcılar da Batı tipi eğitimden geçmiş ve Batı değerlerini benimseyen kişiler oluyorlar. Peki bu durum onların bilişsel yapılarını veya davranışlarını etkilemiyor mi?


Son zamanlarda yapılan bazı çalışmalar gösteriyor ki, yıllardır evrensel kabul edilen bazı davranışlar bile aslında öyle değil. Örneğin 70'lerde keşfedilen bilişsel önyargılar/eğilimlerden (cognitive bias) bir örnek verilebilir. Bu eğilimler bir nevi bizim "kısayollarımız". Mantık kurallarına uymasa da insan zekasının belki de kıvraklığını sağlayan, kısa yoldan düşünmesini sağlayan, ama hata yapmasına da izin veren sistemler. Bu eğilimler uzun bir listeden oluşuyor ve evrensel oldukları düşünülüyor. Ancak bir Maya halkı ile yapılan bir çalışma göstermiş ki bu eğilimlerin bir tipi (omission bias) bu kültürdeki insanlarda görülmüyor.

Psikolojik gibi biyolojik farklılıklar da farklı kültürlerin getirdiği olgulardan. Örneğin çıplak ayak koşan biri ile devamlı yastıklı spor ayakkabı ile koşan birinin ayak yapıları birbirinden farklı. Çıplak ayak koşan biri yere inerken önce ayağının ön kısmına inerken, spor ayakkabı ile koşan biri önce topuğunun üstüne iniyor. Bunun gibi başka biyolojik farklara da rastlamak mümkün.

Kısaca, ne kültür psikolojiden bağımsız olabilir ne de psikoloji kültürden.

28 Eylül, 2010

205 - Yapay Zeka Tam Olarak Nedir?

Salı, Eylül 28, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Yapay zeka ne yapar? İnsanın yaptıklarını mı taklit eder? İnsan gibi mi düşünmelidir?

Yapay zeka kavramı ortaya çıktığından beri ne zaman bir makinenin zeki kabul edileceği konusunda 4 farklı fikir ortaya atılmış. İlk fikir, bir bilgisayarın zeki olarak kabul edilmesi için insan gibi davranması gerektiği olmuş. Yani bu fikre göre bilgisayarın içinde çalışan program nasıl çalışırsa çalışsın, önemli olan bu işlemlerin sonucu. Ünlü bilgisayar bilimcisi Turing'in ilginç hayatından daha önceki bir yazımda bahsetmiştim. Bir bilgisayarın zeki olup olmadığına karar veren Turing testi ise şöyle: 
Bir kişi, biri insan biri de bilgisayar olan iki varlıkla bilgisayar aracılığı ile konuşuyor. Onlara çeşitli sorular soruyor ve aldığı cevaplara göre varlıkların insan veya bilgisayar olduklarına karar veriyor. Bu teste göre, eğer bilgisayar insan gibi algılanıyorsa o zaman bu durum bilgisayarın zeki olduğuna işaret ediyor.

Bundan farklı olan ikinci düşünce de bir makinenin zeki olabilmesi için insan gibi düşünmesi gerektiği. Ancak insanın nasıl düşündüğü olgusunu ilgilendiren bu fikir kısa zaman içinde Bilişsel Nörobilim ve Bilişsel Psikoloji alanlarının araştırma konularına dahil olmuş.


Üçüncü fikir, insandan uzaklaşıyor ve mantıklı (rational) düşünen bir makinenin zeki olduğu savunuluyor. Dördüncü fikir ise düşünmenin önemli olmadığını ve eğer bir makine mantıklı hareket ediyorsa o zaman zeki olacağını öne sürüyor. 

Yaklaşık son 20 yılda 4. fikir kabul görüyormuş. Yani sonuç şöyle: Nasıl işlediği önemli olmayan, ancak her durumda en mantıklı hareketi yapan makine, zeki olarak kabul görüyor. Mantıklı hareket ise amaca yönelik en iyi hareketi yapmak anlamına geliyor. Kısacası, yapay zeka ile insan zekası arasında pek benzerlik görülmüyor.

26 Eylül, 2010

204 - Aura

Pazar, Eylül 26, 2010 Gönderen Berna Arslan , , 1 yorum
Son yıllarda Batı kültüründe Doğu mistizminden ve kültüründen etkilenmek oldukça revaçta. Yoga, reiki, budizm ilgi gören kavramlar arasında. İlgi duyulanlardan biri de "aura" kavramı. Bu inanışa göre her insanı çevreleyen, aura adı verilen bir ışıma alanı var ve her insanın aurası farklı renkte. Aynı zamanda aura, kişiliğinize dair bilgi de veriyor.

Bu inanış birçok kültürde kendini gösteriyor, bunlar arasında İran, Hint, Budist kültürlerini sayabiliriz. Bundan şüphe duyanlara göre de aura görmek aslında birçok nedenden kaynaklanıyor olabilir. Bunların arasında sinestezi (bir duyu uyarıldığında birden fazla duyunun tepki vermesi; renklerin seslerini duymak gibi), görme sisteminde bozukluk, gözün yorulması, epilepsi vb. olabilir.

Televizyonda bu kavramı test etmek amacıyla iki program yayınlanmış. Bunların birinde aura okuyan bir kişinin karşısına, saydam olmayan bir paravanın arkasına vitrin mankeni ve insanlar oturtulmuş. Aura okuyucusu tüm paravanların arkasında insan olduğunu söyleyerek manken ve insanları birbirinden ayıramamış.

Bir başka programda ise okuyucunun karşısına tekrar bir paravan konmuş ve arkasında 5 kişi durmuş. Okuyucu bu kişilerin auralarını paravanın arkasından okuyabileceğini söylemiş. Daha sonra 5 kişi teker teker paravanın arkasından çıkmış ve okuyucudan bu kişilerin paravanın arkasında dururkenki yerlerini belirtmesi istenmiş. 5 kişiden ancak 2 kişinin yerini doğru bildirebilmiş.

ReikiTürk adlı sitenin aura renkleri hakkında dediklerine buradan ulaşabilirsiniz.

Bu kavrama inandığımı söyleyemeyeceğim, ancak eğer siz bu kavrama ilgi duyuyorsanız İngilizce bir kaynak burada, Türkçe olarak da yorumcu.com'un kaynağına buradan bakabilirsiniz.

203 - İstanbul'da Nerede Yenir / İstanbul Eats


12 yıldır İstanbul'u gezen iki yabancı kafadar şehrin kıyıda köşede kalmış yiyecek yerlerini keşfediyor ve bloglarında yayınlıyor. Aynı zamanda aynı isimde bir de kitap çıkarmışlar ve bu kitap yakında Türkçe'ye çevrilecek. Yazarlardan biri emlak ve restorasyon işinde, diğeriyse serbest çalışan bir gazeteci.
Kitap, mekanların bulundukları yerlere göre düzenlenmiş. Örneğin "eski şehir" (old city), "anadolu yakası ve adalar" gibi başlıklar altında yazarlar bu alanlarda beğendikleri mekanları sıralıyorlar. 

Daha önceki bir yazımda da bahsettiğim balık dürümü bu yazarlardan öğrenmiş ve denemiştim. İstanbul'da yaşayanlara da bir değişiklik olarak bu bloga/kitaba göz atmalarını tavsiye ederim.

22 Eylül, 2010

202 - Gelinlik Tipleri

Çarşamba, Eylül 22, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , 4 yorum
Düğünlerin en yoğun olduğu yaz dönemi ardımızda kaldı, yine de bu yazı, gelinlik arayışında olan hanımlara yardımcı olur diye düşünüyorum. İster düğün ister nikah yapılsın, birçok kadın için gelinlik, evlilik töreninin en önemli kısımlarından biri (belki de en önemlisi).
İnterneti araştırdığınızda neredeyse sonsuz çeşit gelinlik olduğunu görebilir, nereden başlayacağınızı, nasıl seçim yapacağınızı bilemeyebilirsiniz. Ancak gelinlik çeşitleri çok fazla olsa da, sadece birkaç tip gelinlik var. Bu tipleri aşağıda anlatacağım, aynı zamanda hangi vücut tipleri için uygun olduklarından da kısaca bahsedeceğim.

Kraliçe Tipi Gelinlik
Göğüs altından bollaşan bu gelinlik tipinin etek kısmı dar veya genişleyerek inebilir.
Kısa boylu, kalın belli iseniz bu model fazlalıkları örtecektir. Kalçalarınız omuzlarınızdan daha geniş ise, yani armut tipli vücuda sahipseniz, bu model sizi olduğunuzdan şişman gösterecektir. Aynı zamanda hamile gelinler için de tercih edilebilecek bir model. 
 
A-tipi Gelinlik
Bu çoğu geline yakışacak bir model. Kalçaları omuzlarından geniş olan hanımlar belden bollaşan bu tip modelleri tercih edebilirler. Benzer şekilde omuzları kalçalarından geniş olan hanımlar için de oldukça uygun bir modeldir. Büyük göğüslü iseniz, v yaka ile bu modeli kullanabilirsiniz.

Balo Tipi Gelinlik
En çok tercih edilen ve birçok gelin adayının rüyalarını süsleyen gelinlik modellerinden birine geldi sıra. Kum saati tipli bir vücuda, ince bir bele sahipseniz, bu tip gelinlik size yakışacaktır. Kalçalarınız omuzlarınızdan daha genişse yine bu tip gelinliği straplez yaka ile tercih edebilirsiniz. Minyon bir yapıya sahipseniz bu model gelinlik, üzerinizde baskın duracağından pek tavsiye edilmiyor.

Denizkızı Tipi Gelinlik
Bu tip gelinlik, vücut hatlarını belirgin bir şekilde ortaya çıkardığından; zayıf, uzun ve orantılı vücutlar için öneriliyor. Minyon, kalın belli veya ters armut şeklinde bir vücut yapınız varsa tavsiye edilmiyor.
 
Tüp Tipi Gelinlik
Zayıf bir vücuda sahipseniz ve/veya uzun boyluysanız tercih edebileceğiniz bir model. Minyon ve orantılı bir vücuda sahipseniz yine bu modeli tercih edebilirsiniz. Armut tipli bir vücuda sahipseniz bu model kalçalarınızı geniş göstereceğinden sizin için uygun olmayabilir.

20 Eylül, 2010

201 - Emniyet Kemeri

Pazartesi, Eylül 20, 2010 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok

Günümüzde arabalarda kullanılan emniyet kemerleri 3 noktadan sabitleniyor. Bu tip kemer ilk kez Volvo'nun PV 544 modelinde bir alıcı için 1959 yılında kullanılmış. Daha sonra aynı markanın 122 adlı modelinde kemer standart hale getirilmiş.
Bu tip kemer İsveçli Nils Bohlin tarafından geliştirilmiş. İlk zamanlarda insanlar emniyet kemerini kullanmaya pek yanaşmasalar da, kanunların ve cezaların devreye girmesiyle  hem kullanım artmış hem de kazalara bağlı can kaybı azalmış.

18 Eylül, 2010

200 - Polimer Kil Zararlı mı?

Cumartesi, Eylül 18, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , , , 17 yorum
Öncelikle polimer kil de ne diye merak edenler varsa biraz bahsedeyim. Polimer kil, şekil verebileceğiniz ve böylece birçok şey meydana getirebileceğiniz bir materyal. İş sizin yaratıcılığınıza kalmış. Sevimli minyatürler yapabilir, mumluklarınızı, cam eşyalarınızı dekore edebilir, hatta takılar yapabilirsiniz.

Bu işle ben de düzenli olmasa da bir süredir ilgileniyorum. Renk renk polimer kil çeşitleri piyasada bulunuyor. Hatta ışık geçirenleri de var. Örneğin üst resimdeki gibi bir mumluğu bu tip ürünle kapladığınızda mum yanınca ışık dışarıya çıkabiliyor. Şekil verdikten sonra 30 dakika kadar fırında tutup katılaşmasını sağlıyorsunuz. Daha sonra üzerine isterseniz vernik sürebilirsiniz. Aynı şekilde akrilik boya ile de bazı kısımları boyayabilirsiniz. Bir önceki yazıda ilk gördüğünüz fotoğraftaki şirin çift de polimer kil ürünü.
İnternetteki bir örnekten esinlenerek yaptığım kuzu ve yanındaki sevimli yumurta

Buraya kadar her şey güzel, ancak polimer kilin sağlığa zararlı olup olmadığı konusunda da çeşitli fikirler var. Boston'daki Arts & Crafts Materials Institute bu konuda bir araştırma yapmış ve önde gelen polimer kil markalarının (muhtemelen örneğin fimo markası) sağlık standartları ile uyumlu olduğunu açıklamış. 2002'de Vermont Public Interest Research Group, Inc adlı çevreci bir grup ise yaptığı çalışma sonucu potansiyel tehlikelerin olabileceğini açıklamış. Merak edilen noktalar ise şunlar:
  1. Polimer kil yemek pişirmek için kullandığımız fırında pişirilmeli mi?
  2. Pişirmek için üzerine koyduğumuz veya şekillendirirken/keserken kullandığımız materyalleri yemek yerken de kullanabilir miyiz?
Okuduğuma göre devamlı olarak bu işle uğraşacaksanız 2. bir fırın almayı düşünebilirsiniz. Çünkü yemek yapacağınız fırında pişiriyorsanız fırını düzenli olarak temizlemeniz gerekiyor.  
Kuş besleyenler için önemli bilgi: Fırında pişme işlemi sürerken çıkan duman kuşlar için zehirli olabilir. Dikkatli olun!

2. sorunun cevabı da benzer şekilde. Bu iş için kullanacağınız aletler yemek için kullanacaklarınızdan farklı olsa iyi olur.
Eğer bu işle ilgilenmeyi düşünürseniz çeşitli kırtasiyelerden veya internet üzerinden polimer kili satın alabilirsiniz. Çiçek desenlerinden oluşan ve genelde bir objeyi kaplamaya veya takı yapmaya yarayan millefiori tekniğini öğrenmek isterseniz şu videodan fikir alabilirsiniz. Aynı teknikle kaplanmış bir ahşap tepsi için buradaki videoyu izleyebilirsiniz. 

Aynı zamanda aşağıda gördüğünüz makarna yapma makinesi, değişik renkteki killeri karıştırmak veya ince bir tabaka oluşturmak için faydalı olacaktır. Maket bıçağı olmazsa olmaz bir alet. Bunun dışında düzlemek için merdane gibi bir alet var, bunu alabilirsiniz. İlham almak için etsy'e göz atın derim.

Kaynaklar: 
  1. Is Polymer Clay Toxic? http://www.bellaonline.com/articles/art33912.asp
  2. Polymer Clay Safety http://www.polymerclaycentral.com/cyclopedia/pc_safety_th.html

199 - Nikah Şekeriniz Güzel Bir Süs Olmanın Ötesine Geçsin

Cumartesi, Eylül 18, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , 1 yorum
Nikah şekeri evlenenler için bir gelenek. Yıllar içinde seçenekler çoğaldıkça nikah şekerleri de değişti. Eskiden genelde içinde badem olan süslü bir kutuyken, bugünlerde daha çok lavanta barındıyor. Veya çiftin zevkine bağlı olarak tamamen farklı bir hal de alabiliyor: örneğin mumluk şekline giriyor.

Genelde aileler için bu tür gelenekleri sürdürmek önemli. Ancak şimdiye kadar aldığınız nikah şekerlerini ne yaptığınızı bir düşünün. En iyi halde vitrine koydunuz ara sıra dönüp baktınız. Veya bir çekmecede unutuldular. Tamamen kaybolmuş veya çöpe gitmiş bile olabilirler. Oysa nikah şekerinizi faydalı hale getirebilirsiniz.

TEMA, Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı gibi vakıflar nikah şekeri hazırlıyor. Daha doğrusu kendi amaçları doğrultusunda bir miktar bağışta bulunmanızı ve davetlilerinize bu yardımı anlatan küçük bir anı vermenizi sağlıyorlar.

Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı internet sitesinde 3 seçenek sunuyor, ancak ben katıldığım bir nikahta küçük bir not defteri şeklinde farklı bir alternatif de görmüştüm. Bu yüzden iletişime geçmekte fayda var. Bu seçenekler ve güncel ücretleri ise şöyle:

5x15 boyutlarında, 2 farklı renk, 1.25 tl










5.8x6.3 boyutlarında, zarfıyla birlikte, 1.75 tl







7.5x3.5 boyutlarında, koyu mavi mum, 1.5 tl










ÇEKÜL'e (Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı) bağışta bulunmak isterseniz, "7 Ağaç Ormanları"nda bir koru oluşturulmasına yardım edebilirsiniz. 7 ağaç bedeli 35 tl imiş. Örneğin 150 kişilik bir düğününüz/nikahınız var diyelim. 70 fidanlık koru 350 tl'ye geliyor. Geri kalan 80 kişi için kişi başı 50 kuruşluk kart hazırlanıyor, yani 40 tl de buradan ilave. Toplamda 390 liraya geliyor. Hazırlanan kartları aşağıda görebilirsiniz.
Kartların ebatları 12X16 cm.

Nikah şekeri kampanyası yürüten bir diğer vakıf da TEMA. Sitelerinden gerekli bilgiyi kopyalıyorum:

"Fidan bağışlarınız Çevre ve Orman Bakanlığınca TEMA Vakfı’na tahsis edilen ağaçlandırma sahalarına dikilmektedir. Her saha için bir fidan bedeli 5,00 YTL'dir. En az 5 fidanlık bağışlarınız için 1 adet sertifika verilebilmektedir.

Bağışlarınızı,
  • Dilersiniz Kredi Kartınızla Online Fidan Bağışı Formunu doldurabilir,
  • İstanbul Levent’te bulunan Vakıf Merkezi’mize gelerek bağışta bulunabilirsiniz.
Nikah Törenleri için nikah şekeri yerine sertifika çalışmamız bulunmaktadır. Fidan ve meşe olarak iki ayrı kampanya şeklindedir.
TEMA Vakfı 0212 283 78 16 numaralı telefondan doğrudan Ahmet GÜN Beyle iletişime geçebilirsiniz. (dahili 185)"

Aynı şekilde Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) de benzer bir kampanya yürütüyor. Aşağıda bir örneğini görebilirsiniz. Ücret ve alternatifler için iletişime geçmek gerekli.
WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) de bu konuda seçenekler sunuyor. Bir örnek aşağıda yer alıyor. Ayrıntılı bilgi ve sipariş için (0212) 528 20 30'dan veya piman@wwf.org.tr adresinden Pınar İman ile temas kurabilirsiniz. 

Öğrendiğim kadarıyla LÖSEV ve Bizim Lösemili Çocuklar Vakfı da bağışlarınızı bu şekilde kabul ediyor.

Dipnot: İlk fotoğraf bir pasta üstü süsü ve kaynağı burada.