30 Ekim, 2010

216 - 80'lerde Çocuk Olmak Kitaplaştırıldı

Cumartesi, Ekim 30, 2010 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok
Sosyal paylaşım sitelerinde en çok paylaşılan yazılardan/videolardan biri de 80'lerde çocuk olmak üzerinedir, muhtemelen rastgelmişsinizdir. 80'lerde çocuk olanların o yıllara duydukları özlemi; o yılların çizgifilmlerini, teknolojilerini, müziklerini anarak yansıtmaları bir nevi.

Bir grup "80'li" işi daha ileriye taşımış ve "80'lerde Çocuk Olmak" adında bir kitap çıkarmışlar. Kitabı yayına hazırlayan Kadir Aydemir'in aklına bu fikir askerde nöbet tutarken gelmiş. Kitap, 3 yılda 89 yazar ile hazırlanmış. Bu arada Aydemir 1977 doğumlu.


Ben 80'lerde doğup, kendini bildiği çocukluğunu 90'larda geçirenlerdenim, ancak kitaptan alıntı yapılmış bazı maddelerin benim çocukluğum için de geçerli olduğunu görüyorum. O zamanlardan bahsedince benim aklıma gelenler daha çok müzik eksenli. Çelik, Burak Kut, Mustafa Sandal gibi Türk popçularının kasetlerini alıp dinlemek, tv'de Barış Manço, Tom-Jerry ve Pazar günleri Pazar 90, 91 vb. izlemek ve Parliament sinema kulübünün müziğine bayılmak, mr. bombastic gibi İngilizce şarkıların sözlerini uydurarak söylemek, her kızın bir lambada eteğinin olması vs. vs. İnsan bir düşünmeye başladı mı sonu yok tabii. Acaba 10 sene sonra da 2000'lerde çocuk olmak diye yazılar döner mi internette?

Kitap, Tüyap kitap fuarına yetişecekmiş buradaki yazıya göre, yani orada bulunması lazım şu sıralar istenirse.

25 Ekim, 2010

215 - Maymunlara Para Kavramını Öğretirseniz N'olur?

Bir önceki yazımda da bahsettiğim Superfreakonomics'i okumaya devam ediyorum. Kısa bir bölüm, çok ilginç bir deneyden bahsediyor. Ünlü iktisatçı Adam Smith'in bir fikrini eleştirerek yola çıkan bu araştırma hayvanların da para kavramını anlayabileceğini öne sürüyor.

Maymunlar ile yapılan bu deneyde öncelikle onlara para karşılığında sevdikleri yiyeceklerden alabilecekleri öğretiliyor. Böylece para kavramı biraz biraz yerleştiriliyor. Daha sonra fiyat değişikliği yapılıyor. Örneğin daha önce 1 bozuk paraya sevdiği yiyecekten 3 tane alabilen maymun, birdenbire aynı paraya 2 tane alabileceğini görüyor. Ve şaşırtıcı bir sonuç, maymunların mantıklı davrandığını, yani fiyatı düşen yiyecekten daha çok alırken, fiyatı artan yiyecekten daha az aldıklarını gösteriyor.

  
Bir gün ise deney yürütücüsü oldukça ilginç bir manzara ile karşılaşıyor. Erkek maymunlardan biri dişi maymunlardan birine bozuk parasını veriyor. Acaba bu bir iyilikseverlik belirtisi mi diye düşünmeye kalmadan dişi ve erkek maymun çiftleşiyor. Kısa bir süre sonra da dişi maymun gelip "kazandığı" parayla sevdiği yiyeceğini alıyor.

Para tüm kötülüklerin anasıdır da diyebiliriz herhalde burda =) Deney daha ileriye gitmiyor, çünkü paranın maymunların hayatına girmesinin onların toplumsal düzenlerini değiştireceği ve bunun etik olmayacağı düşünülüyor.

Dipnot: Keith Chen, Venkat Lakshminarayanan ve Laurie Santos, bu ve benzeri araştırmalarda adı geçen kişiler.

21 Ekim, 2010

214 - Fahişelik ve Ekonomi ile İlgili Birkaç Şey

Perşembe, Ekim 21, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , 2 yorum
Doğumgünü hediyesi olarak arkadaşımdan gelen çok değişik ve eğlenceli bir kitap okuyorum: Superfreakonomics. Yazarlar Levitt ve Dubner'ın Freakonomics'ten sonraki ikinci kitaplarıymış bu seriden. Kitap hayatın içinden konulara istatistik bilgilerle değiniyor ve bu konulara farklı bir gözle yaklaşmamızı sağlıyor.


Örneğin ABD istatistiklerine göre sarhoş bir şekilde eve yürüyerek dönerken ölme olasılığınız araba kullanırken ölme olasılığınızdan daha yüksekmiş. (Sarhoşken araba kullanın demiyorlar tabii ki, sonuçta hem kendiniz hem de etrafınız için zararlı olabilirsiniz.)

Kitabın bir kısmı da fahişeler üzerine. Bu ilginç kısımda birçok bilgi mevcut. Onlardan bir kısmını aktarmak istedim. Columbia Üniversitesi'nden bir sosyolog olan Venkatesh'in araştırmasından özellikle bahsedilmiş. Bu araştırmada 160'a yakın fahişeyle konuşulmuş ve 2200'den fazla cinsel ilişki üzerine bilgi alınmış. Peki amaç ne diyeceksiniz. Araştırma pek de dokunulmak istenmeyen "kirli" bölgelere el atmış bence. Müşteriler tarafından en çok istenen cinsel ilişki taleplerinden tutun da, bir "muhabbet tellalı" ile çalışan kadınların yalnız çalışanlara göre daha fazla kazanmasına kadar birçok bilgi var.

İlgili kısmın sonuna doğru ise ilginç bir hikaye geliyor karşımıza. Teksas'ta büyük bir ailede büyümüş Allie adında bir kız orduya katılmak üzere evi terk ediyor. Elektronik alanında eğitim alıyor ve navigasyon sistemleri konusunda Ar&Ge'de çalışıyor. 7 yıl sonra sivil hayata dönüyor ve dünyanın en büyük şirketlerinden birinde bilgisayar programcısı olarak çalışıyor. Gayet iyi bir maaşı var, ondan daha da çok para kazanan bir mortgage uzmanı ile evleniyor. Daha sonra evlilik sona eriyor, Teksas'a geri taşınıyor vs. İşleri oldukça yoğun ama o bu kadar fazla çalışmak istemiyor. Ve böylece tek kişilik bir işe girişiyor: Evet tahmin ettiniz, fahişelik.

Oldukça muhafazakar bir çevrede büyümüş, ancak ikinci boşanmasından sonra online randevu sitelerinde gezinirken sadece eğlencesine profiline eskort yazıyor. Bunun üzerine mail adresine mesajlar yağıyor ve mesaj atan erkeklerin birisi ile buluşmaya karar veriyor. Ve böylece "kariyerine" ilk adımını atıyor. Yazılım bilgisi sayesinde kendisine bir internet sitesi de kuruyor. Ve daha önce hayal edemediği paralar kazanmaya başlıyor, yılda 200.000 dolar kadar. Birkaç yıl içinde aldığı ücreti 500 dolara kadar çıkarıp 67% zam yapıyor, buna rağmen talepte bir azalma görülmüyor. 

Artık yavaş yavaş yaşı ilerleyen Allie bu mesleği bırakmaya karar veriyor. Emlakçılık lisansı ediniyor. Ancak bundan da vazgeçiyor ve üniversiteye dönmeye karar veriyor. Okuyacağı alan ise tabii ki ekonomi!

18 Ekim, 2010

213 - İyi Manzara Hastayı Erken Taburcu Ediyor

Pazartesi, Ekim 18, 2010 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok
Uzun zamandır yazamadım ve kendimi kötü hissediyorum. Birkaç ilginç bilgi de edindim bu arada. Bir tanesiyle başlıyorum.

1983'te yayımlanmış bir araştırmaya göre, ameliyattan çıkan hastalar eğer dışarıdaki manzarayı görecek bir odaya yerleştirilirlerse, tuğla bir duvarı gören odadaki hastalara göre daha kısa zaman içinde hastaneden taburcu oluyor, daha az dozda ağrı kesiciye gerek duyuyor ve kendilerini daha iyi hissediyorlar. 

Delaware Üniversitesi, Coğrafya Bölümü'nden bu araştırmayı yürüten Roger S. Ulrich, oldukça detaylı bir çalışma izlemiş ve birçok değişkeni kontrol altında tutmuş. Örneğin çalışmaya alınan tüm hastalar safrakesesi ameliyatı olmuş ve ameliyatlarda aynı yöntem kullanılmış. Araştırma 1972 - 1981 arasında ve 1 Mayıs ila 20 Ekim arasında yürütülmüş. Bu ayların tercih edilmesinin sebebi ağaçların çiçek açma mevsimi oluşu ve böylece pencereden görülen manzaranın göze hoş gelecek şekilde değişmesi.


20 yaşından küçük veya 69 yaşından büyük, ciddi komplikasyonları oluşmuş ve psikolojik rahatsızlık geçmişi bulunan hastalar araştırmaya katılmamış. Karşılaştırma yapabilmek için hastalar ikili gruplar halinde birbirleriyle eşlenmiş. Bu eşleme cinsiyet, yaş, sigara içip içmeme, obez veya normal kiloda olma, geçmiş hastane deneyimleri, ameliyat geçmişi ve hastanede bulundukları kat üzerinden yapılmış. Hatta duvar rengi bile hesaba katılmış.

Sonuçlar ise şöyle: Tuğla duvara bakan hastalar ortalama olarak 8.70 günde taburcu olurken, manzaralı odadaki hastalar ortalama olarak 7.96 günde taburcu olmuş. Yani neredeyse 1 gün fark görülmüş. Bunun yanında hemşirelerin hastalar hakkında aldıkları notlar incelenmiş ve manzaralı odada kalan hastalar hakkındaki notların daha olumlu olduğu gözlenmiş. Aynı şekilde bu hastalar, duvara bakan odadaki hastalara nazaran daha az ağrı kesici ve sakinleştiriciye ihtiyaç duymuş.

Kaynak: "View Through a Window May Influence Recovery from Surgery", Ulrich, R. S., Science, Vol. 224

13 Ekim, 2010

Film: Anneme Dokunma!

Çarşamba, Ekim 13, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , , yorum yok
Filmekimi'nden bir film izleme şansım oldu. Orjinal adı Cyrus olan film Türkçe'ye Anneme Dokunma! olarak uyarlanmış. Bir Amerikan komedi filmi olan Cyrus'ta çok iyi oyuncular yer alıyor. Oscar adayı John C. Reilly, Oscar ödüllü Marisa Tomei, Jonah Hill ve Oscar ödüllü Catherine Keener başrollerde. 

Konu kısaca şöyle: Eski karısı (Keener) yeni bir evlilik yapmak üzere olan, mutsuz, istediğini elde edememiş bir adam olan John (Reilly), bir partide güzel Molly (Tomei) ile tanışır. İlişkileri ilerlemeye başlar, ortaya Molly'nin Cyrus (Hill) adında bir oğlu olduğu ortaya çıkar. Başlarda annesinin arkadaşına oldukça yakın davranan Cyrus'ın gizli bir ajandasının olup olmadığı John'un kafasını kurcalamaya başlar.

Seyirciyi oldukça güldüren bir filmdi, oyunculuklar çok iyiydi. Fragmanı bu adresten izleyebilirsiniz. Filmin başlarındaki parti sahnesinde önemli bir anda çalan ünlü şarkı Don't You Want Me'yi de buradan dinleyin, biraz nostalji yapın.

10 Ekim, 2010

211 - Kısa Süreli E-Posta Adresleri

Pazar, Ekim 10, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , 1 yorum
Aradığınız bir dosyanın adresini buldunuz ancak bu adresi görmeniz için bir foruma üye olmanız gerekiyor diyelim. Sıklıkla kullandığınız e-posta adresinizi vermek istemiyor olabilirsiniz. Bu durumda yapabileceğiniz birkaç şey var. Ya kenarda yıllar önce aldığınız ama artık pek kullanmadığınız bir e-posta adresiniz vardır bunu kullanırsınız, ya istemeye istemeye sevdiğiniz adresinizi kullanırsınız veya benim de yeni öğrenmiş olduğum bir sistem ile kısa süreliğine geçerliliğini koruyan bir e-posta adresi edinirsiniz.


GuerrillaMail bu hizmeti veriyor. Bu siteden 60 dakikalığına geçerli olan rastgele veya tarafınızdan belirlenen bir adrese sahip olabiliyorsunuz. Bu süre içinde gelen postaları okuyup bunlara cevap yazabiliyorsunuz. Sitenin anasayfasında "Get temporary e-mail" bağlantısına tıklamanız yeterli. Benzer hizmeti 10 Minute Mail'den de edinebilirsiniz. Bu siteden 10 dakikalığına adres sahibi olabilirsiniz. Çeşitli forum ve sitelere geçici üyelik için birebir bir sistem. Şu adreste de tercih edebileceğiniz diğer benzer sistemler var.

08 Ekim, 2010

Hakkımda

Cuma, Ekim 08, 2010 Gönderen Berna Arslan 11 yorum
Bu bloga yazdığım ilk zamandan beri hakkımda bilgi vermeyi gerekli görmedim. Ancak ilgimi çeken bloglardaki yazıları okuduğumda yazarın profilini merak ettiğimi ve mevcutsa okuduğumu farkettim. Bunun üzerine -bugünün de doğumgünüm olmasını fırsat bilerek- hakkımda bir şeyler yazayım dedim.

Öncelikle bu blogu oluşturma fikri, çevremden duyduğum, araştırıp öğrendiğim, gazetede okuduğum, ilgimi çeken birçok bilgi kırıntısını bir süre sonra unuttuğumu düşünmem ve bunun önüne geçmek istememle başladı. Bu açıdan kendime bir faydam dokundu sanırım.

Bunun dışında bu bloga yazarak kendim hakkında da yeni bir şeyler keşfetmiş oldum. Yazdığım yazıların kategorileri, bana yıllar içinde ilgi alanlarımın değiştiğini gösteriyor. Örneğin eskiden sanat ve mitoloji ile daha çok ilgiliyken, şimdi psikoloji hakkında bilgi edinmek daha çok ilgimi çekiyor.

Çok kısaca hakkımda bilgi vermek gerekirse: 30'larımın başlarındayım, iyi bir okulda bana pek cazip gelmeyen bir mühendislik eğitimini tamamladıktan sonra, ilgilendiğim ve sevdiğim psikoloji alanında doktoramı tamamladım ve öğretim üyesi olarak çalışıyorum. Bilginin dünyadaki en değerli şeylerden biri olduğunu düşünüyorum ve buraya yazmak beni mutlu ediyor.

02 Ekim, 2010

207 - Psikoloji Kültürden Ne Kadar Bağımsızdır?

Cumartesi, Ekim 02, 2010 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok

İnsan kültüründen bağımsız şekilde bir kişiliğe sahip olabilir mi? Aynı şekilde kültür, insanların psikolojisinden bağımsız biçimde şekillenebilir mi? 

Son yıllarda kültür/antropoloji ve psikoloji alanında yapılan çalışmalar, bir alanın diğer alanla bağlantı kurmaması açısından eleştiriliyor. Psikoloji alanında birçok çalışmada, ABD'de bulunan lisans seviyesindeki öğrenciler denek/katılımcı olarak yer alıyor. Bu durum da bu topluluğun bir toplumu veya tüm insanlığı temsil edip edemeyeceği sorusunu akıllara getiriyor.

Yayımlanan bilimsel araştırmaların çoğu ABD ve Batı Avrupa'da yürütülüyor. Buradaki katılımcılar da Batı tipi eğitimden geçmiş ve Batı değerlerini benimseyen kişiler oluyorlar. Peki bu durum onların bilişsel yapılarını veya davranışlarını etkilemiyor mi?


Son zamanlarda yapılan bazı çalışmalar gösteriyor ki, yıllardır evrensel kabul edilen bazı davranışlar bile aslında öyle değil. Örneğin 70'lerde keşfedilen bilişsel önyargılar/eğilimlerden (cognitive bias) bir örnek verilebilir. Bu eğilimler bir nevi bizim "kısayollarımız". Mantık kurallarına uymasa da insan zekasının belki de kıvraklığını sağlayan, kısa yoldan düşünmesini sağlayan, ama hata yapmasına da izin veren sistemler. Bu eğilimler uzun bir listeden oluşuyor ve evrensel oldukları düşünülüyor. Ancak bir Maya halkı ile yapılan bir çalışma göstermiş ki bu eğilimlerin bir tipi (omission bias) bu kültürdeki insanlarda görülmüyor.

Psikolojik gibi biyolojik farklılıklar da farklı kültürlerin getirdiği olgulardan. Örneğin çıplak ayak koşan biri ile devamlı yastıklı spor ayakkabı ile koşan birinin ayak yapıları birbirinden farklı. Çıplak ayak koşan biri yere inerken önce ayağının ön kısmına inerken, spor ayakkabı ile koşan biri önce topuğunun üstüne iniyor. Bunun gibi başka biyolojik farklara da rastlamak mümkün.

Kısaca, ne kültür psikolojiden bağımsız olabilir ne de psikoloji kültürden.