30 Haziran, 2010

171 - İstanbul'da Kelebek Artışı

Çarşamba, Haziran 30, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
İstanbul'da yaşayanlar sokakta yürürken normalde pek rastlanmayan kelebeklere rastlamış olabilirler. Ben de rastlamıştım ancak bir anlam kondurmamıştım. Okuduğuma göre kelebek sayısı ciddi şekilde artmış ve bazı vatandaşlar bunu deprem veya kuraklık belirtisi olarak değerlendirerek korkmaya başlamış bile. 

İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi'nden bir biliminsanı olan Prof. Dr. Erdal Selmi konuyu değerlendirmiş. 8-10 yılda bir kelebekler normal çoğalmalarının yüzlerce katı daha fazla çoğalıyormuş. Başka bir profesör ise durumun normal olduğunu, kahverengi erkek kelebeklerin uçarak beyazımsı bir renge sahip olan dişi kelebekleri aradıklarını belirtmiş.

25 Haziran, 2010

169 - Facebook Photozoom, Daha Hızlı Gezinin

Oldukça faydalı bir eklenti öğrendim, adı Facebook Photozoom. Facebook sayfalarında gezinirken merak ettiğiniz fotoğrafları açmadan sadece üzerinde durduğunuzda büyüterek fotoğrafın bulunduğu sayfaya gitme gerekliliğini ortadan kaldırıyor. Böylece daha hızlıca sayfalarda gezinebiliyorsunuz. Aşağıdaki resimde eklentinin nasıl çalıştığını görebilirsiniz. Sağ üst köşedeki resmin üzerinde durulduğundan resim büyümüş durumda. 

Eklenti Mozilla Firefox için buradan, Google Chrome için de buradan indirilebilir.

23 Haziran, 2010

168 - Mamihlapinatapai - En Az ve Öz Kelime

Çarşamba, Haziran 23, 2010 Gönderen Berna Arslan , yorum yok

Kıpkısa bir bilgi: Guiness Rekorlar Kitabı'na en az ve öz kelime olarak giren bir kelime başlıktaki: Mamihlapinatapai. Yaghan dilinden bir kelimeymiş. Başka bir dile çevrilmesi en zor olan kelimelerden biri olduğu söyleniyor. Türkçe'ye çevirmeye çalışalım: İki tarafın da istediği, ancak içten içe karşı tarafın başlatmasını istediği bir olayda iki tarafın paylaştığı bakış.

167 - Türkiye İş Bankası Müzesi

Çarşamba, Haziran 23, 2010 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok

Eminönü'nde yer alan Türkiye İş Bankası Müzesi'ni gezdim. Girişi ücretsiz olan müzede bankanın tarihine ait ilginç ayrıntılar var. Ünlü İş Bankası kumbaralarını, eski afiş ve kampanyaları, hesap makinesi ve bilgisayarları ve ünlü oyuncuların yer aldığı eski reklam filmlerini görebilirsiniz. Örneğin, aşağıdaki resim 1949'da kadınlara yönelik düzenlenmiş bir ikramiye çekilişi. Ankara ve İstanbul'da kurulmuş banka binalarının modellerini inceleyebilir, eskiden banka binasının içinin nasıl olduğunu da gerçek boyutta odaların içini gezerek görebilirsiniz. 

En güzel detaylardan biri de aşağıdaki kasa dairesi. Burada paranızın sahteliğini kontrol edebilirsiniz. Örneğin 5 liralık banknotunuzu ultraviyole ışığına tuttuğunuzda üzerinde kocaman kırmızı harflerle 5 TL yazısı belirmeli. Müzede, aynı zamanda İş Bankası yayınlarından çıkan kitapların bulunduğu bir de kitapçı var. Müzenin internet sitesine de buradan ulaşabilirsiniz.

17 Haziran, 2010

165 - K.O.

Perşembe, Haziran 17, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Bilgisayar oyunları konusunda zevkim 80'lerde kaldığından Street Fighter, Pacman vb. oyunları severim. Street Fighter'da bir dövüşçü diğerini yendiğinde ekranda K.O. yazısı belirir. 
Önceleri ko diye okunan Japonca bir sözcük sanıyordum. Bugün, KO'yu Kodummu Oturtturum'un baş harfleri olarak kullanmış bir t-shirt görüp biraz araştırınca knockout yani nakavtın kısaltılması olduğunu öğrendim.

Dipnot: Street Fighter'a katılan Türk dövüşçü Hakan için şu yazıya göz atabilirsiniz.

15 Haziran, 2010

164 - Amerikalıların Ay'a inişi sahte mi?

Salı, Haziran 15, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , 4 yorum
20 Temmuz 1969'da Neil Armstrong kendisi için küçük, ama insanlık için büyük olan adımını attı ve Ay'da yürüyen ilk insan oldu. Ancak seneler boyunca bunun gerçekliği sorgulandı. Birçok kişi, Ay'a inişin ABD tarafından tasarlanmış bir proje olduğunu iddia ediyor. Bunun için de dayanılan birtakım teoriler var. Bu teorilerin incelendiği bir program izledim. Bahsettiğim program Discovery Channel'da yayınlanan Myth Busters, yani Efsane Avcıları.

Öncelikle Ay'a inişi reddedenlerin dayandıkları teorilerden bahsedelim:

1. Astronotun Ay yüzeyine diktiği Amerikan bayrağı rüzgar varmış gibi dalgalanıyor.

2. Ay'da su buharı bulunmadığı için astronotun ayağının iz bırakmaması gerekirdi.

3. Ay'da astronotun çekildiği fotoğrafta gölgelerde tutarsızlık var, ikinci bir ışık kaynağı   varmış gibi gözüküyor.

4. Astronotun Ay yüzeyinde yaptığı yürüyüş aslında yüksek kare sayısına sahip kameralar tarafından çekilmiş ve sonradan yavaşlatılmış görüntülerdir.


Şimdi de Efsane Avcıları'nın yaptıklarına gelelim:

    1. NASA'ya giderek vakumda deney yapan avcılar, öncelikle bayrağın hava olmayan bir ortamda onu dikerken yapılan hareketlerin sonucu olan momentum ile dalgalanabileceğini gördüler. Yani, Ay yüzeyinde bayrağın dalgalanması mümkündü.

    2. Yine vakum ortamında Ay'da kullanılan botlar ile deney yapıldı. Ay toprağı yerine bu toprağa çok benzeyen başka bir toprak kullanıldı. Görülen şey, ayak izinin bu toprakta oluşabileceği ve su buharına gerek olmadığıydı.

    3. Fotoğrafın çekildiği ortama benzerlik sağlanması için çeşitli yollara başvurdular. Öncelikle güneşe benzer yapay ışık kaynağı kullanıldı. Başka bir ışık kaynağının etkisinin görülmemesi için siyah bezle her yer kapatıldı. Yüzey olarak, Ay toprağının yansıtma özelliğine yakın bir yansıtma özelliği olan madde kullanıldı. Astronotun ufak bir maketi de yerleştirildi. Ve fotoğraf çekildi. Sonuç: Tek ışık kaynağıyla NASA'nın fotoğrafına benzer bir fotoğraf yaratılmış oldu. Yani tartışmalı fotoğraf muhtemelen gerçek.

    4. Yerçekimi için iki etapta deney yapıldı. Daha ikna edici olan ikinci deney Ay'daki yerçekim etkisinin hissedildiği bir uçakta yapıldı. Efsane avcılarına astronotların giydiği kıyafetler giydirildi ağırlık eşitliğinin sağlanması için. Daha sonra uçakta yürüdüler ve kamera çekimlerinin NASA'nın çekimleri ile benzer olduğu görüldü.

    5. Son olarak  Apollo astronotlarının Ay'da lazeri geri yansıtacak bir ekipman bıraktıkları iddiası da doğrulandı.

Ve Efsane Avcıları'na göre Neil Armstrong gerçekten Ay'da yürüdü.

13 Haziran, 2010

163 - Pac-Man'in Tarihçesi

Pazar, Haziran 13, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Dönem dönem Pac-Man takıntım gelir ve bu eski oyunu sıkılmadan oynarım. Geçenlerde farkettiyseniz Google'ın anasayfasındaki logo kısmında da Pac-Man oynayabiliyordunuz. Bunun sebebi 22 Mayıs'ın oyunun piyasaya sürülmesinin 30. yılı olmasıydı. Japonya'da 1980 yılında ortaya çıkan ünlü oyun, 1980'lerin popüler kültürünün ikonlarından biri. 


Oyunun teknik olarak bir sonu yokmuş. Bir canınız olduğu sürece basamakları atlayarak ilerleyebilirsiniz. Ancak yazılımdaki bir hata sebebiyle
256. seviyede ekran bölünüyor ve oyunu sonlandırmanız imkansızlaşıyormuş. Buna ait bir resmi yanda görebilirsiniz. Japonca'da oyunun adı Pakkuman diye okunuyormuş, Amerika'da önce Puck Man olarak düşünülse de P harfi F ile değiştirilir, durum kötü olur diye, Pac-Man olmuş.

10 Haziran, 2010

162 - Uğultulu Tepeler ve İki Şehrin Hikayesi

Perşembe, Haziran 10, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , , , yorum yok
Yakınlarda iki kitap okudum ve bunlar hakkında biraz bilgi paylaşmak istedim. İlki Emily Bronte tarafından yazılmış olan Uğultulu Tepeler. İlk kez 1847'de ve Ellis Bell isimli sahte bir yazar ismi altında yayımlanmış. Konu İngiltere'de geçiyor. İsmi biraz gerilimi çağrıştırıyor gibi görünse de aslında ilişkilere yoğunlaşmış, özellikle de tutku üzerine bir roman. Hikaye yaşanan olayların çoğuna tanıklık etmiş evin hizmetçisi tarafından anlatılıyor. Üçüncü bir kişi tarafından anlatılan bir hikayeye göre biraz fazla detaylı duruyor çoğu yeri. Ancak genel olarak sürükleyici bir roman.

Kitabı bitirince film uyarlamalarını da merak ettim ve yakın zamanlarda çekilmiş olan başrollerinde Ralph Fiennes ve Juliette Binoche gibi sevdiğim oyuncuların olduğu bir uyarlamasını izledim. Ancak filmi pek beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Gerilim ve mistizm katılmış ama pek güzel katılmamış diye düşünüyorum. 

Bahsetmek istediğim ikinci kitap ise Charles Dickens'tan İki Şehrin Hikayesi. Birkaç günde hızlıca biten bu kitabı şimdiye kadar okumamakla hata etmişim diye düşündüm. Fransa ve İngiltere'de geçen hikaye, Fransız Devrimi'ni, o zamanda yaşananları birkaç karakterin hayatına odaklanarak anlatıyor. 1859'da yayımlanmış ve şimdiye kadar 200 milyon kopya ile en çok basılan İngilizce kitapmış. Oldukça görsel bir dille yazılmıştı, ancak bu filmin de çok başarılı bir uyarlaması yok gibi gözüküyor şimdiye kadar imdb'ye şöyle bir göz atınca. Yine de 1935'te çekilmiş bir versiyonu kullanıcılardan 10 üzerinden 7.9 almış, belki bu filme bakılabilir.


Romanın başından da çok kısa alıntı yapmak isterim: 

O günler en iyisiydi, ya da en kötüsüydü, akıl çağıydı ve aptallık çağıydı, inançlar zamanıydı ve inançsızlıklar zamanıydı, ışık mevsimiydi ve karanlık mevsimiydi, umut baharıydı ve umutsuzluk kışıydı; yaşayabilmek için her şey vardı önümüzde ve yaşayabilmek için önümüzde hiçbir şey yoktu; hepimiz doğrudan cennete gidiyorduk, hepimiz doğrudan cehenneme gidiyorduk.

08 Haziran, 2010

161 - Kitap Oku, Guiness Rekorlar Kitabı'na Gir


13 Haziran Pazar günü 09:30-12:30 arasında Ali Sami Yen stadyumunda bir etkinlik düzenleniyor; kitap okuma etkinliği. Amaçlanan ise "dünyanın en yüksek katılımlı kitap okuma etkinliği"nin sağlanması. 20.000 kişinin katılımı ile gerçekleştirileceği söylenen bu etkinlik, Düşün Taşın Derneği tarafından gerçekleştiriliyor. 


Programda, 09:00 - 10:30 arası stada girişin olacağı ve 11:00'de kitap okuma rekor denemesinin başlayacağı söyleniyor. Asıl amaç, Türkiye'de kitap okuma oranının artırılması. Bu sebeple derneğin başka çalışmaları da olmuş, onlara da buradan göz atabilirsiniz. Pazar sabahı bir işiniz yoksa, bu Guiness'e girmek için de tek şansınız olabilir.

07 Haziran, 2010

160 - Vikingler Boynuzlu Miğfer Takar mıydı?

Pazartesi, Haziran 07, 2010 Gönderen Berna Arslan , , , , 2 yorum
Başlıktaki sorunun cevabı hayırmış, ancak senelerdir filmlerde ve çizimlerde Vikingleri hep boynuzlu miğferleriyle görmeye alışmışızdır. Bunun, Vikingler hakkındaki yanılgılardan biri olduğu düşünülüyor. Bu tip miğferlerin savaşta avantajlı olmayacağı söyleniyor. Ancak boynuzlu miğferlerin İskandinavya kültüründe ritüel amaçlarla kullanılıp kullanılmadığı kesinleşmemiş.

19. yüzyılın başlarında İskandinavya antik kültürünü yaymak amacıyla kurulmuş bir topluluk olan Götiska Förbundet (Gotik Topluluk)'ın çalışmaları ile de bu miğfer fikrinin kısmen yayılmış olabileceği düşünülüyormuş. Ancak bu tip tasvirlerin ilk kez antik Yunan ve Roma'da başladığı düşünülüyor. Muhtemelen, kuzeyli Vikinglerin daha barbar ve savaşçı olarak tasvir edilmesi amacı ile böyle bir yola başvurulmuş. Vikinglerin tanrısı olan Thor'un başında da kanatları olan bir miğferin olması da bu durumu etkilemiş olabilirmiş.

Vikingler hakkındaki diğer yanılgılardan birkaçı Wikipedia'da maddelenmiş, bunlar temiz olmamaları ve kafataslarını kadeh olarak kullanmaları.

Dipnot: İngilizce'de perşembeye karşılık gelen thursday, "Thor's Day"den yani Thor'un Günü'nden geliyormuş.

04 Haziran, 2010

159 - Ahlaksal İkilem: Şişman Adamı Trenin Altına İter misin?

Cuma, Haziran 04, 2010 Gönderen Berna Arslan , , 3 yorum

Bir düşünce egzersizinde bulunmanızı isteyeceğim:
Kontrolden çıkmış bir yük treni raylardan aşağı hızla gelmektedir. Yolunun üzerinde raylara bağlanmış 5 kişi vardır. Neyse ki, elinizin altında bir vites kolu var ve trenin öbür raya sapmasını sağlayabilirsiniz. Ancak, diğer rayda da başka bir kişi var. Vites kolunu çevirir misiniz?

Çoğu insanın evet dediği bu soru ahlak felsefesinde oldukça sık incelenmiş bir konu. Ama özellikle de başka bir senaryo ile birlikte:
Aynı şekilde kontrolden çıkmış bir tren beş insanın üzerine doğru gitmektedir. Tren, sizin bulunduğunuz köprünün altından geçecektir. Raylara çok ağır bir yük atabilseniz, treni durdurabilirsiniz. Yakınınızda da oldukça şişman bir adam var. Treni durdurmanızın tek yolu, bu adamı raylara itmek ve onu öldürerek beş kişiyi kurtarmak. Bunu yapar mısınız?

Muhtemelen hayır cevabı verdiniz. Esasında bu iki durumun sonucu aynı, bir kişi ölüyor, beş kişi kurtuluyor. Ancak insanların çoğu ikinci durumda adamı itmek istemiyor. Bu bir nevi "ellerimizi kirletmek" oluyor. Vites kolunu çevirmek başka, bir adamı ellerimizle ölüme itmek başka. Böylece ahlaksal bir ikilem doğuyor.

Bu durum, bilişsel bilimde de incelenmiş ve beyin aktivitelerine de bakılmış. Soruyu ilk ortaya atan kişi Philippa Foot adlı bir filozofmuş. Faydacılık ilkesine göre iki durumda da bir kişiyi öldürüp beş kişiyi kurtarmak seçeneği seçilmeliymiş. Ancak tabii ki gerçek cevaplar bu ilkeye genelde uymamış.

Dipnot: Faydacılık akımına en çok katkıda bulunanlardan biri de Jeremy Bentham isimli filozofmuş. (Lost izlemiş olanlar belki bu ismi hatırlayabilirler)