30 Ekim, 2012

454 - Kadınlar neden "kötü çocukları" sever?

Salı, Ekim 30, 2012 Gönderen Berna Arslan yorum yok

"Kötü çocukların" ortak özellikleri nedir? Kendine güven, umursamazlık, yeni deneyimlere ve riske açık olmak, kendini beğenmişlik... Peki bu özellikler bir adamda birleşince neden kadınlara çekici gelir? 

Bilim insanları boş durmayıp bu sorunun cevabını araştırmışlar. Buldukları cevaplardan biri ise dopamin hormonu. Dopamin hormonunun etkisi kokain gibi maddelerin oluşturduğu etkiye benzetiliyor. "Zevk kimyasalı" adı da verilen dopamin, bağımlılık oluşturmada rol oynuyor. Bu nedenle dopaminin etkisini hissettiğimiz durumları yinelemek istiyoruz. Dopaminin salgılanmasına yol açan en önemli faktörlerden biri ise: Risk.


Kadınların riski, yani tehlikeyi hissettikleri erkekleri çekici bulmalarının nedeni bu olabilir mi? Kadınlar erkekler konusunda risk aldıklarında, adrenalin seviyesinin yükselmesini, şehvet hissini ve sonuç olarak dopamin artışını yaşıyorlar. Belki bu durum kadınların tehlikeli erkekleri çekici bulunmasını açıklıyordur.

Yapılan başka bir araştırma ise kadınların vücut döngülerinin değişik zamanlarında erkekleri farklı şekillerde değerlendirdiğini gösteriyor. Bu araştırmada kadınlara normal ve iyi görünen erkekler ile kötü çocuk kategorisinde görülebilecek erkeklerin fotoğrafları gösteriliyor.  Kadınlardan bu fotoğraflara bakarak erkeklerin babalık potansiyellerini değerlendirmeleri isteniyor. Hormonlar ise burada devreye giriyor. 


Eğer kadınlar ovülasyon dönemlerinde iseler, kötü çocukların babalık potansiyellerine daha yüksek puan verme eğiliminde bulunuyorlar. İyi adamlara verilen puanlar ise hormonlara bağlı olarak değişim göstermiyor. Fotoğrafların dışına çıkılıp aynı deney iyi veya kötü erkek taklidi yapan erkeklerle tekrarlanınca benzer sonuçlar ortaya çıkıyor. 

18 Ekim, 2012

453 - Topuklu ayakkabının hikayesi

Perşembe, Ekim 18, 2012 Gönderen Berna Arslan , 3 yorum
Günümüzde sadece kadınlar tarafından tercih edilen topuklu ayakkabıların geçmişte erkekler tarafından da giyildiğini biliyor muydunuz? 1500'lü yıllarda Avrupa'da ayağın atın üzengisinden kaymasını engelleyen topuklu ayakkabılar popülerlik kazanmış. Ama zaman içinde topuklu ayakkabı, erkeklerin mal varlığını sembolize eder hale dönüşmüş. 10 santime yakın topuklar bile kabul edilebilir hale gelmiş.


Fransız devrimi ile birlikte aristokrasinin bir simgesi olarak bir kenara atılan yüksek topuklar, 1800'lerde bu sefer sadece kadınlar için geri gelmiş. 1900'lerin ikinci yarısında ise platform ve stiletto gibi şekil değiştirerek modadaki yerini korumuş. Yukarıdaki videoda topuklu ayakkabıların kısa bir hikayesini izleyebilirsiniz.

Topuklu ayakkabılardan bahsetmişken, her sene Sydney'de düzenlenen topuklu ayakkabı ile koşma yarışmasından da bahsedelim. En az 7.5 cm'lik topuklularla koşan yarışmacılar, 80 metreyi en kısa sürede tamamlamaya çalışıyorlar.

17 Ekim, 2012

452 - Bebeklerin üzerinden atlama festivali

Çarşamba, Ekim 17, 2012 Gönderen Berna Arslan 2 yorum
İspanya'da gerçekleşen boğa üzerinden zıplama geleneğinden bahsetmiştim. Yine İspanya'da yapılan çılgın bir festivalle karşı karşıyayız. Castrillo de Murcia adında ülkenin kuzeyinde yer alan bir köyde ilginç bir vaftiz geleneği bulunuyor. 

Senede bir defa düzenlenen bu etkinlikte yeni doğmuş bebekler sokakta yer yataklarına yatırılıyor ve şeytanı temsil eden bir erkek bebeklerin üzerinden atlıyor.


Tahmin edebileceğiniz gibi oldukça tehlikeli olan bu festival, 1620'den beri her sene düzenleniyor. Bu tören ile birlikte bebeklerin günahlarından arındığı ve hastalık ve kötü ruhlardan korunduğuna inanılıyor.

16 Ekim, 2012

451 - Evde eğitim

Salı, Ekim 16, 2012 Gönderen Berna Arslan , 3 yorum
Evde eğitim fikri ülkemizde kabul gören bir yaklaşım değilken, ABD gibi bazı ülkelerde yasal ve yaygın durumda. Evde eğitim gören çocuklar, okula gitmek yerine evde büyük ölçüde ebeveynleri veya hocaları yardımıyla eğitim görüyorlar. 


Evde eğitim fikrini destekleyen ebeveynler bunu neden doğru buluyor diye sorduğumuzda şu cevaplarla karşılaşıyoruz: Okul ortamı hakkındaki endişeler, evde dini eğitim verebilme imkanı ve okullardaki akademik getiriden memnun olmama. 

Evde eğitim, kendi içinde farklı sınıflara ayrılıyor. Örneğin "unschooling" denilen yaklaşıma göre, çocuk belli bir programa göre değil, kendi ilgi alanına göre eğitilip yönlendiriliyor. 

Evde eğitim fikri bana sıcak gelmiyor, bunun sebebi ise çocukların yaşıtlarından ve okul ortamından uzak kalmasını yadırgamam, okul anılarının önemli olduğunu düşünmem ve ebeveynlerin eğitim verme kapasitesini sorgulamam oluyor. Özellikle de internet sayesinde her bilgiye sahip olduğumuzu düşündüğümüz bu yıllarda öğretmenlik de yapabileceğimizi düşünmemiz fikri hoşuma gitmiyor.

Stanford Üniversitesi'nden siyaset bilimcisi Rob Reich, evde eğitimin tek yönlü bir bakış açısı verebileceğini ve çocukları yaşıtlarından uzak tuttuğu için toplum içinde girişimci olmalarını engelleyebileceğini söylüyor.

Peki evde eğitim hangi ülkelerde yasal? Zorunlu eğitime alternatif olacak şekilde yasal olduğu ülkeler arasında Danimarka, Fransa, Finlandiya, İrlanda, İtalya, Avustralya sayılabilir. Bu ülkelerden bazılarında devlet çocukların performansını düzenli aralıklarla kontrol ediyor.

Dipnot: Wikileaks'in kurucusu Julian Assange, evde eğitim görmüş en ünlü kişilerden biri.

15 Ekim, 2012

450 - Storm Stocker: Cinsiyetsiz yetiştirilen çocuk

Pazartesi, Ekim 15, 2012 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok
2011 Mayıs'ında çocuklarını cinsiyetsiz yetiştirmeye karar verdiklerini açıklayan Kanadalı Stocker ailesi büyük bir tartışma başlattı. Cinsiyetini ebeveynleri, iki ağabeyi ve ebesinin dışında kimsenin bilmediği bebek Storm Stocker, annesi ve babası tarafından toplumun dayattığı cinsiyet kurallarına bağlı kalmadan yetiştirilecek. Bu sebeple kendisine verilen isim herhangi bir cinsiyet belirtmezken, giydiği kıyafetler ve oynadığı oyuncaklar da bir cinsiyet farkı içermeyecek.
4 aylık Storm, ağabeyi ile birlikte.
Aile, Storm'un büyüyünce kadın veya erkek olmayı kendisinin seçeceğini belirtiyor. Çocuk dünyaya geldiğinde en yakın kişilerin bile ilk sorduğu sorunun çocuğun kız mı erkek mi olduğunu söyleyen aile, bu davranışın röntgenci ve sağlıksız olduğunu savunuyor.

Çocuk gelişim uzmanları ise bunun tehlikeli bir deney olabileceğini belirtiyor. Çocukların normal gelişimleri içinde kim olduklarını bilmeye ihtiyaç duyduklarını ve bunu bilmemenin onları toplum içinde marjinal bir noktaya iterek diğerleri tarafından baskı görebilecekleri bir ortam oluşabileceğini belirtiyorlar. 

Diğer erkek çocuklarına da cinsel kimlik baskısı dayatmayan aile, onların saçlarını uzatmalarına, istedikleri gibi örmelerine ve istedikleri kıyafetleri giymelerine izin veriyor. Okula gitmeyen çocuklar evde eğitim görüyor.

Kaynak: http://abcnews.go.com/Health/baby-storm-raised-genderless-gender-dangerous-experiment-child/story?id=13693760, http://www.dailymail.co.uk/news/article-1391772/Storm-Stocker-As-gender-experiment-provokes-outrage-poor-childs-future.html

10 Ekim, 2012

449 - Çılgın Şapkacı Hastalığı

Çarşamba, Ekim 10, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , , yorum yok
Bilim dünyasında Alice Harikalar Diyarında'ya olan referansların sonu gelmiyor. Daha önce bahsettiğim Kırmızı Kraliçe etkisini ve bir nörolojik rahatsızlık olan Alice Harikalar Diyarında sendromunu hatırlayabilirsiniz.

Bu yazının konusu ise civa zehirlenmesinin belirtilerine adını veren "Çılgın Şapkacı" (Mad Hatter) hastalığı. Bu hastalığın belirtileri arasında görmede ve duymada problemler, tedirginlik, halüsinasyonlar, depresyon, titremeler, ciltte karıncalanma ve uyuşmalar sayılıyor. Bu hastalığa çılgın şapkacı adının verilmesinin ise ilginç bir sebebi var: 19. yüzyılda şapka üreten işçilerin civaya sürekli maruz kalarak bu belirtileri göstermeleri. Civa, hayvan kürklerini işlerken kullanılıyor ve kötü havalandırma koşulları yüzünden işçilerin sağlığını tehdit ediyormuş. 

Alice'teki Çılgın Şapkacı'nın özelliklerinin bu hastalıktaki belirtiler ile uyuştuğu düşünülmüyor, ancak kitabın yazarı Lewis Carroll'un şapkacılığın önde gelen kazanç yöntemi olduğu bir kasabanın yakınında yaşadığı biliniyor.

01 Ekim, 2012

448 - Rüyaların Anlamı

Pazartesi, Ekim 01, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , 1 yorum
Rüyaların beyinde rastgele oluşan sinyallerin sonucu olduğuna beni kimse inandıramaz. Genelde laboratuvar ortamında REM uykusundan uyandırılıp, rüyalarında ne gördükleri sorulan bireylere dayanıyor bu iddialar ve bana inandırıcı gelmiyor. Sebebiyse stresli zamanlarda gördüğüm oldukça sembolik, bazı kişi veya olayların tekrar ettiği ve çözülmemiş meselelerin olduğu kendi rüyalarım. Peki psikoloji bilimi rüyalara nasıl bakıyor?

Bilindiği gibi rüyalar, Freud'un psikoloji anlayışında büyük bir yer kaplıyor. Hastası Irma'nın iyileşmemesinden kendisini sorumlu tutan Freud, bir gece rüyasında bir partide olduğunu ve başka bir doktorun Irma'ya kimyasal bir karışım vermiş olduğunu farkettiğini görüyor. Aslında Irma'nın iyileşmeyen durumundan başka bir doktorun sorumlu olduğunu görüyor. Bunun üzerine Freud, bu rüyasının onu gerçek hayatta yaşadığı suçluluk duygusundan kurtarma amacı güttüğünü anlıyor ve rüyalarla ilgili teorisini geliştiriyor: Rüyalar, egonun baskısından kurtulduğumuz uykuda bilinçaltına giden bir yol açarlar. Bilinçaltında saklanan istekler, rüyalarda farklı semboller ile ortaya çıkar. Rüyalar, bastırılmış isteklerin kılık değiştirmiş halde gerçekleşmesidir. Bu semboller herkes için aynı anlama gelmez, bilakis kişisel bir yorumlama gerektirir. Örneğin kızkardeşine oldukça kızgın olan bir kadının rüyasında bir köpeği boğduğunu görmesi, köpeğin kızkardeşi temsil ettiği ve böylece kızkardeşi boğmak durumunun yaratacağı suçluluk duygusundan kişiyi kurtardığı şeklinde yorumlanabilir.


Freud tarafından içgüdüsel, hayvani ve cinsel olarak tanımlanan bilinçaltı, Jung tarafından daha manevi (spiritüel) bir biçimde yorumlanmıştır. Jung'a göre rüyalar kişisel gelişimi ve kişinin tüm potansiyelini kullanabilmesini tetikler. Bazı sembollerin tüm kadın ve erkekler için benzer anlamlar içerdiğini savunmuştur. Örneğin, rüyada görülen korkutucu bir kimse (katil, sizi takip eden biri gibi) sizin dünyaya göstermek istemediğiniz taraflarınızı sembolize eder. Jung'a göre rüyalar, telepatik görüleri bile içerebilir.

Rüyalara oldukça farklı bir bakış açısı da mevcut. Buna göre, rüyaların içeriği önem taşımıyor, ancak rüyaların işlevi önemli. Bu işlev ise içgüdüsel davranışların rüyalarda otomatik olarak uyarılması. Örneğin, korku rüyaları kendimize yönelik tehditlere karşı savunmamızı güçlendiriyor. Benzer şekilde kişinin kendisini diğerlerinden üst ya da alt seviyede gördüğü rüyalar, kişinin toplumda yükselmeye dair olan kararlı davranışlarını uyarıyor. Yani bu fikre göre rüyaların gerçek hayatta karşılaşabileceğimiz durumlar için bir önlem görevi gördüğünü söyleyebiliriz. 


Bilgisayarlarla zihinler arasında analoji kuran bir teoriye göre ise rüyalar, zihni bir nevi temizleyerek bir sonraki güne hazırlıyorlar. Rüyaların psikoterapi amacı gördüğünü söyleyenler de var. Bu görüşe göre, rüya gören kişi, emin bir ortamda farklı düşünceler ve duygular arasında bağlantılar kurabiliyor.

Ben kendimi Freud'un rüya anlayışına en yakın görüyorum, siz neler düşünüyorsunuz?

Kaynak: http://www.simplypsychology.org/freud-dreams.html, http://www.dreammoods.com/dreaminformation/dreamtheory/jung3.htm, http://en.wikipedia.org/wiki/Dream_interpretation, http://psychology.about.com/od/statesofconsciousness/p/dream-theories.htm