19 Temmuz, 2012

430 - Mükemmeliyetçilik - 3. Bölüm

Serinin ilk kısmında mükemmeliyetçiliğin ne olduğundan ve bizi nasıl etkileyebileceğinden, ikinci kısmında da olumlu ve olumsuz türlerinden ve mükemmeliyetçiliği yenmek için neler yapmamız gerektiğinden bahsettik. 3. kısmında ise mükemmeliyetçi ebeveyn ve çocuk ilişkilerini irdeleyeceğiz.


Mükemmeliyetçi çocukları nasıl tanırız? Onlar yaptıkları her şeyde başarılı olmak isteyen, bunun için kendilerine baskı kuran ve yapamayınca hayalkırıklığına uğrayan çocuklardır. Yaptıkları hataları saklama eğilimi duyarlar. Bu çocukların, hata yapmanın normal ve kabul edilebilir olduğunu öğrenmeye ihtiyaçları vardır. Bunu sözle söylemekten çok, davranışla göstermek ise daha yararlı bir yöntem olarak kabul ediliyor. Yani "oğlum/kızım hata yapman normal, merak etme" demek yerine, bilerek onun gözü önünde bazı hatalar yapmak veya çocuğunuz küçükse anlattığınız masaldaki veya kurguladığınız oyundaki karakterlerin hata yapmalarına izin vermek faydalı olabilir.

Çocuğun başarılarıyla fazla övünmek de mükemmeliyetçi davranışların ortaya çıkmasına yol açabiliyor. Örneğin çocuğunuza devamlı iyi notlar almasını veya yarışmaları kazanmasını söylemiyor olabilirsiniz. Ancak iyi notlar aldığında veya çeşitli rekabetçi ortamlarda birinci olduğunda fazlasıyla övünüyor ve bunlar hakkında konuşuyorsanız, çocuk bu başarıyı devam ettirme konusunda kaygı duymaya başlar. Oysa çocuk, ebeveynlerinin sevgisinin koşulsuz olduğunu bilme hakkına sahiptir. 

Mükemmeliyetçi olan sizseniz ve çocuktan devamlı iyi not ve birinci olmasını bekliyor ve bunu sözle dile getiriyorsanız, bu davranışınızın çocuğa ileriki hayatında belki başarı getireceğini, ama onu büyük bir stresin altına soktuğunuzu ve bunun tüm hayatını etkileyeceğini bilmelisiniz. Bu yüzden örneğin 5'lerle dolu bir karnede bir tane 4 varsa "Bu niye 4?" sorusunu hayatınızdan çıkarın.

Çocuk bir sınavdan çok iyi not aldığında "Harika! Yine 100 almışsın" demek yerine "Bu zor konuyu öğrenmek için çok uğraştın, aferin" demek çocuğun öğrenme sürecine odaklanmasını sağlayabilir. Çocuğun gitmekte olduğu okul rekabetçi bir yer ise okul dışı rahatlatıcı aktivitelere katılmasını sağlayabilirsiniz. Ancak bu etkinlikler rekabetçi olmamalı, sadece çocuğun iyi zaman geçirmesini sağlamalı. Bu hususta dikkat edilecek önemli bir nokta ise şu: Amaç, çocuğun aktiviteden aktiviteye koşmasını sağlamak değildir, çocukların planlanmamış zamanlara da ihtiyacı var.

En önemli noktalardan biri ise şu: Ebeveynler bazen kendi hayatlarının anlamlarını çocuklarının başarılarından çıkarmaya başlarlar, bunu yapmadığınızdan emin olun. Bunun dışında mükemmeliyetçi çocuklar belirsizlikten hoşlanmazlar. Belirsizlikle yaşamanın olağan olduğunu, hayatın belirsiz olduğunu öğretmeye çalışın. 

Bazı çalışmalar, ebeveyn ve çocuk arasındaki mükemmeliyetçilik ilişkisinin anne-kız ve baba-oğul arasında daha sert bir şekilde yaşandığını göstermiştir. Bazı çalışmalar ise cinsiyetin önem taşımadığını, anne veya babanın mükemmeliyetçi davranışlarının çocuğa yansıyacağını belirtmektedir. 

Maalesef herkes kendi çocukluk hikayelerini, ego sorunlarını ve hayatıyla ilgili hayalkırıklıklarını çocuklarının hayatlarına taşıma eğilimi gösteriyor. Eğer mükemmeliyetçi olduğunuzdan şüpheleniyor veya çocuğunuzda mükemmeliyetçi eğilimler görüyorsanız çaba sarfedin, çünkü unutmayın:

KİMSE MÜKEMMEL DEĞİLDİR

18 Temmuz, 2012

429 - "Çocuk-erkil" aileler

Çarşamba, Temmuz 18, 2012 Gönderen Berna Arslan , 1 yorum
Fazla özgürlükçü olmayan ailelerde yetişen, iyi okumuş ve kariyer sahibi ebeveynler, evlerinde çocuklarına rahat ve yaratıcı bir ortam hazırlamak amacıyla çocuklarına aşırı müsamaha gösteriyor ve böylece çocuklar tarafından yönetilen günümüz aileleri ortaya çıkıyor. Bu "çocuk-erkil" ailelerde, önemli kararların bir kısmı çocuklar tarafından veriliyor. Örneğin nereye tatile gidileceği, hangi restoranda yemek yenileceği, aileye bir kardeşin katılıp katılmayacağı gibi. Bu durum, zaman içinde ailenin işlevsizleşmesine ve çocukların diktatörleşmesine yol açıyor.

2010 yılında Hürriyet gazetesinde yayınlanmış bir habere göre çocukerkilliğe daha yakın duran aileler şöyle: Anne-baba yaşının ileri olduğu aileler, tek çocuklu aileler, tek ebeveynli aileler, çocuğun evlatlık olduğu ya da çok geç doğduğu aileler, travmalar bulunan aileler, çocuğunun geçmişinde ciddi sağlık sorunu bulunan aileler ve anne ya da babanın bağımlı kişilik yapısına sahip olduğu aileler.

Uzmanlar çocukerkil aileleri uyarıyor ve bu ailelerde çocuk gelişiminin sağlıklı olmadığının altını çiziyor. Çocukların sınırlara ihtiyaç duyduklarının ve sınırlar içinde daha huzurlu yaşayacaklarının önemi vurgulanıyor. Sınırları çizilmeyen çocuklar, okul hayatında ve ileriki hayatlarında gerçekler, beklentileriyle örtüşmeyince zorluk çekiyor ve iletişim sorunları yaşıyorlar. Çocuklara mutlu bir ortam sağlamak, kararları onlara bırakmak anlamına gelmiyor.

Örneğin AÇEV Genel Müdür Yardımcısı Serkan Kahyaoğlu, genç babaların ''Babam çok baskı uyguladı, çocuğum ne isterse yapayım'' düşüncesiyle hareket ettiğini belirtiyor ve ''Bu sefer de kantarın topuzu kaçıyor. Baba, çocuğun haklarını vermeli ama sorumluluk vermeyi de unutmamalı'' diye ekliyor.

Siz de sınırları fazla esnek tuttuğunuzu düşünüyorsanız ve ailenizin çocukerkil bir aile olup olmadığı konusunda şüpheleriniz varsa bir aile terapistinden yardım almayı deneyebilirsiniz.

428 - Mükemmeliyetçilik - 2. Bölüm

Bundan önceki yazıda mükemmeliyetçiliğin ne olduğundan, ne gibi belirtilere ve sorunlara yol açtığından bahsettik. Bugün de olumlu ve olumsuz olan iki tipinin özelliklerini ve mükemmeliyetçiliğin üzerinden nasıl geleceğimizi konuşacağız.


Olumlu mükemmeliyetçiler, hataları üzerinde daha az yoğunlaşıyor, kendilerine yüksek standartlar koyuyor ve düzenli olmayı seviyorlar. Kendi motivasyonlarını sağlıyor ve gelecekte atacakları adımlar için hevesli oluyorlar. Onları motive edecek ve cesaret verecek sözler, başarılı olmalarında işe yarıyor. Olumlu mükemmeliyetçilik, genel olarak olumlu moral durumu, hayattan tatmin olma duygusu ve başarı ile ilişkilendiriliyor.

Olumsuz mükemmeliyetçiler ise bir işi oldukça başarılı şekilde tamamlamış olsalar bile sonuçtan tatmin olmuyor ve mutlaka bir hata buluyorlar. Ulaşılması neredeyse imkansız hedefler belirliyor ve kaygı bozuklukları yaşıyorlar.

O zaman ne şekilde bunun üstünden geleceğiz?

1. Takdir etmeyi öğrenin

Öncelikle yapmamız gereken ilk şeyin yapmış olduğumuz şeyleri takdir edebilme yeteneğimizi geliştirmek ve yapamadıklarımızdan/eksik kalanlardan ziyade başardıklarımıza odaklanmak diyebiliriz.

Mükemmeliyetçilik kavramının içeriğini öğrendikçe neden şimdiye kadar yaptığım bazı şeyleri takdir edemediğimi anladım. Örneğin ara sıra pek aktivite yapmadığımı düşünür, hayatımı yeterince dolu yaşamıyorum diye bunalırım. Bunun üzerine bugüne kadar katılmış olduğum aktivitelerin bir listesini çıkardım. Danstan elişi aktivitelerine, dil öğrenmeden amatör tiyatroya yazdım ve şimdilik 34 madde keşfettim. Kimi bir defalık, kimi uzun süreli, kimini sevdim, kiminden çabuk vazgeçtim. "Ama ne farkeder, hepsini tamamlayıp ustalaşmak zorunda mıyım!" düşüncesine ulaştım.

2. Olumluya odaklanın

İkinci olarak yapabileceğimiz şey ise genel olarak daha olumlu şeylere odaklanmaya çalışmak. Açıkçası ben kendimi genel olarak pozitif bir insan olarak görürüm, ama olumsuz yaklaştığım bazı insanlar ve durumlar var elbette. Sizi olumsuz olarak etkileyen ne ise -kendiniz hakkındaki görüşleriniz, işiniz- onun hakkında beş tane olumlu özellik bulun. Bunlara odaklanmanız kolaylaşacaktır.

3. Kar-zarar analizi yapın

Mükemmeliyetçilik bugüne kadar işinize de yaramış olabilir. Hem sizin için fayda sağladığı noktaları hem de sizi kötü yönden etkilediği alanları düşünün. Kötü yönden etkilediği alanlarda dikkatli olmaya başlayın.

4. Küçük adımlar atın

Keman öğreniyorsanız bir ay içinde virtüoz olmayı beklemeyin. Herkes bir amaca ulaşmak için öğrenmeye ve hata yapmaya ihtiyaç duyar. Kendinize ulaşılması imkansız hedefler koymayın. Küçük hedeflerle başlayın, her birini başardığınızda biraz daha ilerleyecek ve daha iyi hissedeceksiniz. Örneğin egzersize başlamak istiyorsanız ve bir türlü yapamıyorsanız "ilk gün sadece 5 dakika egzersiz yapacağım" hedefiyle başlayın ve zamanla hedefinizi küçük küçük büyütün.

5. Eleştiriye açık olmayı öğrenin

Nasıl diğerlerine bakıp yanlış yaptıkları şeyleri görüyor ve onları düzeltmek istiyorsanız, bir konu hakkında ne kadar doğru davrandığınızı düşünseniz de eleştirilecek noktalarınız olabilir. Eleştirinin hakaret olmadığını ve herkesin hata yapabileceğini kabullenmek önem taşıyor. 

Bu seriye bir yazı ile daha devam ederek mükemmeliyetçi çocuğa nasıl davranılmalı konusunu ve mükemmeliyetçi ebeveyn-çocuk ilişkilerini irdelemeye çalışacağım.

17 Temmuz, 2012

Konuk yazardan: "Meme Kanseri Hakkında Bilinmesi Gerekenler - Bölüm 3"

Salı, Temmuz 17, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Meme kanseri ile ilgili yazı serisinin son kısmındayız. Dr. Şerif Hamitoğlu bu bölümde meme kanserinin erken teşhisi için kullanılan teknolojik yöntemlerden ve mamografinin ne sıklıkta çekilmesi gerektiğinden bahsediyor. Konuk yazarımızın daha önceki yazılarına buradan ulaşabilirsiniz, verdiği tüm değerli bilgiler için kendisine teşekkür ederim.


Her ne kadar kendi kendine muayene yöntemi erken teşhiste önemli bir aşama olsa ve halen Amerikan Kanser Cemiyeti tarafından 20 yaşından itibaren tüm yaş gruplarında ilk adım olarak tavsiye edilse de, kitlenin farkına varılması yaklaşık 1 cm ve daha büyük boyutlarda mümkün oluyor. Peki hastalığı daha erken zamanda ve daha küçük boyutlarda tıbbı tabirle daha düşük evrelerde teşhis etmemiz mümkün mü?

Cevabı elbette ki evet ve elimizde gelişen teknolojiyle beraber birçok yöntem mevcut. Bunların başında ise hepimizin bildiği mamografi geliyor. 20 yaşında başladığımız kendi kendine meme muayenimizi her 3 senede bir hekim kontrolüyle destekliyor, 40 yaşından 50 yaşına dek 2 senede bir, 50-74 yaş arasında ise yıllık olmak üzere mamografi çektirmeye başlıyoruz. Neden daha önce çektirmiyoruz sorusu akıllara düştüğünden cevaplamakta fayda var: Çünkü yıllarla beraber meme dokusunun yapısı, yoğunluğu değişiyor, bu yüzden mamografi istediğimiz ölçüde bizlere yardımcı olmuyor, işin açıkçası faydasını görmüyoruz. 75 yaşından sonra ise araştırmalar çektirmeyen gruba oranla yarar yönünden herhangi bir klinik kanıt bulamadığından yine mamografi tavsiye edilmemekte.
Mamografi
Bir tür x-ray (akciğer filmi gibi) olarak düşünebileceğimiz mamografi açısından şanslıyız, çünkü başta büyük hastaneler olmak üzere Kızılay ve belediyelerin Kadın Sağlığı Merkezleri'yle kendisine ulaşım çok kolay ve ucuz (benim bildiğim İBB ve Bakırköy Belediyesi ücretsiz olarak yapmakta). Şanslı olduğumuz ikinci konu ise mamografinin bize daha kendi kendine muayene metodunda kitlenin ele gelmesinden yaklaşık 1-2 sene önce kitleyi bize gösterebilmesi. Yani kanseri daha erken yakalayabilmemiz, tedavimizin daha yararlı olabilmesi. Hormonal değişikliklerden pek etkilenmemesine ve her dönemde kullanılabilmesine rağmen özellikle silikonlu bayanlarda 4 boyutlu mamografinin daha da güzeli MR görüntülemenin daha yararlı olacağı söylenmekte.

Ultrason ile görüntüleme
Mamografi yanında kullandığımız bir diğer yöntem ise ultrason. Özellikle mamografinin etkisini yitirdiği yoğun memelerde ve genç hastalarda daha uygun olsa da, en başta sonucunun bakan ve gören göze, yani radyoloğun kalitesine bağlı olması sebebiyle çoğunlukla biyopsi amacıyla ve anksiyeteli hastalarda kullanılmakta.

Erken teşhis için adını anabileceğimiz bir diğer güçlü silah ise MR (emar). Ultrason ve mamografi bazı alanlarda yetersiz kalmasına rağmen aile hikayesinde yüksek risk barındıran hastalarda ve genç kadınlarda rahatlıkla kullanabileceğimiz bir yöntem olan MR, adını çokça zikrettiğimiz BRCA1/2 mutasyonu olan kişilerde de rahatlıkla uygulanıyor ve bu tip kişilerde hastalığın çok daha erken evrelerde yakalanmasına yardımcı oluyor. Ancak bu yöntem diğer yöntemlerden 10 kat daha pahalı olması sebebiyle daha kısıtlı bir yer kaplamakta. Yine de BRCA mutasyonu saptanan, göğsüne 10-30 yaşları arasında yoğun radyasyon almak durumunda kalan, ailesinde bazı genetik hastalıkların yoğun bulunduğu ve de yoğun bir aile öyküsü içeren hastalarda MR yıllık olarak önerilmekte. Her ne kadar bizim için önemli olan lenf düğümlerini de gayet iyi gösterse ve mamografiye oranla radyasyon oranı sıfır olsa da unutmamak lazım ki obez, büyük göğüslü veya klostrofobik hastalarda bu tekniğin uygulanması sakıncalı. 

Yazının son cümlesiyle beraber üç yazıdan oluşan maceramızda meme kanserine kısa(!) bir bakış atmaya, teşhis yöntemlerini elimden geldiğince sade bir biçimde anlatmaya çalıştım. Hastalığın tipleri, evrelemesi, tedavisi (ameliyat, kemoterapi vs.) ve ilaçlar konusu çoğunlukla detay bilgiler içeriyor olması sebebiyle bu blog için uygun olmadığını düşünüyorum, yine de yararlı olduğum ümidiyle herkese sağlık dolu günler diliyorum.

16 Temmuz, 2012

427 - Mükemmeliyetçilik - 1. Bölüm

Pazartesi, Temmuz 16, 2012 Gönderen Berna Arslan , , 3 yorum
Bugün hayatımın kısa tarihini iki kelimede buldum: Olumsuz mükemmeliyetçilik.

Kusursuzun erişileceğine olan inanç ve kişinin kendine ulaşması pek de mümkün olmayan başarı ve hayatı yaşama standartları koyması bir mükemmeliyetçiyi tanımlıyor. Maalesef mükemmeliyetçi insanların çoğu büyük zaman boyunca mutsuz oluyor -çünkü ellerindeki iş ne ise onun yapılması gerektiği gibi yapılmadığına inanıyorlar. Bu yüzden olmak istediklerinin tam tersi oluyor, kontrolü ellerinde tutamıyormuş gibi hissediyor, önemli işleri erteliyor ve hayalkırıklığına uğruyorlar. Sonuç olarak ise bir işten bir işe atlayan mükemmeliyetçiler, bir türlü istediği etkiyi yakalayamıyor -tatmin duygusunu ve huzuru.

Bu internet sitesine göre şu 10 maddeye göre kendinizi değerlendirip ne kadar mükemmeliyetçi olduğunuza bir göz atabilirsiniz:
1. Hatalarınızın oldukça farkındaysanız ve kendinizi bu yüzden aşırı eleştiriyorsanız. Ayrıca bu sebeple ayrıntılara fazla dikkat eden birisinizdir.

2. Yaptığınız her şeyde -bu ilginizi çeken bir şey olmasa bile- en iyisi olmaya çalışıyorsanız.

3. Bir şeyi mükemmelleştirmek için son ana kadar fazla zaman harcıyorsanız. Bir şeyin olabileceğinden daha az olmasına razı gelmediğiniz için uykunuzdan veya yemek yemenizden feragat edebiliyorsanız.

4. Kati fikirleriniz varsa, gri alanlara yer yoksa.

5. Kendinizin en büyük eleştirmeniyseniz. En küçük hatanızda bile kendinizi eleştiriyorsanız.

6. Sonuçlar hayal ettiğiniz gibi çıkmayınca devamlı olarak neden başka bir sonuç çıkmadığını ve bu sonucu engellemek için neler yapabileceğinizi düşünüyorsanız.

7. Eleştiriyi kaldıramıyor ve başarısızlıktan korkuyorsanız.

8. Aklınızda sadece en sonda erişeceğiniz amaç varsa ve o amaca erişmek için harcanan süreçte ne olduğu önem taşımıyorsa (bir nevi hatice değil netice).

9. Ya hep ya hiç yaklaşımına sahipseniz, yani kendi kendinize belirlediğiniz standartlarınıza uymayan bir işi tamamlamaktan tamamen vazgeçme eğilimi gösteriyorsanız (yüksek lisans tezime selamlar).

10. Başkalarında mükemmel olmadığınıza dair algı yaratabilecek durumların oldukça farkındaysanız.
Peki mükemmeliyetçilik ne gibi sorunlara yol açar? Maalesef bu sorunlar arasında biraz ironik olacak ama daha az üretkenlik, devamlı olarak yapılacak işleri erteleme, eleştiriye aşırı tahammülsüzlük, fiziksel ve zihinsel sağlıkta problemler, bağımlılık riski ve hatta intihar eğilimi karşımıza çıkıyor.

Mükemmeliyetçi olup olmadığımızı ve bunun ne gibi sonuçlara yol açabileceğini irdeledik. Peki bir de şuna bakalım: Bir insanın mükemmeliyetçi olmasına ne sebep olur? Bu sebepler üç ana başlıkta toplanıyor:

1. Gelişmek için duyulan şiddetli istek:

Doyurulması mümkün olmayan bir kendini geliştirme ve hayatını tüm potansiyelini kullanarak yaşama isteği. Eğer kişi kendi potansiyelini istediği gibi değerlendiremiyorsa yaşama amacını sorguluyor.

2. Toplumsal beklentiler:

Aile, öğretmenler, müdürler kişiden mükemmeliyetçilik bekliyorsa, başarısızlık değersizlik ile aynı kefede değerlendirilebilir. Rekabetçi okul ve çalışma ortamları bu durumu ortaya çıkaran başlıca yerlerdir. Medya, reklamlar ve pazarlama da toplumsal mükemmeliyet beklentisini artıran unsurlardır.

3. Kendine güvensizlik:

Ayrımcılığa uğramış veya diğer insanların arasına gençken karışamamış kimseler kendi değerlerini sorgulayıp bu durumun üzerinden mükemmeliyetçilik ile gelmeye çalışırlar.

Bu maddeleri okuyan mükemmeliyetçiler eminim ki bu durumlarının kaynağını aşağı yukarı tespit etmişlerdir. Yazının ikinci kısmında "olumlu" ve "olumsuz" mükemmeliyetçiliği ve bunun üstesinden nasıl gelineceğini irdeleyeceğiz.

03 Temmuz, 2012

Konuk yazardan: "Analog fotoğrafçılık ölmedi - 2.Bölüm"

Bu yazıda konuk yazarımız kargakara, günümüzde çok popüler olan instagram etkisinin nereden ilham aldığını ve bu etkinin analog fotoğraf makineleri ile nasıl yakalandığını anlatıyor.
Bu serinin ilk yazısına buradan, yazarın tüm yazılarına ise buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.


Hepiniz instagramı duymuşsunuzdur. Bu aralar iphone'da kullanılan pek popüler bir resim editörü. Peki instagramın esinlendiği fotoğrafçılık alanını hiç merak etmiş miydiniz? 

Analog fotoğrafçılık, profesyonel anlamda halen daha sarsılmaz bir yere sahip. Kendinize güveniyorsanız 35mm film formatını kullanan SLR makinenizle bile dijital fotoğraf makineleri ile rahatlıkla yarışır ve tatmin edici sonuçlar alabilirsiniz.

Fakat amatör bas-çekçiler için dijital fotoğrafçılık çok daha avantajlı. Artık bir cep telefonu ile bile tatmin edici anı fotoğrafları çekebiliyorsunuz. Ayrıca instagram gibi fotoğraf düzenleme programları kullanarak ilginç kareler elde edebiliyorsunuz.

Analog fotoğrafçılık ise bu noktada bize ilginç bir alternatif sunuyor: Plastik oyuncak kameralar! Plastik ve oyuncak kelimeleri yan yana geldiğinde içinizden analog fotoğrafçılık böyle mi yaşayacaktı demiş olabilirsiniz. Fakat havalı bir iphone'dan instagram süzgeciyle çıkan rüyamsı kareleri sevdiyseniz ve bu kareleri gerçekten çekmeye hevesliyseniz yazının devamını okuyun derim. Çünkü bu fotoğrafların sırrı oyuncak kameralarda!

Zamanında herkesin alabilmesi için oldukça ucuza mal edilen plastik merceğe sahip ucuz işçilik ürünü fotoğraf makineleri, günümüzde analog fotoğrafçılıkta amatör çizgide uzun süredir devam eden lomografide yer buluyor. Lomografiye isim babası olan Lomo aslında Rusya'da kaliteli lensler üreten bir firma. Tam adı Lomo; Leningradskoye Optiko Mechanichesckoye Obyedinenie (Leningrad Mercek ve Mekanik Fabrikası).

Lomo fabrikası aynı zamanda günlük kullanım için ve herkesin alabileceği şekilde olabildiğince ucuz Lomo LC-A’yı üretti. Lomo LC-A, Lomo Kompakt Otomatik kelimelerinin kısaltılmasıdır. 1984 yılında Cosina CX-2 model fotoğraf makinesi tasarımından yola çıkarak üretilen makine; sabit odak, 35mm film kullanma, yaprak diyaframa ve alan netleme sistemine sahipti. Bu makinenin o kadar çok tutkunu oldu ki, firma bu modelin üretimini 2005 yılına kadar devam ettirdi. Daha sonra yerini Lomo LC-A+’ya bıraktı. Bu makineler bir dönem gövdesi Çin'de, lensi Rusya'da üretilirken yakın zamanda (2007) üretimin tamamı Çin'e kaydı.



Lomo’nun batı için keşfediliş tarihi ise 1991 senesi. Bu yılda bir grup Avusturyalı öğrenci Prag'da bu makine ile tanışıyor ve böylelikle lomografi doğmuş oluyor. Detaylı kronoloji için buraya ve buraya göz atabilirsiniz.
Lomo LC-A ile çekilen fotoğraflarda kenarlarda oluşan kararmalar (vignetting), merkezden uzaklaşırken oluşan "blur"laşma (dreamy effect) ve doğal olmayan renkler, gerçeküstü fotoğrafların ortaya çıkmasına yol açıyor. Aşağıda Lomography sitesinden alınma örnek fotoğraflarda bu efektleri inceleyebilirsiniz.



Lomo'nun açtığı yolu pek çok ucuz makine de takip ederek piyasada kendine yer açtı. Bu makineler genellikle plastik lensli, orta format film kullanan oyuncak makinelerdi ve Lomo'ya ek olarak ışık sızıntıları ile çok değişik tecrübeler sunmaktaydı. Bu oyuncak kameralardan (toy cameras) Holga ve Diana en çok tutan markalardır. İki makine de orta format kullanır.
 
Aşağıdaki fotoğraflar Diana F+ ile çekilmiş örneklerdir:

Uzun pozlama ile elde edilmiş bir resim
-->
Arka planın blurlaşması ve kenarlardaki kararma dijital bir makineden çıkacak sıradan bir fotoğraf karesini çok daha anlamlı kılmış.
-->
Aşağıdaki resimler ise Holga'dan çıkan resimlerdir:

Doğal olmayan renklerin güzelliği

Sağ üst köşede oluşan kırmızı renkteki ışık sızıntısını da görebilirsiniz

Yukarıdaki fotoğraf ise multiple exposure (bir film karesine üst üste resim çekme) tekniği ile yapılmıştır. Bu makinelerde filmi ileri sarma manuel olduğu için, siz sarmadıkça üst üste istediğiniz kadar fotoğrafı bindirebilirsiniz.
Bu işlemi daha ilginç kılan, çektiğiniz bir film rulosunu (örneğin İstanbul'da çekmiş olun) başka bir ülkedeki lomo kullanıcısına yollayarak aynı rulo üzerine çekilecek resimlerle (örneğin Paris'te) çok ilginç sonuçlar elde edebilmenizdir. Böylelikle Eyfel kulesi ile Dolmabahçe Sarayı'nı yan yana ya da üst üste görmek işten bile değil. Bu akıma “Film swapping” denmekte. Bu sayfada bu aktiviteyi gerçekleştiren grubun resimlerine ulaşabilir, isterseniz grupla iletişime geçerek kendi çektiğiniz fotoğrafları yollayabilirsiniz. Bu sayfada ise İspanya ve New York'ta çekilmiş bir fotoğraf karesinin örneği bulunmakta.

Son olarak hangi kamerayı almalıyız? Bu makineler ucuz olması ve herkesin ulaşabilmesi için üretilmiştir. Fakat kapitalizm fırsatları görmüş ve çoktan ağlarını örmüş bulunmakta. Lomo LC-A+'ın ülkemizdeki fiyatı üst düzey kompakt makinelerle yarışmaktadır. Lomography’nin Türkiye satış sitesindeki Lomo'lar 750 tl ile 1100 tl arasında değişmektedir.

02 Temmuz, 2012

Konuk yazardan: "Meme Kanseri Hakkında Bilinmesi Gerekenler - Bölüm 2"

Pazartesi, Temmuz 02, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Meme kanseri ile ilgili bilgilendirme yazılarının ikincisinde sıra. Bu yazıda doktorumuz kendi kendine muayenenin öneminden ve bunu nasıl yapabileceğimizden bahsediyor. Serinin ilk kısmı için buraya tıklayın.

“Kemoterapiler, radyoterapiler sona erer, tedavi biter elbet bu hastalık geçer, menekşeler açılır üstünüzde leylaklar da güler, bir yarına göçenler kalır bir de yarın için direnenler…”

Adnan Yücel’in güzel dizelerini içim acıyarak modifiye etsem de bugünkü konu için sanırım daha güzel bir başlangıç yapamam. Bir önceki yazımızın başında hatırlayanlar olursa bir uyarı yapmış, meme kanseri kanser ölümleri içinde kadınlar için ilk sırada gelse de ölüm oranlarının giderek azaldığından bahsetmiştim. Gerçekten de dünyada 1990 yıllarından beri meme kanserinden ölüm oranları sürekli bir düşüş eğiliminde, ki bunda erken tanı ve gelişen tedavi modalitelerinin etkisinin büyük etkisi olduğu yadsınamaz.

1990 yılından beri hastalığı yenenlerin oranı %24 oranında artmış durumda ve bu gerçekten çok yüksek bir oran. Peki hastalıkta sağkalım öngörüsünü, doktorların o anlaşılmaz deyimiyle prognozu neler etkiliyor derseniz koltuk altındaki lenf düğümlerinin durumu, tümörün çapı, hasta yaşı, tümörün tipi, östrojen/progesteron hormonuna cevap veren alıcıların durumu ve elbette genetiği (HER2 geni) sayabiliriz. Özellikle lenf düğümlerini vücuda açılan bir kapı olarak düşündüğümüzden, buradaki pozitiflik diğer faktörlere göre hastalığın tekrarlaması ve sağkalım açısından hastalığın evresiyle beraber daha ön plana çıkmakta. 

Biliyorum uzattığım konusundaki homurtuları duyar gibiyim o yüzden kısaca söylersek, evre 0/1/2'de yaşam oranları artık %100'e yakınken, son evre olarak nitelendirebileceğimiz evre 4'te ise bu oran %25'lerde gezmekte. Yani Haşmet Babaoğlu tarzında söylersek şiirin son kelimelerinin altını tekrar tekrar çizmekte yarar var, her daim umut mevcut. 

Bu kadar konuştum, siz de sabırla bu satırlara kadar okudunuz, ama şimdiye kadar bahsettiklerim hep karşı tarafın, yani doktorun işi olanlardı, istatistiki verilerdi. Sanırım burada artık sizin için önemli kısım başlıyor: Nasıl fark edeceğiz, nelere dikkat edip neleri gözeteceğiz? Esasında erken evre kanserlerin çoğu maalesef bir semptom vermiyor, daha büyük kitleler ise karşımıza ağrısız kitleler olarak çıkıyor. Size tavsiyem kitle veya şişkinlik farketmeseniz bile
  • Meme çapında bir artma, şeklinde bir değişim,
  • Meme derisinde çukurlaşma, kalınlaşma, kabarıklık, kızarıklık
  • Meme başında çekilme, yer değiştirme, ülser, yara,
  • Tek bir meme başından kanlı akıntı
  • Koltuk altında bir şişkinlik 
farkederseniz şüphelenmekte fayda var. Özellikle şişlik ve ele gelen kitlelerde sertlik, düzensizlik, öteki memeyle arasında bir asimetri yaratması ya da bulunduğu dokuda fikse-sabit olması/hareket ettirilememesi kitlenin muhtemelen kötü olacağına yönelik işaret olarak algılanabilir. Kemik ağrıları, karında şişlik, bilişsel davranışlarda bozulma, sarılık, solunum güçlüğü gibi bulgularda da acele etmemizde fayda olacağını söyleyebilirim. 

Tabii erken teşhis için sanırım en başta Amerikan Kanser Cemiyeti’nin de her yaş grubunda erken teşhis için ilk önerisi olan kendi kendine meme muayenesini de iyi bir biçimde öğrenmeliyiz. Peki nasıl yapıyoruz? Özetlemek gerekirse 3 adım olarak düşünebiliriz:
  1. Gözle muayene
  2. Ayakta elle muayene
  3. Yatarak elle muayene
Başlamadan önce önemli iki tane “N” sorusunun yanıtını isterseniz cevaplayalım: Ne zaman yapalım? 20 yaşından itibaren Adet/Mens/Period/Özel Günün başlangıcından itibaren 7-10 gün sonra her ay ihmal etmeyelim (adet görmeyen kişilerde ise her ayın aynı günü).
Ne ile? İşaret yüzük ve orta parmağımızın uç kısımlarını kullanalım hassasiyetimizi arttıralım.

Duşumuzu aldık hazırsak artık şimdi herkesi banyoda veya rahat edebileceğiniz bir noktada ayna karşısına davet ediyor ve muayeneye başlıyoruz:

1) İlk adımımızı gözle muayene ile atıyoruz. Eller yanda serbest, eller kalçadayken, ellerimiz havada (hani elma toplar gibi) el baş üzerine kavuşmuş, vücudumuz öne hafif eğilmiş şekilde her iki mememizi dikkatlice gözlüyor, yukarıda okuduğumuz değişikliklerin olup olmadığına bakıyoruz. Tek bir pozisyon yetmez mi, neden böyle 5 ayrı pozisyonda bakıyoruz gibi bir soru muhakkak gelecektir önceden yanıtlayayım: Kötü kitleler çoğunlukla asıcı bağ ve kasların yapısını bozduğundan kasımızı değişik pozisyonlarda kasıp kitleyi görünür hale getirmeye uğraşıyoruz.

2) İlk adımı eminim hepimiz başarıyla uyguladık, umarım sağlıklı şekilde de atlattık, şimdi sıra ikinci adımımızda. Bu adımda meme başından bir akıntı olup olmadığına bakıyor, bu amaçla her iki meme başını baş ve işaret parmağı arasında hafifçe çekerek sıkacağız. Tekrardan hatırlatalım, tek bir meme başından gelen özellikle kanlı ve kirli bir akıntı bizim için önemli.
3) Ve evet sabredin son adıma geldik bile. Bu adımda ayakta ve yatarak bir kolumuzu başımızın arkasına alıyor diğer elin orta üç parmağı ile BİTİŞİK, BELLİ BİR BÖLGEDEN BAŞLAYARAK ve ELİMİZİ KALDIRMADAN hafif bastırarak dairesel, üstten aşağı ve merkezden dışa/dıştan içe olmak üzere tüm memeyi ve de koltuk altını muayene ediyoruz.

Gördüğünüz üzere 3 basit adımda kendi kendimizi muayene ettik, en azından belli bir boyutun üzerindeki kitleleri atlamamayı sağladık. Efendim duyamadım? Muayene ederken elimize bir kitle mi geldi? Hemen yine telaşa kapılmıyoruz, çünkü biliyoruz ki (en azından bu cümlenin sonunu okuduğunuzda biliyor olacaksınız) ele gelen kitlelerin %90'ına yakının iyi huylu olma ihtimali yüksek, yine de ihmal etmeden bir doktora görünseniz iyi olur. Ha peki daha elimize gelmeyecek seviyedeki daha küçük kitleler için ne yapalım derseniz onu da bir soluklanma payı bırakarak bir sonraki yazıya bırakıyorum.

Sağlıklı gün dileklerimle. :)

Resimler:
  • http://www.apolloahd.com/ViewContent.aspx?cid=28
  • http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/8/80/Breast_self-exam_NCI_visuals_online.jpg
  • http://mammoscan.com/screening.htm