31 Mayıs, 2012

421 - Yüz güzelliğini belirleyen faktörler

Perşembe, Mayıs 31, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , 4 yorum
Almanya'daki Regensburg Üniversitesi, güzelliğin evrensel standartları olduğunu söylüyor ve hangi tip yüzlerin ve vücutların neden daha çekici olduğuna dair bir araştırma yürütüyor.

Bu araştırmaya göre kadınlarda ve erkeklerde daha çekici bir yüz şeklini sağlayan çeşitli faktörler bulunuyor. Aşağıda bulunan iki fotoğraftan solda yer alanı daha çekici olarak nitelendirilirken, sağda yer alanı daha az çekici bulunuyor. (İlk başta gerçek insanların fotoğraflarının böyle bir çalışmada kullanılmasına üzüldüm ama daha sonradan öğrendim ki aslında bu fotoğraflar bilgisayar ile oluşturulmuş.) Soldaki yüzün sağdakinden farkları ise şunlar:

Güneşten yanmış cilt, daha dar yüz şekli, dolgun dudaklar, gözlerin arası biraz daha açık, koyu ve daha dar kaşlar, daha fazla ve koyu renkli kirpikler, daha yüksekteki elmacık kemikleri, daha dar burun, gözaltı halkalarının olmaması ve daha ince göz kapakları.

Erkeklere gelirsek ise güzelliği belirleyen özellikler şunlar: 

Daha koyu ten rengi, daha dar yüz şekli, daha dolgun ve simetrik dudaklar, daha koyu kaşlar, daha fazla ve koyu renkli kirpikler, yüzün üst yarısının alt yarısından daha geniş oluşu, daha yüksekteki elmacık kemikleri, geniş çene, alın açıklığının (saç başlangıcı) olmaması, daha ince göz kapakları, ağız kenarlarında buruna doğru giden çizgilerin olmaması.


Bebek yüzlü olanlara gelince... Kadınlarda bebek yüzlülüğün daha kadınsı olan yüksek elmacık kemikleri ve dar yanaklarla birleşmesinin oldukça seksi bir kombinasyon oluşturduğu düşünülüyor. Örneğin Kate Moss'un bu kombinasyonu temsil ettiği söyleniyor.

Bebek yüzlülük
nedir dersek, öne çıkan özellikler şunlar: Büyük kafa (nasıl çekici oluyor anlamadım), geniş alın (aynı şekilde soruyorum); göz, burun ve ağızın yüzün mümkün olduğunca aşağısında bulunması, büyük ve yuvarlak gözler, küçük ve kısa burun, yuvarlak yanaklar ve küçük çene. Brigitte Bardot'nun bu özellikleri taşıdığı vurgulanıyor.



2002 yılında seçilen Almanya güzelinin fotoğrafını solda görüyorsunuz. Aşağıda solda bu güzelin makyajsız hali bulunuyor. Sağdaki fotoğraf ise program tarafından oluşturulmuş 16 kişinin ortalaması olan "sanal" güzel. Yapılan oylamada sanal güzel, elbette gerçek güzelin oylarını katlıyor. (Bu arada makyajın insanları nasıl dönüştürdüğüne de dikkat çekmek istiyorum!).

Eğer bu bilgisayar programını edinmek isterseniz, şu sayfaya gidin. Bu program ile örneğin bir kadın yüzü fotoğrafı ile bir erkek yüzü fotoğrafı arasında da geçiş sağlayabiliyorsunuz (Michael Jackson klibini hatırlayın). 


30 Mayıs, 2012

420 - Zihnimizde kelimeler nasıl temsil edilir?

Çarşamba, Mayıs 30, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Beyin çalışmalarının ve psikolinguistik (psikoloji & dil) çalışmaların araştırdığı güncel sorulardan biri kelimelerin zihnimizde nasıl temsil edildiği. Bu konuya dair bilim dünyasında farklı fikirler mevcut. Örneğin "domates" kelimesini ele alalım. Bir grup araştırmacı diyor ki, domatesin anlamı da diğer kelimelerin anlamlarının temsil edildiği özel bir beyin bölgesinde yer alıyor. Bu alan anterior temporal lob adı verilen, beynin ön ve alt kısmında yer alan bir bölge.


Diğer biliminsanları ise bu tip özel bir bölgenin olmadığını, aksine domates kelimesi ile karşılaştığımızda zihnimizde domates kavramını oluşturan birçok özelliğin harekete geçtiğini ve kelimenin anlamının bu şekilde temsil edildiğini düşünüyorlar. Örneğin domates kırmızıdır, bir yiyecek maddesidir, yumuşaktır, belli bir kokusu vardır. O zaman domates kelimesi, beyinde domatesin özelliklerine (renk, şekil, koku vb.) karşılık gelen sinir topluluklarının aynı anda aktive olmasıyla temsil edilir. Bu görüş, bilgi edinmede duyusal ve motor (hareketle ilgili) alanlarının büyük işlevi olduğunu önesürüyor.

Kol ile ilgili kelimeler    ve     Yüz ile ilgili kelimeler
Bu modele göre her kelime için o kelimenin temsil ettiği özelliklere göre
farklı alanlar (kol ve yüz hareketleri gibi) harekete geçiyor (kırmızı ve yeşil ile gösterilen).
Beyaz ile gösterilen noktalar ise her kelime için ortak şekilde harekete geçen alanları gösteriyor
(örneğin kelimenin okunuşuna dair olan fonolojik bilgi alanları).
Bu iki farklı görüşü biraraya getiren bir model daha bulunuyor. Bu modele göre, kelimelerin özelliklerini temsil eden alanlar (renk, koku gibi) kelime işlerken aktif hale geliyor, ama bunun yanında merkez görevi gören özel bir birleştirme bölgesi de devreye giriyor. Bu merkez bölgenin (semantic hub), en başta da söylediğim gibi, anterior temporal lob olduğu düşünülüyor.
Anlamsal merkez fikri. Koyu turuncu ile gösterilen bölgenin kelimenin farklı özelliklerini birbirine
bağlayan bir merkez görevi gördüğü düşünülüyor. Bunun yanında kelimenin özelliklerine
dair alanların (diğer renklerle gösterilen) kelime işlerken aktifleştiği önesürülüyor.

Peki deneyler ve hastalardan elde edilen sonuçlar bize ne gösteriyor? Anlamsal bunama (semantic dementia) hastaları, zaman içinde kelimelerin ve kavramların anlamlarını unutmaya başlıyorlar. Diğer birçok alanda normal faaliyet gösteren bu hastalarda beynin anterior temporal lob bölgesinde küçülmeye rastlanıyor. Bu sebeple, bu bölgenin anlam temsili açısından önem taşıdığı düşünülüyor.

Sağlıklı kişilerle yapılan beyin görüntüleme deneyleri ise hareketle alakalı kelimelerin işlenmesinin beynin hareket bölgelerini aktifleştirdiğini ortaya koyuyor. Hatta örneğin bacak ile ilgili hareket kelimelerini okumak, beynin bacak hareketleri gerçekleştiğinde aktifleşen bölgelerini harekete geçiriyor. Bu da duyusal ve motor sistemlerin kelime anlamlarının temsilindeki rolünü ortaya koyuyor. Bu rolün ne kadar ileri gittiğine dair çalışmalar sürüyor. Örneğin kelimelerin sıklığına (dilde ne kadar sık kullanıldıkları) göre bu aktivasyonun miktarının değişip değişmediği veya mecazi anlamda kullanılan hareket kelimelerinin de aktivasyona yol açıp açmadığı gibi konular araştırılıyor.

Bu konuyu merak edenler Karalyn Patterson ve Friedemann Pulvermüller gibi biliminsanlarının makalelerine göz atabilir. Buraya da fikir almak için bakabilirsiniz. Benim için çok ilginç bir konu, umarım hoşunuza gitmiştir.

29 Mayıs, 2012

İlk konuk yazarımızdan: "Zamanda Yolculuk Gerçekleşti Bile!"

Bugün ilk konuk yazarım olarak kargakara'ya yer veriyorum. Geleceğe doğru zaman yolculuğunun mümkün olduğuna dair teorilerden ve uzaydaki yolculuğu sayesinde Dünya'da yaşayan insanlara göre 0.02 saniye daha az yaşlanan Rus kozmonottan bahsediyor. Çok ilginç bir yazı, keyifli okumalar!

Siz de konuk yazar olmak isterseniz, şuraya göz atın.


Genelde kurgu bilim filmlerinde karşımıza çıkan, arada varsayımsal olarak arkadaş ortamlarında tartışılan zaman yolculuğu zaten gerçekleşmiş. Üstelik zamanda ileri gitmek için Ruslar, özel gizli soğuk savaş filmlerini aratmayacak bir cihaz da kullanmamışlar. 

Sergei Avdeyev adlı Rus kozmonotun zaman yolcusu olabilmesi için dünya yörüngesinde iki yıl (tam olarak 747.59 gün) kalması ve yörüngede saatte 27.360 kilometre gitmesi yetmiş. Dünya yörüngesindeki bu yolculuğu sayesinde yeryüzündeki bir insana göre 0.02 saniye kadar daha az yaşlanmış.
Ne istiyoruz?  Zaman yolculuğu
Ne zaman istiyoruz?  Farketmez!
Newton’la şekillenen klasik mekanik, ışığın gözlemlenmesi ile alt üst olduğundan beri (ya da daha doğru bir tanımla sınırları net bir şekilde belirlendiğinden beri) zamanda ileri gitmek teorik olarak mümkündür. Işığı gözlemleyen bilim adamları, ışığın hızını ölçmeye çalıştıklarında ölçtükleri aletlerde ışığın hızını değişmeyen sabit bir değer olarak okumuşlar. Sanki bağıl hız kavramından ışığın haberi yokmuş gibi…

Bir arabanın içerisinde saatte 100 km hızla gittiğinizi varsayalım; bu durumda sizinle aynı hızda ve aynı doğrultuda giden bir arabayı duruyor, karşıt yönden sizinle aynı hızda gelen bir arabayı ise saatte 200 km ile seyrediyor olarak görürsünüz. Fakat ışık söz konusu olduğunda, dünyadaki bir ışık kaynağı (örn. Fener ışığı) ile dünya dışı gelen ışığın hızları (örn. Güneş, ay) hep aynı ölçülmüş. Ölçüm aletleri ne kadar hassaslaşırsa hassaslaşsın bu bağıl hızdan bağımsızlık sorunu klasik fizikle çözülememiş.

Neyse ki Einstein, 1915 yılında ortaya koyduğu özel görelilik teoremi (izafiyet) ile bu fiziksel olguya bir açıklık getirmiş. Meğerse hep akar gider kabul ettiğimiz zaman sabit değil, harekete bağlı olarak değişirmiş. Araba örneğine geri dönersek, arabanızın bu sefer ışık hızında gittiğini varsayalım; bu durumda sizinle aynı hızda ve aynı doğrultuda giden bir arabayı duruyor olarak göreceğiniz yerde arabanın yanınızdan ışık hızında geçip gittiğinizi görürsünüz. Karşıt yönden sizinle aynı hızda gelen bir arabayı ise size doğru ışık hızının iki katında gelen bir araba olarak değil, yine ışık hızında gelen bir araba olarak görürsünüz.  


Bunun sebebi, siz ışık hızında gidiyor iken zamanın sizin için duruyor olmasıdır. Bu mantığı biraz daha ilerletirsek; sizinle aynı hızda giden arabadaki yolcu da size baktığında sizin ışık hızında yanından geçip gittiğinizi görür. Peki gerçekte kim kimi geçti? Bu sorunun cevabını metnin sonunda verilen bağlantıları inceleyerek bulabilirsiniz.

Görüldüğü üzere uzayda sizden hızlı hareket eden cisimler için zaman daha yavaş geçiyor. Fakat belirgin bir fark yaratabilmek için Sergei’nin iki yıl dünya yörüngesinde sabretmesi gerekmiş. Zamanın harekete bağlı olarak değişmesi, günümüzde pratik olarak GPS ölçümlerinde de karşımıza çıkıyor. GPS sisteminin çalışma prensibi için buradaki bağlantıyı inceleyebilirsiniz.
Geleceğe yapılan zaman yolculuklarında anlamlı bir fark yaratabilmek için ışık hızına çok yakın hızlarda seyahat etmek gerekiyor. Mesela 0.99995c hızında (c = ışık hızı) gittiğinizi varsayalım. Bu durumda sizin 10 yıllık seyahatiniz sırasında dünya zamanı ile 1000 yıl geçmiş olacak! Fakat yakın gelecekte bu hızlara ulaşmak çok zor gözüküyor. Zaman yolculuğunun yakın gelecekte daha pratik bir yöntemi ise insanı dondurmak olabilir. 
Solucandeliği
Faydalı Bağlantılar:
Özel göreliliğin ayrıntılı bir anlatımı için burada ve işi ilerleterek genel göreliliğe de bir göz atmak isterseniz burada bahsi geçen konuları okumanızı öneririm. Discovery Channel'ın yayınladığı, zaman yolculuğu ve diğer birçok konuda çok faydalı bulduğum ve Morgan Freeman'ın sunuculuğunu yaptığı “through the wormhole” adlı belgeseli referans kaynak öneririm. Sıkmadan, korkutmadan anlatmışlar. Aynı derecede hoşuma giden bir başka belgesel ise National Geographic'ten çıkan "known universe", bu belgesel de iyi bir alternatif olabilir.

28 Mayıs, 2012

419 - Cinsiyet değiştiren güzellik kraliçesi

Pazartesi, Mayıs 28, 2012 Gönderen Berna Arslan , yorum yok
Güzellik yarışmaları, kraliçe seçilenlerin skandallarıyla anılır zaman zaman. Bahsedeceğim yarışmada ise ergenlik döneminde kadın olmaya karar veren Jenna Talackova'nın hikayesi dikkat çekiyor.


Çocukluğundan beri kendini kadın gibi hisseden Jenna - eski ismiyle Walter - yanlış bedende dünyaya geldiğine inanıyor. Ailesi ve devlet tarafından destek görerek hormon tedavisi ve ameliyatlar ile kadınlığa tamamen geçiş yapıyor. Kanadalı olan Jenna'ya yeni bir nüfus cüzdanı veriliyor ve devlet tarafından da bir kadın olarak kabul ediliyor. Herhalde gelişmiş ülke olmak böyle bir şey.

Jenna'nın hayatını ve değişimini anlattığı videoyu buradan izleyebilirsiniz.

25 Mayıs, 2012

Basında

Cuma, Mayıs 25, 2012 Gönderen Berna Arslan yorum yok
Kamil Koç otobüslerinin aylık olarak çıkardığı Yolculuk dergisinin Blog Arkası köşesinde yayınlanan Deniz Yalım Kadıoğlu ile yaptığımız söyleşiyi okumak için buraya tıklayın.




Turkhaberler.net sitesinde Haftanın Blogu seçildik. Söyleşiyi okumak için buraya tıklayın.




Bunu Bugün Öğrendim'in theMet dergisinde çıkan "Bukalemun Etkisi ve Özgür İrade" yazısı için buraya, "Eski Türklerin Tanrıları" yazısı için buraya tıklayın.





Chip Dergisi, Şubat 2013'te Bunu Bugün Öğrendim'i ayın sitelerinden biri olarak seçti, haber burada!




418 - Haftanın filmini buradan seç

Cuma, Mayıs 25, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Imdb'nin en yüksek puan almış 250 filmini izlemeyeni dövüyorlar biliyorsunuz. Aşağıdaki grafikte bu 250 filmden bir metro yolu oluşturulmuş. Canınız ne tür film istiyorsa sağ üst köşedeki tür kısmına danışıyorsunuz ve o renk hatlar üzerindeki filmlere göz atıyorsunuz. Resmin üzerine tıklarsanız, daha büyük versiyonu açılacak, böylece kaydedebilirsiniz. Bence çıktısı alınabilecek hoş bir çalışma. İyi seyirler!

417 - Van Gogh tilt-shift fotoğrafçılık ile bir araya gelirse

Cuma, Mayıs 25, 2012 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok
Bu sıralar bazı yoğunluklar sebebiyle istediğim sıklıkta yazamıyorum, bu durumu düzeltmek dileğiyle yazıma başlıyorum.

Tilt-shift fotoğrafçılık daha önce de gözüme çarpmıştı, ama bu tekniğin ilk kez photoshop vasıtasıyla tablolar üzerinde kullanıldığını gördüm. Öncelikle tilt-shift fotoğrafçılık nedir dersek, bildiğim kadarıyla fotoğraflarda minyatür bir dünya yaratmak amacıyla kullanılan bir teknik.

Aşağıda bu hoş tekniğin kullanıldığı birkaç fotoğraf görebilirsiniz:





Elbette bu teknik photoshop ile de kullanılır hale getirilmiş. Artcyclopedia sitesinin kurucusu da kızı Serena Malyon ile bu tekniği Van Gogh'un tabloları üzerinde denemeye karar vermiş. Van Gogh'un tablolarında bu etkinin düzgün bir şekilde öne çıkmasının sebeplerinden birinin, ressamın tablolarında derinliği vurgulayan çizgilere sahip olması olduğu söyleniyor. Ben çok beğendim, size de iyi seyirler:





21 Mayıs, 2012

416 - Uluslararası Anadil Günü

Pazartesi, Mayıs 21, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Dilsel ve kültürel çeşitliliği ve çokdilliliği kutlama amacıyla 21 Şubat günü "Uluslararası Anadil Günü" olarak belirlenmiş. 1999'dan beri kutlanan gün, ilk olarak UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) tarafından ilan edilmiş.


Günü kutlamak amaçlı aşağı yukarı her sene bir tema seçiliyor. Örneğin 2005'te görme engelliler için olan Braille dili ve işitme engelliler için olan işaret dili ana konular olarak belirlenmiş. Farklı anadillerde eğitimi destekleyen UNESCO, okulların ve üniversitelerin de bu günde aktif katılım göstermelerini hedefliyor.

415 - İnternetin eski günlerine dönün

Pazartesi, Mayıs 21, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Bugün sıkça kullandığımız Google'ın on sene önce nasıl görünmüş olduğunu merak ediyor musunuz? Bunun için yardıma koşan bir proje var: Wayback machine. Bu sistem, internet sitelerini arşivleyip onların eski hallerine dönmenizi sağlıyor.

Arama motoruna "Wayback machine" veya "Take me back"(beni geri götür) yazarsanız bu site ile karşılacaksınız. Eski halini merak ettiğiniz sitenin adresini verilen kısma yazın ve istediğiniz seneyi seçin. 

Mesela Google 1999 yılının Ocak ayında şöyle görünüyordu:

Wikipedia ise 2002 Kasım'ında şu haldeydi:
Siz de merak ettiklerinize bir göz gezdirin, iyi eğlenceler!

16 Mayıs, 2012

Haftanın Filmi: Ay Çarpması

Çarşamba, Mayıs 16, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Herhalde herkesin dönüp dönüp bıkmadan izleyebileceği filmler vardır. Benim için bunlardan biri de Ay Çarpması, orijinal adıyla Moonstruck'tır.

Başrollerini genç Nicholas Cage ve Cher'in paylaştığı film 1987 tarihli. 6 dalda Oscar'a aday olan ve En İyi Kadın Oyuncu (Cher), En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Olympia Dukakis) ve En İyi Senaryo dallarında ödülü kucaklayan bu film romantik komedilerin en başarılı örneklerinden biridir bence.


That's Amore by Dean Martin on Grooveshark

Konusuna gelince... Loretta Castorini (Cher), Amerika'da yaşayan bir İtalyandır. Evlenmeye hazırlanan Loretta, damat adayının kardeşiyle (Cage) tanışır ve ona aşık olur. Filmin en güzel özelliklerinden biri ise yardımcı oyuncuların dikkat çekici rollere sahip olmaları ve filmin sadece bir çift arasında geçen bir romantik komedi olmaktan çok diğer aile bireylerini de içine alan sıcak bir atmosfere sahip olması.

Imdb'den 10 üzerinden 7 alan film, rottentomatoes'ta 10 üzerinden 7.8 almış. Kaçırmayın, iyi seyirler.

414 - Modern sanatı anlamak

Çarşamba, Mayıs 16, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , 3 yorum
"Modern sanat" kavramı birçok insanın tüylerini diken diken ediyor, çünkü çoğu zaman bir eserin karşısında ne hissedeceğimizi, ne düşüneceğimizi ya da bu eserin neden meydana getirilmiş olduğunu bilemiyoruz.

Vice.com sitesinde sanat okulunda okumuş bir yazar bu konu hakkında "Rol yapmaktan bıktım: Sanatı 'anlamıyorum'" başlığıyla bir yazı yazmış. Kendi adıma konuşursam örneğin modern tabloların bazılarından hoşlanıyorum, bazılarına "bu ne şimdi böyle" diyorum. Bir de zamanında ünlü olmuş ama neden ünlü olduğuna anlam veremediklerim oluyor. Örneğin Josef Albers'in kareleri:

Bahsettiğim yazı birçok yorum alınca yazar, sanatı anlamak için ikinci bir şans veriyorum diyerek sanat öğrencisi Alex ile galerilere doğru yol almış. "Ne biçim şey bu" diyeceğiniz her eser için Alex'in açıklayıcı yorumları bulunuyor. Beni düşündüren ise bu yorumları bir sanat öğrencisinin yapabiliyor olması. Biz sıradan insanlar olarak eserlerin karşısına geçip "bu niçin yapılmış" diye merak etmeden duramıyoruz. 

Aşağıdaki fotoğraflar yazarın bir sanat galerisi gezisinden alınmış, birini beğendim desem yalan olur, sizin de yorumlarınızı bekliyorum. 
Sizce modern sanatı anlıyor musunuz, seviyor musunuz?



evet çok marjinalsin
napıyorsun teyzecim?

10 Mayıs, 2012

413 - Y nesli

Perşembe, Mayıs 10, 2012 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok
Dahil olduğum nesile dair yazı yazmaktan hiç bıkmayacağım gibi görünüyor. "Bumerang Nesli" ve "Neslimiz Neden Mahvoldu" yazılarıma göz atabilirsiniz.

Y nesli diye tabir edilen insanlar aynı zamanda Milenyum neslini de meydana getiriyor. Y neslinin tam nerede başlayıp nerede bittiğine dair ayrı fikirler olsa da; 70'lerin ortalarında, 80'lerde ve 90'lar ile 2000'lerde doğanların bu nesle ait olduğu düşünülüyor. Ergenlikten yetişkinliğe geçişin geçmiş nesillere göre daha geç olduğu bu nesle aynı zamanda Peter Pan nesli de deniliyor. 

Bir Y nesli çocuğu...
İlk adımlarını atıyor. / Bağımsız yaşamaya doğru ilk adımlarını atıyor.
Peki bu nesle ait insanların ortak özellikleri ne?

1. Teknoloji sever: Teknolojiyle büyüdükleri için işleri daha kolay ve etkili bir biçimde yapmak için teknolojiye güvenirler. 7 gün 24 saat bağlantı halindedirler. E-posta ve kısa mesaj ile iletişim kurmayı yüzyüze konuşmaya tercih ederler. 

2. Aileye değer verir: İş hayatı ile iş dışındaki hayat arasında bir denge kurmak isteyen Y nesli, ailesiyle kaliteli zaman geçirmek ister, bu yüzden iş yüküne dikkat eder. Bu fikirleri eski nesiller tarafından şımarıkça veya disiplinsiz olarak görülebilir.

3. Başarı odaklı: Aileleri tarafından desteklenmiş ve biraz da şımartılmış olan bu nesil, kendine güvenli ve başarı odaklıdır. Otoriteye meydan okuyabilir, anlamlı işlerde çalışmak ister.

4. Dikkat çekmek ister: Özellikle iş hayatında geri bildirimlerden faydalanır ve kendisinden üst seviyede birinden tavsiye almanın faydalı olduğunu düşünebilir.

5. Dikkati çabuk dağılır: Klasik ders ortamında dikkat süreleri kısadır. Daha etkileşimli öğrenme ortamlarını tercih eder.

X nesli, Y nesli vb. gibi kavramlar aslında Amerikan kültürüne ait. Ancak ülkelerin tarihleri belli büyük süreçlerde çakışırsa -örneğin I. Dünya Savaşı- nesiller arası davranış benzerlikleri de görmek mümkün oluyor. Özellikle de herkesin ve neredeyse her tür bilginin internet üzerinden ulaşılabilir olduğu günümüzde internet erişimi olan insanlar arasında bazı benzerliklerin olması çok daha anlaşılır.

Bakalım bundan sonraki Z nesli ne tür özellikler taşıyacak, siz ne dersiniz?


Kaynak: http://legalcareers.about.com/od/practicetips/a/GenerationY.htm, http://en.wikipedia.org/wiki/Generation_Y

09 Mayıs, 2012

Haftanın Blogu Olduk!

Çarşamba, Mayıs 09, 2012 Gönderen Berna Arslan 4 yorum
"Bunu Bugün Öğrendim" turkhaberler.net adresinde Haftanın Blogu seçildi. 
Bu hafta konuğum http://www.bunubugunogrendim.com/
Farklı konularda bilgi alabileceğiniz çok güzel bir blog.
Hayata ve yaşama dair blog yazarının ilgilisi çeken ne varsa hepsini tek bir adreste bulabilirsiniz..

Söyleşiyi okumak için lütfen buraya tıklayın.

08 Mayıs, 2012

412 - Lezzetli limonlu tatlı tarifi

Salı, Mayıs 08, 2012 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok
Bu tarifi bir arkadaşım Facebook'ta paylaşmış. İlginç olan ise bu tarifin yazar ve şair Sylvia Plath ile ilişkilendirilmesi. Plath, The Joy of Cooking kitabını kullanarak yemekler yapmayı severmiş. Şairin adının bir tarifte geçmesi şaşırtıcı olabilir, çünkü kendisinin intiharının fırınla ilgisi var. İç karartmadan önce deneyip beğendiğim tarife geçmek istiyorum.

İçindekiler:

1 yemek kaşığı tereyağı
1 fincan toz şeker (fincanı 128 gr olarak aldım)
1/4 fincan un
1 limon kabuğu
1 fincan süt (fincanı 240 ml olarak aldım)
1/4 fincan limon suyu (2 limon suyu gibi düşünülebilir)
3 yumurta sarısı
4 yumurta beyazı
1/4 çay kaşığı tuz
Süs için pudra şekeri


Yapılışı:

Bu tarif kişilik porsiyonlar olarak hazırlanıyor. Bunun için fırına giren küçük kapları kullanabilirsiniz. Tarifte 6 adet 170 gr.lık (6 oz) kap kullanılmış. Ben de evde uygun ne bulduysam onu kullandım. Güveç kapları da kullanabilirsiniz.

Öncelikle kapları yağlamak gerekiyor tereyağı ile. Daha sonra az biraz toz şeker serpebilirsiniz kapların dibine (1/3 fincan kadar toplamda). Ben bu kısmı atlamışım, bir şey değiştiğini sanmıyorum. 

Orta büyüklükte bir kapta 2/3 fincan şeker, un ve limon kabuğunu karıştırın. Daha büyük bir kapta ise süt, limon suyu ve yumurta sarılarını karıştırın. Karıştırdığınız kuru malzemeleri ıslak malzemelere ilave edin ve karıştırın (mikser yerine karıştırıcı kullanabilirsiniz).

Küçük bir kapta yumurta beyazlarını tuz ile karıştırın (köpükler oluşana kadar). Yavaşça limonlu karışıma ilave edin. Karışımı kaplar arasında eşitçe paylaştırın ve kapların üzerini folyo ile kaplayın. Kapları bir fırın tepsisine koyun ve tepsiyi kapların orta hizasına gelecek şekilde sıcak su ile doldurun. Önceden 180 derecede ısıtılmış fırında 20 dakika folyo ile, 20 dakika da üstlerini açarak pişirin. 15 dakika dinlenmesine izin verin. Servis için ters çevirin ve biraz pudraşekeri ile süsleyin. 

Oldukça hafif ve ferah bir tadı var. Afiyet olsun!

Kaynak burada.

07 Mayıs, 2012

Haftanın Filmi: Chronicle

Pazartesi, Mayıs 07, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Haftanın Filmi yazılarına Chronicle ile devam...


Chronicle, Türkçe gösterim adıyla Doğaüstü, süperkahraman filmlerine yeni bir soluk getiriyor. Ne afişi ne de filmin özeti benim için ilgi çekiciydi, ama iyi ki bu filmi kaçırmamışım diyorum.

Doğaüstü'nün kahramanları üç genç: Andrew, Matt ve Steve. Üç arkadaş, bir parti akşamında yerin altından gelen ilginç sesler duyar ve ne olduğunu araştırmak için seslerin geldiği çukura girerler. Bu çukurdan eşyaları akıl gücüyle hareket ettirebilme (telekinesis) yeteneğiyle dışarı çıkarlar.

Film, Andrew'nun kamerasından çekilmiş. Bu özellik, filme bir gerçekçilik katmış denebilir. Hasta bir anne ve şiddet gösteren bir baba ile yaşayan Andrew, sosyal ilişkilerde pek başarılı olmayan içine kapanık bir genç. Yeni bir güç edinen Andrew'nun değişimini izlemek Anakin Skywalker'ın Darth Vader'a dönüşümünü izlemek gibi bir nevi. 


Tipik bir süperkahraman filminin ana karakteri bir güç edinir ve bu gücü iyilik uğruna kullanır, insanları kurtarır. Doğaüstü'nde ise gençler, bu güçlerini hayatlarını bu yönde değiştirmeden, biraz da keyif ve eğlence amaçlı kullanıyor. Bu da bu filmi benim için Batman vb. gibi filmlerden daha çekici hale getiriyor. Bence üç oyuncu da çok başarılı seçilmiş. Film, sonuna kadar heyecanını koruyor. Imdb'de 10 üzerinden 7.3 puan alan film, rottentomatoes'ta 100 üzerinden 85 almış. Tavsiye edilir, iyi seyirler...

410 - "İki dirhem bir çekirdek"in anlamı

Pazartesi, Mayıs 07, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , 3 yorum
Kuzenim ve eşi yakınlarda Kıbrıs'a gitti. Kıbrıs'ta keçiboynuzu çokça yetişen bir bitkiymiş, onlar da keçiboynuzu ile ilgili bir hikaye öğrenmişler. İlginç bir şekilde keçiboynuzunun tüm çekirdeklerinin ağırlığı aynı oluyormuş. Bu durum da bu çekirdekleri ağırlık ölçüsü olarak kullanma imkanını doğurmuş. 

Dört keçiboynuzu çekirdeği bir dirhem ediyormuş. Eğer satıcı iki dirhemlik bir mal satarken bir çekirdek daha ekleyip tartarsa alıcının itibarını belirtirmiş. İşte "iki dirhem (+) bir çekirdek" sözü de böylece ortaya çıkmış.

03 Mayıs, 2012

409 - Sosisli makarnaya yeni bakış açısı

Perşembe, Mayıs 03, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , 4 yorum
Belki internette gözünüze çarpmıştır sosis dilimlerinin içinden geçirilip pişirilen makarna çubukları. Benim de geçenlerde aklıma geldi ve bu fikri denedim. Yapmanız gereken sosisleri 2-3 santimlik parçalar halinde kesip istediğiniz kadar spagetti çubuğunu bu parçaların içinden geçirmek. Sabırsız olup birkaç tane geçirmek isterseniz bazen kırılıyorlar. Eliniz hızlandıkça sıkıcı bir iş gibi gelmeyecektir. Sanırım çocuklar için de hem yapması hem de yemesi zevkli bir yemek olur. Bunlar benim denemelerim, afiyet olsun:



02 Mayıs, 2012

Haftanın Filmi: The Cabin in the Woods

Çarşamba, Mayıs 02, 2012 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok

The Cabin in the Woods, Türkçe gösterim adıyla Dehşet Kapanı, klişe bir korku filmi olarak başlayıp çok başka noktalara giden ilgi çekici bir yapım. Tam bir teen slasher olarak başlayan filmde, beş kişiden oluşan bir grup arkadaş, tatil amacıyla ormandaki bir kulübeye giderler. Bu beş kişi yıllardır bu tarz filmlerde görmeye alıştığımız tipler: Hafifmeşrep sarışın, yakışıklı sevgilisi, sarışının tam tersi olan akıllı ve namuslu kızımız, bu kıza yazan düzgün delikanlı ve ortamın komedisini oluşturacak eğlenceli tip. 


Imdb'den 10 üzerinden 8 puan alan bu filmin ilk sahnelerinde "ee şimdiye kadar farklı hiçbir şey yok" diye düşünebilirsiniz. Hatta gençlerin yol üstünde karşılaştıkları ters ve sert amca da bunu kanıtlar gibi. Ama biraz daha bekleyin.

Bu noktadan sonra film farklı bir yöne giriyor ve heyecanını son ana kadar koruyor. Filmin senaristlerinden biri tv dizileri Buffy ve Angel'ın yazarlarından Joss Whedon. Yönetmeni ise Cloverfield filminin ve Lost dizisinin senaryo yazarlığından tanıyabileceğimiz Drew Goddard. Hazır vizyondayken büyük ekranda kaçırmayın derim. Film, 18 yaş üstü izleyicilere yönelik.

Öneri: Fragmanı izlemeden filme gidin, fragmanda sizi şaşırtacak sahneleri açık eden görüntüler olabilir.


FİLM HAKKINDA KRİTİK BİLGİ BAŞLIYOR / SPOILER ALERT 

5 gencin öldürülüşünü insanların televizyonda izlediğini ve böyle tv programlarının tüm dünyada yayınlandığını öğrenince "1984" tarzı korkunç bir dünya bekleyişi içine giriyoruz. Daha sonra bir noktada bunun dinsel bir tören olabileceği ortaya çıkıyor ve alttakiler denilen varlıkların kim olduklarını merak ediyoruz. Sonu etkileyici ve akılda kalıcıydı, ama sanırım benim tercihim fantastik bir son olmazdı. İnsanların inançları boşa çıksaydı daha ilginç bir son olabilirdi bence.

Birkaç söz de filmin komedisi hakkında... Film, diğer teen slasher filmleriyle dalga geçip kara komedi mi yapmaya çalışıyor tam anlayamadım. Anlayanlardan yorum beklerim.