30 Haziran, 2009

9 - Esperanto Öğrenmek

Salı, Haziran 30, 2009 Gönderen Berna Arslan , , 3 yorum
Nedir Esperanto?

Babil'in kulesinden önceye geri dönmeyi istemek belki de.
İnsanların ortak bir dil konuşma hayali.

122 yıl önce basit ve kolay öğrenilen bir dil olması için özel üretilen bir dil.
Fransızca'da umut etmek anlamına gelen esperer kelimesinden geliyor adı.
Wikipedia'da birçok başlığın bu dilde de karşılığı olduğunu göreceksiniz.

Peki niye Esperanto öğrenmek ister bir kişi?
Öncelikle öğrenmesi çok basit. 9 günde öğrenildiği rivayet olunmakta.
Daha sonra ise, bu dili öğrenenler kendi içinde ilgi alanlarına göre gruplara ayrılıyor, satranç, bisiklet gibi. Böylece hem çevrenizi geliştiriyorsunuz, hem periyodik olarak tekrarlanan Esperanto öğrenenlerin toplantılarına katılabiliyorsunuz. Bazıları ise bu dilin yardımıyla çeşitli yerlerde konaklayarak dünyayı geziyorlar.

Nereden öğrenebiliriz derseniz, iki kaynak işte burada:

8 - Kadınların en çok kazandığı meslekler

Salı, Haziran 30, 2009 Gönderen Berna Arslan , , 2 yorum
ABD'de yapılan bir araştırmaya göre kadınların en çok ücret aldıkları 10 meslek belirlenmiş. 


1. meslek ilk anda akla gelmeyecek bir seçenek olan eczacılık. Eczacılık, pek popüler olan CEO'luğu 2. sırada bırakarak, 1.liğe oturmuş.

Eczacı olarak kazanabileceğiniz ücrete gelince: 1647 dolar / hafta.


Yani yıllık 86000 dolara karşılık geliyor yaklaşık olarak.

Listeye giren diğer meslekler arasında avukatlar ve yazılımcılar yer alıyor.


27 Haziran, 2009

7 - Ray Charles ve Georgia on my Mind

Cumartesi, Haziran 27, 2009 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok
Ray Charles'ın Georgia on my Mind şarkısındaki Georgia'nın bir hanımefendi değil de eyalet olduğunu öğrendim. Hiç bu açıdan düşünmemiştim!
Hatta bu eyalet müzisyenin doğduğu yermiş. Yukarıda bahsettiğim şarkı da 1979'da eyaletin resmi şarkısı olarak seçilmiş.

2007'de, ölümünden üç sene sonra, müzisyeni piyano başında resmeden bronz heykel doğduğu bölgeye konulmuş.  

6 - I am Legend / Ben Efsaneyim

Cumartesi, Haziran 27, 2009 Gönderen Berna Arslan , , , , yorum yok
Will Smith'in başrolünde oynadığı 2007 tarihli I am Legend (Ben Efsaneyim) filminin 1954 yılında yayımlanmış olan Richard Matheson imzalı romandan sinemaya uyarlandığını öğrendim. Bu kitaptan uyarlanan tek filmin bu film olmadığını da. 1964 tarihli The Last Man on Earth ve 1971 tarihli The Omega Man filmleri de bu romandan uyarlanmış filmler. 

Roman, semptomları vampirliğe benzeyen salgın bir hastalıktan kurtulabilen tek adamın hikayesini konu alıyor.

2007 uyarlaması olan filmin oldukça sürükleyici olduğu söylenebilir.

Türkçe'de roman Hepimiz Vampiriz adlı ilginç bir çeviriye sahip. Kitap kapağını merak edenler bu adrese bir göz atabilir. Şiddet içerdiğinden burada yayınlamak istemedim.

Bunun dışında böyle felaket senaryolarına meraklıysanız Life After People adlı belgeseli de kaçırmayın derim.

24 Haziran, 2009

5 - Nowa Huta

Çarşamba, Haziran 24, 2009 Gönderen Berna Arslan , , yorum yok
Nowa Huta, Polonya'nın ünlü şehri Krakow'un içinde yüksek nüfusa sahip bir bölüm. Bu yerin adı, Yeni Çelik Değirmen anlamına geliyor.

Peki ilginç olan nedir Nowa Huta hakkında?

Bu yer komünist rejim zamanında bir sanayii bölgesi olarak inşa edilmiş. Ağır sanayiinin merkezi olması hedeflenmiş. İnşanın sebebi büyük ölçüde ideolojikmiş. 



Çimento ve tütün fabrikaları açılmış. Dinsel bir yapı kurulmamış. Kilise kurulması halk tarafından istense ve bu yönde tartışmalar olsa da buna izin verilmemiş.


1956'da Stalin'in ve Polonya'nın komünist liderinin ölümünden sonra liberal politikalar izlenmeye başlanınca, modern mimari çizgiler bu bölgeye nüfuz etmeye başlamış. Kilise inşa edilmiş ve Lenin heykeli indirilmiş.

Bir zaman kısıtlanmış olmanın etkisiyle olacak, şehir daha sonra da kendini liberalizme fazla kaptırmış. Bir zamanlar Küba devriminden ve Lenin'den etkilenerek isimlendirilmiş yerlerin isimleri değiştirilmiş. Örneğin Papa John Paul II'nin ismi verilmiş bazı yerlere. Hatta bir meydana Ronald Reagan adı verilmesi karmaşaya ve protestolara yol açmış. 

4 - Bilişsel Önyargı

Çarşamba, Haziran 24, 2009 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Cognitive Bias diye tanınan, bilişsel önyargı diye çevirmiş bulunduğum ilginç bir konunun varlığını öğrendim. Bu kavram, matematiksel kurallara ya da istatistiksel bulgulara karşı da olsa bazı şeylere inanmayı sürdürmemiz. Bir örnek vermek gerekirse, bilim insanlarının bu eğilimin varlığını ispatlamak için yaptıkları deneylerden birini gösterebiliriz.

Bir grup insana şu soru soruluyor:

Elimizde bir bozuk para var. Bu parayı 5 kere havaya atacağız. Sizce aşağıdaki sonuçlardan hangisinin çıkması daha olası?

Yazı-Yazı-Yazı-Yazı-Yazı

Yazı-Tura-Tura-Yazı-Tura

Bu sorunun cevabına büyük bir kitle ikinci şıkkı vermiş. Bunun sebebi, yazı ve turanın karışık gelme ihtimalinin beş kere arka arkaya yazı gelmesi ihtimalinden daha yüksek olduğuna inanılması.
Oysa matematiksel olarak düşünürsek, bu iki serinin gelme olasılığı da aynı. Bir atış daha önceki atışlara bağlı değil ve her atışta 1/2 ihtimalle yazı ve aynı ihtimalle de tura gelir.

Bir de confirmation bias kavramı var ki, düşününce evet kesin bende de var denilen, insanların bir tür ortak özelliği. Doğrulama önyargısı diye de çevirebiliriz sanırım. Kendi fikrinin doğru olduğunu ispatlama arzusu ve çabası. Yani fikrimizi ispatlamak için hep bu fikre uygun örnekleri düşünmek ve buna karşı çıkacak örnekleri göz ardı etmek. Aynı zamanda bu eğilimin insan beyninde bir kısa yol olduğu ve bazı durumlarda negatif bir durum oluşturmaktansa pratik olmayı sağladığı da düşünülmekte.

23 Haziran, 2009

3 - Dedikodu

Salı, Haziran 23, 2009 Gönderen Berna Arslan , , , , yorum yok
Levent Yüksel'in eskiden dinlemeyi sevdiğim ama adını öğrenmediğim -artık biliyorum Dedikodu imiş- bir şarkısının sözlerinin Orhan Veli'nin Dedikodu şiirine ait olduklarını öğrendim. Oldukça güzel besteli ve dinleyeni mırıldanma bağımlısı yapma gücüne sahip olan şarkının sözlerini aldığı bu güzel şiir şu şekilde:


Kim söylemiş beni
Süheyla'ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni'yi öptüğümü,
Yüksek kaldırımda, güpegündüz?
Melahat'i almışım da sonra
Alemdara gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım, fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Güya bir de Galata'ya dadanmışız;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;
Geç bunları, anam babam, geç;
Geç bunları bir kalem;
Bilirim ben yaptığımı.

Ya o, Mualla'yı sandala atıp,
Ruhumda hicranını söyletme hikayesi?

2 - LiveMocha

Salı, Haziran 23, 2009 Gönderen Berna Arslan , , , yorum yok
Bu siteyi uzun zaman önce bir arkadaşımdan duymuştum, ama ilgilenecek vakti bulamamıştım bir türlü. Biraz fırsat bulunca girip bakmaya karar verdim. Bu sosyal bir dil öğrenme sitesi. Dil seçenekleri oldukça fazla.

İlk önce arkadaşlığı keşke buraya da sokmasalarmış diye düşünmüş olsam da daha sonra fikrimi değiştirdim. Çünkü dil öğrenirken bu dili anadili olarak bilen insanlar size yardımcı olabiliyor, yorumlar yapıyorlar, düzeltmeniz gereken yerlere dikkatinizi çekiyorlar.

En güzel kısmı ise dili öğrenirken, resimlerden ve seslerden faydalanmanız; kendi konuşmanızı kaydetmeniz ve kişilerden aldığınız yorumlar ile kendinizi ilerletmeniz.

Ben İspanyolca'ya başladım. Öğrenmek çok da hoşuma gitti. 

Şu aralar üyelerden fikir toplanıyor ve bu sitenin üyelerine ne isim verilmesi gerektiği konusunda anket yapılıyor. Diğer iki seçenek aklımda değil ancak ben "Mochateer" seçeneğini beğendim (Üç Silahşörler - Three Musketeers gibi).

Bu yazıyı İspanyolca "Yazıyorum" cümlesiyle kapayayım bari: Estoy escribiendo!

22 Haziran, 2009

1 - Machu Picchu

Pazartesi, Haziran 22, 2009 Gönderen Berna Arslan , , , 1 yorum

Machu Picchu'nun İnkalar tarafından oldukça yüksek bir dağın tepesine -2.450 metre civarı- inşa edilmiş bir şehir olduğunu öğrendim. Machu Picchu, Yaşlı Zirve anlamına geliyor. Şehir, 15. yy'ın ortalarında kurulmuş. Şu anda Peru sınırları içinde bulunuyor.

Şehri kuran İnkaların, işgal sırasında İspanyollar tarafından taşındığı düşünülen bir salgın hastalık sonucu öldükleri sanılıyor. 

Bu kadar yüksek bir yere bir şehir inşa etmeleri şimdilerde yüksek bir mühendislik olarak algılanıyor. Bu şehirden geriye kalanların tekrar keşfi ise oldukça uzun sürmüş, 1900'lü yılların başına dek bu şehirden haberdar olan yokmuş.

Şehir, tarımsal, dinsel ve yaşanacak bölgeler olarak üçe ayrılmış. Ancak halkın burada devamlı mı 
yaşadığı yoksa sadece hükümdarların mı kaldığı belli değil. 
Aşağıdaki fotoğrafta bu şehre giden yolu ve yolun uzunluğunu görebilirsiniz.




Şehirle ilgili ilginç bir ayrıntı da duvarlarının şimdiki duvar anlayışından çok daha 
farklı inşa edilmiş olması. 

Duvar taşlarının birbirinin üstüne oturtulmasında çimento gibi 
bir ara madde kullanılmamış. 



Bazı duvar parçaları öyle hazırlanmış ki adeta birbiri içine geçmek üzere tasarlanmış puzzle parçaları gibiler.

Şehirle ilgili bir de Pablo Neruda'nın "The Heights of Machu Picchu" adında bir şiiri varmış. Onu da (çevirisini bulamadığım için İngilizcesini) hemen burada verelim:


Arise to birth with me, my brother.
Give me your hand out of the depths
sown by your sorrows.
You will not return from these stone fastnesses.
You will not emerge from subterranean time.
Your rasping voice will not come back,
nor your pierced eyes rise from their sockets.

Look at me from the depths of the earth,
tiller of fields, weaver, reticent shepherd,
groom of totemic guanacos,
mason high on your treacherous scaffolding,
iceman of Andean tears,
jeweler with crushed fingers,
farmer anxious among his seedlings,
potter wasted among his clays--
bring to the cup of this new life
your ancient buried sorrows.
Show me your blood and your furrow;
say to me: here I was scourged
because a gem was dull or because the earth
failed to give up in time its tithe of corn or stone.
Point out to me the rock on which you stumbled,
the wood they used to crucify your body.
Strike the old flints
to kindle ancient lamps, light up the whips
glued to your wounds throughout the centuries
and light the axes gleaming with your blood.

I come to speak for your dead mouths.

Throughout the earth
let dead lips congregate,
out of the depths spin this long night to me
as if I rode at anchor here with you.

And tell me everything, tell chain by chain,
and link by link, and step by step;
sharpen the knives you kept hidden away,
thrust them into my breast, into my hands,
like a torrent of sunbursts,
an Amazon of buried jaguars,
and leave me cry: hours, days and years,
blind ages, stellar centuries.

And give me silence, give me water, hope.

Give me the struggle, the iron, the volcanoes.

Let bodies cling like magnets to my body.

Come quickly to my veins and to my mouth.

Speak through my speech, and through my blood



(Bu yeri kendisinden öğrendiğim arkadaşıma da teşekkürü borç bilirim.)